Meşhur Hattatlar

İslâm’dan önce Araplarda Hat yoktur, yazı vardır. Yazı da daha çok noktasız yazıdır. O dönemde kullanılan yazı ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılırdı. Sanat haline henüz gelmemişti. Sanat haline gelmesi Kur’an’la birlikte başlamıştır. Kur’an’ı nasıl daha güzel yazabiliriz düşüncesiyle bu yazı bir sanat haline gelmiştir. Bu güzel yazma işi ilk önce Hz. Ali’yle başlar.

Hz.Ali’nin çok güzel bir yazı üslubu vardır. Topkapı’da Hz. Ali tarafından yazıldığı söylenen Kur’an-ı Kerim vardır. Hz. Osman tarafından yazılan Kur’an-ı Kerim de var orada. Hz. Ali’nin yazdığı Kur’an-ı Kerim’deki harfler o kadar muntazam bir şekilde yazılmış ki cetvelle çizilmiş adeta. Hz. Ali bu işin ustası ve bununla ilgili sözleri vardır. Bunlardan biri şöyledir, “Çocuklarınıza yazıyla ikramda bulunun ki yazıda çok güzel işler vardır. İnsana sürur verir, içinde rahatlık ve keyfiyet vardır.” Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’in yazımından sonra biz yazının piri olarak Hz. Ali’yi başlangıç kabul ederiz. Yazı sanatı diyoruz. Çünkü sanat ve zanaat arasında büyük bir fark vardır. Herkesin bir zanaatı vardır, ama bunu sanata dönüştürmek farklı bir şey. Sanatta derinlik vardır. Ruha hitap eden bir güzellik oluşur orda. Hatta sanatla uğraşmayanlar, bu işten anlamayanlar bile hayranlıkla seyrederler bütün bunları. Tabiî Hz. Ali’yle başlayan yazı olduğu gibi kalmamış, geliştirilmiş ve daha bir zenginleştirilmiştir. Hz. Ali’den sonra Hat sanatında büyük dahiler yetişmiştir. Bunların başında, el-Muntakini, İbni Mukle, İbni Vehhab var.

Hz. Ali’nin Kufe’yi merkez yapmasından sonra hat kufi olarak bilinmeye başlandı. İslamiyet’in doğuşundan Abbasiler devrine kadar mekki, medeni gibi isimler alan yazıların yerine de kufi kullanılmaya başlandı. Abbasiler zamanında 150 yıl kadar kullanılan kufi yazı, Bağdatlı meşhur vezir ve hattat İbn Mukle (ö. 940)’nin sahip olduğu geometri bilgisi sayesinde geliştirdi.

Yazının ana ölçülerini tespit eden bir sistem ortaya koyan İbn Mukle, harflerin güzelliği için nokta, elif ve daireyi standart bir ölçü olarak kabul etti. Bu ölçüler dahilinde muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki ve rika adında altı çeşit yazının usul ve kaidelerini de ortaya koydu. Bunların tamamına da aklam-ı sitte denildi. İbn Mukle, harflerdeki sert ve köşeli hatları, yuvarlayıp yumuşattı. Böylece daha estetik bir yazı elde etmeyi başardı.

AliBinHilal_001İbn Mukle’nin geometri bilgisi sayesinde geliştirdiği ve yazının ana ölçülerini bir sistem olarak ortaya koymasıyla altı çeşit yazı (aklam-ı sitte) muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki ve rika ortaya çıktı. Bu altı çeşit yazı, bir asır sonra Bağdat’ta yetişen Arap asıllı Hattat Ali b. Hilal (ö.1032)’in eliyle inkişaf etti. İbn Mukle’nin talebesi olan Ali b. Hilal, İbn Bevvab olarak da bilinir.

Yakut MustasimiBağdatlı İbn Mukle’nin geometri bilgisiyle yazının ana ölçülerini bir sistem olarak ortaya koymasından sonra yine Bağdat’ta yetişen Hattat Ali b. Hilal (ö.1032) hat sanatını geliştirmeye devam etti. Ali b. Hilal’dan 200 sene sonra, son Abbasi Halifesi Mustasım Billah’ın döneminde yaşayan Yakut El-Müstasımi’nin (ö. 1298) gayretiyle ise kaidelerle güzelleştirildi. Kendi zamanına kadar (H stili ile) düz olarak kesilen kalemi ilk defa çapraz olarak kesmiştir. Bu şekilde yazıya, özellikle de Aklam-ı Sitte’ye yeni bir nefes ve yeni bir açılım getirmiş, sanatta küçük bir nüansla çok ciddi bir değişim gerçekleştirmiştir.

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Muammer Ülker’in yazdığı “Başlangıçtan Günümüze Türk Hat Sanatı” adlı eserde Yakut ibn-i Abdül-Musta’sımi hakkında şu satırlara yer verilmiştir:

Cemaleddin Ebü’l-Mecd, fakih, fâzıl, inşad sahibi şair, iyi bir edip, Anadolu’dan ayrıldığına, Abbasîlerin son halifesi olan Musta’sim Billah (Abdullah bin Mustansır’ın satın aldığı bir köle olduğuna, onun tarafından yetiştirildiğine, bazı tarihlerde de Amasyalı olduğuna dair kayıtlara rastlanmaktadır.

Hat kurallarını ve yazının inceliklerini Abdülmü’min Safiyüddin Bağdadi adlı üstattan öğrenmiştir, İbn-i Habib’ten ve Şehdet bint-i Ahmedü’l-Ebrî’den de yararlandığı söylenmektedir.

Eskilerden vezir Muhammed bin Mukle ve Ali bin Hilâl gibi üstadların değerli eserlerini okuyup inceleyerek, kendisine özgü, çok yetkin bir yazı biçimi yaratmıştır. Öyle ki “Kıbletü’l-küttab” (Hattatların kıblesi) diye adlandırılmıştır. Onun güzel hattına bakanların gözlerine nur, canlarına güç, kuvvet gelir:

Nazar herden be hüsn-i hatt-ı Yâkût
Basarra nûr kerded cânra kût
(Yakut’un yazısının güzelliğine bakmak gözlere nur verir, cana safa ve besin olur.)

Pek çok öğrencisi olmakla ün kazanmıştır. Aklâm-ı sıttenin her birini öğrettiği altı üstad öğrencisi ile kendisine “Esatize-i seb’a” (yedi üstad kişi) denilmektedir. Her biri bir yazı biçiminde en üst düzeye eriştiği gibi, öbür çeşitlerde de yazmıştır. Söylentiye göre 180 yıl yaşamış, uzun ömürlülerdendir. 551 tarihinde yazmış olduğu ve perişan olmuş bir Kur’an-ı Kerim’in sonundan beş sureyi Mustakimzade Süleyman Saadeddin Efendi gördüğünü Tuhfe-i Hattatin’de kaydetmektedir. Sultan II. Selim türbesinde 584 tarihinde tamamladığı büyük mushaf ve Ayasofya kütüphanesinde 658 yılında tamamladığı emsalsiz Kur’an-ı Kerim’i bulunmaktadır.

İbn Sina’nın “Şifa” adlı eserini bir ciltte yazarak Hindistan Meliki Mehmed bin Tuğlukşah-ı Hanefi’ye armağan ettiği, adı geçen sultanın tercüme-i halinden öğrenilmektedir. Buna karşılık kendisine iki yüz bin miskal altın verilmiştir. 699 hicri tarihinde sefer ayının altıncı perşembe günü sabah namazı vaktinde vefat etmiştir:

Yâkût Cemaleddin şeh-i ehl-i hüner
Kez dâr-ı fena be âhiret kerd sefer
Der tis’a vü tis’în ve sittemie
Der subh-i hamiş sadis şehr-i safer
(Hüner sahiplerinin sultanı Yakut Cemalettin, altı yüz doksan dokuzda, Safer ayının beş veya altıncı günü, seher vaktinde şu geçici dünyadan ahirete gitti.)

Şeyh Abdülkadir Geylani ile görüşüp söyleşide bulundukları bilinmektedir. Geylani’nin 561 yılında öldüğü bilindiğine göre bu da Yâkût’un çok yaşadığına kanıt olarak gösterilmektedir. Mezarı Kudüs’tedir denilirse de, tarihî araştırmalara göre mezarının Irak’ta olması gerekir.

Yâkût el-Musta’sımî’nin H. 696’da bir suretini çıkardığı “Meşârikü’l-envar” adlı, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya 899 No. da kayıtlı kitabının zahriyesindeki (cilt kapağının iç yüzü) Arapça iki beytinin Türkçe anlamı şöyledir:

Bütün yazılarda ben Yakut gibiyim.
Bu kazandığım şeref İbn-i Mukle’den gelme değildir.
İnsanların yazısı nazarımda gözüm gibidir.
Benim yazım da onların nazarında göz bebeği gibidir.

Tarihte hat sanatımızda en ünlü hattatların yetiştiği, Yakut’un, Şeyh Hamdullah’ın memleketi olan Amasya’nın önemli bir yeri vardır. Tarihçi Abdîzade Hüseyin Hüsamettin Yasar, Amasya Tarihi’nde (Abdîzade Hüseyin Hüsamettin Yasar, Amasya Tarihi, c.1. s.217-220) şunları kaydetmektedir:

“Zeyl-i Atayi’de mezkûr olduğu üzere Amasya kadimen bir münbit kerim ulemâyı kiram ve maden-i bî adîl fuzelayı benâm olduğu münasebetle ulûm ve sanayi-i beşeriyyenin her şubesinde ihtisas-ı tâm sahipleri yetiştirmekte pek ziyade ibrâz-ı semahat etmiş bir şehr-i mü-barek olduğuna bütün teracüm kitapları şahid-i âdildir.

Sanayi-i nefiseden madud olan hat sanat-ı bediasında Amasyalıların ibraz eylediği meharet-i hârikayı tanzîr değil, taklid edecek bir sahibi ihtisas olmadığını bütün nefaisperverân-ı âsâr teslim etmektedirler.

Meşahir-i hattatînden İbrahim Nefîsî ve Hüseyin Hâmit ve Müstakimzade Sa’deddin efendilerin tezkirelerinde Amasyalı olduğu mestur olan Yâkût-u Müsta’simî ile Amasyalı olduğu muhakkak olan Şeyhzade Hamdullah Efendi’nin hutut u bediasını bu kadar hattatân-ı cihan, cehd-i beliğ ettikleri halde hiçbiri de taklide muvaffak olamamıştır.

Hele üstad demekle meşhur olan Amasyalı Abdullah Efendi ve Poladdest namile meşhur olan Amasyalı Köse Muhiddin Efendi ve biraderi Cemâleddin Efendi ve bunların pederleri Celâleddin Efendi ve Kıbletü’l-hattatîn ve Şeyhü’l-hattatîn vasıflarıyla meşhur olan Hamdullah Efendi’nin damadı ve amcazadesi Şükrullah Halife ve Amasyalı Abdullah-ı Sanî ve Mustafa Dede ve Derviş Muhammed Dede’lerin emsali memâlik-i Osmaniyede pek nadir olarak gelen hattatân-ı cihandan olduklarında herkes müttefiktir.

Müşarünileyh Yâkût ile Hamdullah’tan her biri san’atında muhteri’ olduğu gibi sanayi-i nefiseden diğer hatt-ı bedii siyakati dahi diğer Amasyalı Tacizade Cafer Çelebi ihtira eylediği tarîhen müsbettir. Her biri muhteri olan şu üç hattatın nazîri şimdiye kadar gelmemiştir. Tezâkir-i hattatın mütalaa edenlerin malûmu olduğu üzere “Hattatan-ı Rûm” içinde en ziyade haiz-i şöhret kimselerin ekseriya Amasyalı oldukları görülmektedir. Binaenaleyh hat sanatında Amasyalılar üstad-ı kül olmuşlardır.”

Yahya SufiOsmanlı döneminde yazıda görülen ilk ciddi gelişmeyi Hattat Yahya Sûfi ve oğlu Ali b.Yahya Sûfi’nin kaydettiği ifade ediliyor. Yahya Sûfi’nin Fatih Camii avlu pencerelerinde iç ve dış kısmında bulunan yazıları da bunun göstergesi. Fatih Devri’nin ünlü hattatı Yahya es-Sûfî’nin Aklâm-ı sitte ve celî sülüste üstaddır. Edirneli Yahyâ Sûfî, hat sanatında millî benliği ve millî zevki arayan hattatlardan olarak da bilinir. İslam yazı sanatını zirveye taşıyan hattat olarak tanımlanan Şeyh Hamdullah’ın ilk hocasıdır. Abdullah Sayrafîyi taklit etmiştir. Yahya Sufi (ö. 882/1477) tarihinde vefat etmiştir. Fatih Camii şadırvanlı avlusunda pencere üstü Fatiha sûresi kendisinindir.

Yahya Sufi ile ilgili İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hüsamettin Aksu’nun 550. Yılında İstanbul Üniversitesi etkinlikleri dolayısıyla hazırladığı “Fatih Devri Hat Ustası Ali b. Yahya es-Sufi ve Eserleri” başlıklı bildirisi vardır.

Seyh Hamdullahİslam yazı sanatını zirveye taşıyan hattat olarak tanımlanan Şeyh Hamdullah Amasya’da doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte tarihçiler 1426-1429 olabileceğini kaydetmekte. Hamdullah Çelebi, dini ilimleri ve edebi bilgileri devrinin meşhur alimi Şehzade II. Bayezid ve Ahmed’in hocası Hatip Kasım Efendi’den tahsil etmiş, ileri seviyede Arapça öğrenmiş. İlk hat hocası Sufi Yahya Çelebi-zade Ali Çelebi olmuştur. Onun Fatih Sultan Mehmet’e katip olması üzerine Amasya’da Hayrettin Halil Çelebi hocalığında yazı eğitimini tamamlamış. Şeyh Hamdullah asıl gelişmesini Yakut Musta’sımi ve Abdullah Sayrafi’nin yazıları üzerinde yaptığı uzun çalışmalar sonucunda elde etmiş. Şeyh Hamdullah yazdığı yazı ve kendine has üslûbu ile “ Kıbletül Küttab ” diye anılmıştır. Yazı onun elinde o derece gelişip güzelleşmiştir ki zamanındaki ve daha sonraki hattatlar ona benzemeye çalışmışlarsa da sanatına yaklaşabilen çok az olmuştur. II. Bayezid, şehzadeliği ve Amasya valiliği sırasında Şeyh Hamdullah ile yakından ilgilenmiş, hatta Hamdullah’ın yazı hokkasını kendi elinde tutarak üstada hizmette bulunmuş. Davetlerde de en yakınında oturtmuş, diğer misafirlerden ayrı tutmuş.

1481’de Fatih Sultan Mehmed Han’ın vefatı üzerine tahta davet edilen Şehzade Bayezid, Amasya’dan ayrılırken hocası Şeyh Hamdullah’ı İstanbul’a davet etmiş. Bayezid Han’ın saltanat tahtına çıkmasından bir süre sonra Hamdullah İstanbul’a gitmiş, Amasya’da iken arkadaşlık yaptığı Hattat Abdullah ve Hattat Cemaleddin Amasi’nin evine misafir olmuş. Hocasının İstanbul’a geldiğini işiten Sultan Bayezid Şeyh’e olan muhabbetinden, ona yakın olmak ve sohbetinde bulunmak için sarayın harem dairesi civarında oda tahsis etmiştir. Daha sonra Şeyh Hamdullah, saraya katip ve saray hüddamlığına muallim tâyin edilmiş.

Hattatların piri Şeyh Hamdullah, “Şeyh” unvânını ok atıcılığından almış. Ok ve yay yapmakta meşhur olan Şeyh Hamdullah iyi bir ok atıcısı olduğunu, 1100 adımlık atışıyla göstermiş. Pehlivanlar arasında ok atış rekoru kırarak menzil sahibi üstat olmuş. Bu başarıları sebebiyle Padişah II. Bayezid tarafından Mahmud ve Hamza Dede’den sonra Ok Meydanı Atıcılar Tekkesi Şeyhliği’ne tayin edilmiş. Şeyh Hamdullah aynı zamanda iyi bir terzidir. Diktiği kaftanların dikiş yerlerini bulmakta zorlukta çekilirmiş. II. Bayezid’in şehzadeliği sırasında Şeyh Hamdullah kendi elleri ile diktiği ve hediye olarak verdiği kaftanda dikiş yerleri gizlenmiş.

II. Bayezid’in vefatından sonra oğlu Sultan Selim zamanında sekiz yıl tamamen inzivaya çekilmiş. Hem talebe yetiştirmiş, hem de manevi terbiyesine girmiş müritlerini irşat ederek günlerini geçirmiş. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın tahta çıkması ile tekrar padişahın teveccühüne mazhar olmuş. 1526 yılında İstanbul’da vefat eden Şeyh Hamidullah’ın mezarı Karacaahmet’tedir.

Şeyh Hamdullah doksanı aşan yaşı ile hayata veda ettiği zaman, geride 30 Mushâf-ı Şerif, 50 En’am-ı Şerif ve cüz, 121 mûrakka ve kıt’a, 8 ilmi eser, 6 dua mecmuası bırakmıştır. İlim ve sanat dünyamıza bilhassa altı nevi yazıda eserler vermiştir. 47 adet Mushaf-ı Şerif, Meşarik ve Mesahib-i Şerif, bine ulaşan Enam, Kehf, Nebe sureleri, tomar kıt’a ve murakka yazmıştır. Mimaride tezyini bir unsur olan celi yazılarla pek az meşgul olmakla beraber bilinen celi yazıları İstanbul’un Firûz Ağa Camii, Davut Paşa Camii, Bayezid Camii kitabeleri ile Edirne Bayezid Camii kitabeleri onun eseridir.

Ahmed Karahisari1468 yılında Afyonkarahisar’da doğdu. Esedullah Kirmani’den hattı öğrendi. Celî ve sülüs halta ustalığının doruğuna ulaştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak devri olan Sultan Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni devrinde yaşadı. Sultan Bayezid’in teşvikiyle Yakut Musta’sımi’nin yazılarını inceleyerek altı çeşit yazıyı yeni üslup ve karakterde yazdı. Müsenna adı verilen celî hatta eşi olmayan levhalar yazdı.

Altı çeşit yazıyı çok üstadca yazdığı için kendisine “Yakut-i Rûm” denilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman adına büyük boyda bir Kur’an-ı Kerim yazdı. Az sayıdaki eserlerinin bazıları Topkapı Sarayı Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi ve Sakıp Sabancı Müzesi’nde yer almaktadır. 1556 yılında vefat etti.

U Hasan CelebiÜsküdarlı Hattat Hasan Çelebi, Ahmed Karahisarî’nin talebesi, evlatlığı ve üslûbunun temsilcileri arasında yer alır. Hasan Çelebi, hocası Karahisarî kadar ünlü bir san’atkârdır. Süleymâniye ve Edirne Selimiye Câmileri taşa mahkûk kitâbe ve çini üzerindeki yazılar Hasan Çelebi’nin eseridir.

Evliya Çelebi’nin kaydına göre, Selimiye’nin yazılarına nezaret eden Hasan Çelebi’nin bir gözüne kireç düşer. Kalemlerini yıkadığı kireçli su ile fark etmeden gözlerini yıkayınca diğeri de görmez olur. Bu üzücü olay üzerine Sultan II. Selim, Selimiye’yi dünya gözüyle doya doya seyretmekten mahrum kalan Hasan Çelebi’nin gönlünü alabilmek için ömür boyu maaş bağlatmıştır.

Abdullah KirimiKırım’dan geldi. Mustafa Dede’nin oğlu Derviş Mehmed’den sülüs ve nesih hattı öğrenerek icazet aldı. Adı Kanuni Sultan Süleyman döneminde parladı. Yeni bir yazı tarzı icat etmek istedi. Sülüs yazıda Ahmed Şah Tayyib’in tarzına benzer bir yol benimsedi. Nesih yazıda sin harfinin dişlerini keskin ve yüksek yapıyordu. Fakat sonunda başarılı olamadığı gibi eski uslübunu da bozdu.

Soyadından Tatar asıllı olduğu anlaşılıyordu. Müzik merakı vardı, tambur çalardı. Bir gece rüyasında ölümünün yaklaştığını gördü. Eyüb’e giden yol üzerinde, Emir Buharı Türbesi civarında kendine hır mezar kazdı. Mezar taşına Arapça bir ibare yazdıktan sonra altına adını yazdı. Tarih olarak da 99 rakkamını yazdı. Üçüncü rakamını boş bıraktı. Üçüncüsü ne olacak diye soran oğrencisne “Bu kadar öğrencim var, içlerinden yazacak biri bulunur” dedi. Gerçekten de h.999 (1590) yılında öldü.

ImadH. 961 (1554)’de Kazvin’de doğdu. Safevîler devrinin ünlü nesta’lik hattat ve şairidir. Mîr İmâd ve İmâdü’l-Mülk diye meşhurdur.

İlk tahsilini Kazvin’de yapan İmâd, nesta’lik yazıyı Mâlik Deylemî’den meşk etti. Daha sonra Muhammed Hüseyin-i Tebrîzî adlı hattattan bu sahadaki bilgi ve maharetini geliştirdi.

Mehdi Beyânî, babasını İbrahim olarak kaydederken, Müstakimzâde Hüseyin olrak nakleder. Müstakimzâde ve C.Huart’ın, nisbesini İmâd-ı Hüseynî olarak yazmaları hatadır. İmâd-ı Hüseynî diye bilinen başka bir hattatla karıştırılmıştır. Ekser müellifler İmâd’ın, devlet idaresinde yazışmaları idare eden, hattatlar yetiştiren Kazvinli Hasenî ile Seyfî bir aileye mensup olduğunu söylerler.

Hat tahsilini tamamladıktan sonra, Osmanlı ülkesine oradan Hicaz’a gitti. İran’a döndükten sonra I.Şah Abbas zamanında Ferhad Han Karamanlu’nun kütüphanesinde katip olarak çalıştı. Ferhat Han’ın ölümünden sonra Kazvin’de talebe yetiştirmekle ve yazı yazmakla zamanını geçirdi. Safevîler’in İsfahan’ı başkent yapmaları üzerine sarayda I.Şah Abbas zamanında katiplik yaptı ve şehzadelere ders verdi. Sanat hayatının en verimli on altı yılı sarayda geçti. Nureddin Muhammed Lâhicî, Abdürreşid Deylemî, Oğlu Mîr İbrahim, Abdü’l-Cebbar Ebû Türâb İsfahânî ve İmâd üslûbunu İstanbul’da yayan Derviş Abdî Buhârî gibi üstadlar yetiştirdi. İmad’ın sarayda gördüğü itibar ve alaka diğer sanatkarların kıskançlığına, bu kıskançlık ve hasedin de Şah’ın ondan yüz çevirmesine, nihayet öldürülmesine sebep oldu. Araştırmacılar bu olayda Şah’ın aşırı Şiî, İmâd’ın ise Sünnî olmasının rolü üzerinde de duruyorlar. Hatta Şah’ın: “Beni bu sünnînin elinden kurtaracak yok mu? Bu mağruru öldürecek yok mu?” dediğini naklederler. Ölümü bütün İslam ülkelerinde üzüntüyle karşılandı. Hind Padişahı Cihangir: “Eğer İmâd’ı diri olarak bana verselerdi, ağırlığınca mücevher verirdim.” dediği söylenir. Bu olaydan sonra Oğlu Mîr İbrahim ve kızı Gevher Şâd ve diğer aile efradının Osmanlı’ya sığındıkları ve Anadolu’da yaşadıklarını öğreniyoruz.

Baba Şah ve Mîr Ali Herevî gibi üstadların yazılarını tetkik ederek, istifade eden İmâd, nesta’lik yazıda günümüze kadar devam eden kendi üslûbunu ortaya koymuştur. XVII. yüzyıldan itibaren İslam ülkelerinde de yayılmış olan İmâd üslûbu, Osmanlı hattatlarına iki asır tesir etti. XIX. yüzyıldan itibaren Türk nesta’lik üslûbu doğdu. Bu üslûbun öncüsü Yesârî ve oğlu Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’dir.

Eserlerinin çoğu İran ve Türkiye’de bulunan İmâd pek çok kitap, risale, murakka’ ve kıt’a yazmıştır. (İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, F, nr, 1428, 1427, 1488, 1492). Eserlerine çoğunlukla Mîr İmâd-ı Hasenî-i Kazvinî, İmâdü’l-Mülki’l-Hasenî, Mîr İmâd-ül-Hasenî, Mîr İmâd, İmâd, İmâd-ül-Mülki’l-Haseni’s-Seyfî şeklinde ketebe koymuştur.

H.1024 (1625) yılında vefat etmiştir.

SKasimGubariDiyarbakır’dan İstanbul’a gelmiş, Şerif Abdullah Efendi’den sülüs ve nesih yazıyı meşk etmiştir. Şeyh Hamdullah Efendi’nin damadı Şükrullah Halife’den yazı öğrenen İstanbullu Şerif Abdullah Efendi’den sülüs ve nesih meşk etmiştir.

Seyyid Kasım Gubâri, dört âyet ve on beş kelimeden oluşan İhlâs Sûresini bir prinç tanesi üzerine yazma mahareti gösterdiği için “Gubâri” lakabını almıştır. Medrese eğitimi gören Kasım Efendi, Süleymaniye Müderrisi iken Cemaziyelahir 1027/Haziran 1618’de Nakibüleşraf olmuştur. Bu göreve getirilişi dolayısıyla şâir Hâşimi şu tarihi düşürmüştür:

“Kâsım efendi şimdi nakib oldu izzetle, 1027”

Bu görevinden sonra Mekke ve İstanbul payelerini elde etti. Cemâziyelahir 1034/Mart 1625 tarihinde vefat etti. Kabri Eyüp Sultan Türbesi haziresindedir. Kendisinin âlim ve tatlı bir zat olduğu nakledilmiştir. Sultan I. Ahmed’in yaptırdığı Sultanahmed Camii’nin celî sülüs yazıları kendisinindir. Tabii bu camiinin, sıva üzerinde bulunan yazıları 1976-1988 restorasyonunda yenilenmiş ve bir çoğu yeniden yazdırılmıştır. Bu sebeple, Kasım Gubâri yazıları olarak sadece, mermer üzerine hakkedilmiş celî sülüs hatlar kalmıştır.

HalidErzurumi_002Erzurum´da doğdu. Tuhfe-i Hattatîn´de Halid Bin İsmail olarak geçer. İstanbul´a geldi ve zamanın büyük üstadı Hasan Üsküdâri´den (v.1614) aklâm-ı sitte´yi meşk etti ve icazet aldı. Tuhfe´de; “Asrın Ferîdi ve akranının vahidi olub Derviş Ali merhum gibi kâbi âli üstada üstad olmuşdur.” yazılıdır. Bugün bilinen iki parça nesih hattı onun yazıdaki yüksek kabiliyetini ve Şeyh ekolündeki derecesini göstermektedir.

Teknecizâde İbrahim Efendi, Nefeszâde İsmail Efendi ve büyük Derviş Ali Efendi en önemli talebeleridir. Tuhfe´de “Hatm” kelimesiyle vefatına tarih düşürülmüştür. Hicri 1040, miladi 1630 tarihidir.

Dervis Aliİstanbul’da doğdu. Sülüs ve nesih yazıyı Halid Erzurumi’den öğrendi. Elliden fazla Kur’an-ı Kerim, En’am, Evrad, kıt’a ve murakka yazdı. Derviş Ali’ye Şeyh Hamdullah hattının “İkinci Va’z’ı” denirdi. Yazılarını Şeyh Hamdullah’ın yazılarından ayırmak güçtü. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Hafız Osman gibi çok seçkin öğrencileri vardı. 1673 yılında vefat etti. Kabri Topkapı dışında, Mesnevî’yi şerheden Sarı Abdullah Efendi’nin [1071/1660] kabri yakınındadır.

SuyolcuzadeH. 1028 (1619) tarihinde dünyaya geldi. Eyüp’te doğduğu için “Eyyûbî”, Suyolcu Ömer Ağa’nın oğlu olduğu için de “Suyolcuzâde” lakabıyla anılmaktadır. Davhatü’l-küttâb müellifi Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi’nin büyükbabasıdır. Başlangıçta Dede ismiyle bilinen bir hattattan ders almıştır. Bu zâtın vefatı ile I. Derviş Ali’den aklâm-ı sitte meşk ederek icazetname almıştır. Sultan IV. Mehmed devrinin seçkin hattatlarındandır.

Suyolcuzâde, Şeyh Hamdullah Mektebi’nin son halkası olarak kabul edilir; zira yetiştirdiği Hafız Osman yeni bir mektebin sahibi olmuştur. Yetiştirdiği en önemli talebeleri; Hafız Osman (1642-1698), Hocazâde Mehmed (ö. 1695), Câbizâde Abdullah (ö. 1736)’tır. Elli kadar mushaf, yüz kadar en’am yazdığı rivayet olunur. 1097/1686 tarihinde vefat ederek Eyüpsultan’da toprağa verildi. Mezarı tahrip olunca, mezar taşı kitabesi İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde muhafaza altına alındı.

Abdurresid

İsfahanlı Abdürreşid talik yazıda yeni bir yol açan Üstad İmad’in öğrencisidir. Yazısı çok beğenilen bir hattattı. 1647’de vefat etti.

AhmedSiyahi

Talik hattı çok güzel yazdığı için zamanının “İmad”ı sayılırdı. Yakın akrabası ve üstadı Tophaneli Mahmud Efendi’den icazet aldı. Zaman içinde birçok değerli hattat yetiştirdi ve talik dersleri verdi. Şairliğinin yanı sıra, Askeriye’de büro şefliği yaptı. 1687 yılında vefat etti.

HafizOsman_010H.1052 (1642)’de dünyaya gelen Hafız Osman Efendi, Aklam-ı Sitte’de Şeyh Hamdullah’dan sonraki en büyük atılımı gerçekleştirmiştir. Derviş Ali (ölümü 1678) ve Suyolcuzade Mustafa Eyyubi’den yazı meşkeden Hafız Osman Efendi, Şeyh Hamdullah’ın üslubunu derinlemesine öğrenebilmek için Nefeszade İsmail Efendi’den (ölümü 1678) de dersler aldı. Hocalarının vefatından sonra kendi üslubunu ortaya koyarak sanatını gittikçe geliştirmiştir. 1110 (1698) yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Aklam-ı Sitte’de Şeyh Hamdullah’dan sonraki en büyük atılım Hafız Osman Efendi ile olmuştur. Derviş Ali (ölümü 1678) ve Suyolcuzade Mustafa Eyyubi’den yazı meşkeden Hafız Osman Efendi, Şeyh Hamdullah’ın üslubunu derinlemesine öğrenebilmek için Nefeszade İsmail Efendi’den (ölümü 1678) de dersler aldı. Hocalarının vefatından sonra kendi üslubunu ortaya koyarak sanatını gittikçe geliştirmiştir.

Hafız Osman’la Türk yazı üslubu yeni bir yükseliş devrine girmiştir. Zamanın bütün hattatları ondan ders alıp onun yazı sanatını benimsemişlerdir. Sultan III. Ahmet ve Sultan II. Mustafa da onun öğrencileri arasındadır. Taş basmasıyla çoğaltılan Kur’an’lar Hafız Osman’ın şöhreti bugün Uzakdoğu ülkelerine kadar bütün İslam coğrafyasına yayılmıştır.

Osmanlı Devletinde yetişen âlim, velî ve büyük hattatlardan. 1642 (H.1052) senesinde İstanbul’da doğdu. Babası, Haseki Câmiinin müezzini Ali Efendi idi. Zamânının hat üstâdı olması sebebiyle, ilmî yönden çok hattatlığı ile meşhûr oldu. Osmanlı Devletinin en meşhûr hattâtı Şeyh Hamdullah Efendiden yüz sene sonra gelip, onun gibi yeni bir çığır açtığı için Şeyh-i Sânî (İkinci şeyh) nâmıyla anıldı. 1698 (H.1110) senesinde İstanbul’da vefât edip, müdâvimi olduğu Kocamustafapaşa’daki Sünbül Efendi Dergâhı bahçesinde defnedildi.

Küçük yaşta, Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen Osman Efendi, Hâfız Osman nâmıyla anılmaya başlandı. Kur’ân-ı Kerîme saygısı ve edebi ile dikkatleri çekti. Sadrâzam Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa tarafından himâye edildi. Kur’ân-ı Kerîm yazısına istidât ve hevesi dikkate alınarak, hat ustalarından Derviş Ali Efendi’den ders alması temin edildi. Derviş Ali Efendi kendisinin yaşlılık devresinde olması sebebiyle böyle kâbiliyetli bir talebeyi oyalamak istemedi. Kendi talebelerinin ileri gelenlerinden olan Suyolcuzâde Eyyûblu Mustafa Efendiye havâle etti. Suyolcuzâde’den, aklâm-ı sitte adı verilen, sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkî ve rik’a adındaki altı çeşit yazı şeklini öğrendiğine dâir icâzet aldı. Bu sırada on sekiz yaşındaydı. 1659 (H.1070) senesinde Şeyh Hamdullah’ın yazı stilini zamanında en iyi bilen hattat Nefeszâde İsmâil Efendiye talebe oldu. Yeniden Elif Ba’dan başladı. Şeyh Hamdullah’ın yazı üslûbunun bütün inceliklerine vâkıf oldu. Yazıları Şeyh Hamdullah’ın yazılarına o kadar benzerdi ki, işin mütehassısı olan kimseler bile, imzâsız yazıların kime âit olduğunu ayırt edemezlerdi.

Hâfız Osman, kırk yaşına kadar Şeyh Hamdullah’ın usûlünde yazı yazmaya devâm etti. 1679 (H.1090) senesinde sülüs ve nesihte kendi usûlünde eserler vermeye başladı. Şeyh Hamdullah’ın yedinci asır hattatlarından Yâkut-ül Musta’sımî’yi unutturduğu gibi, Hâfız Osman’ın ünü de beş sene gibi kısa bir süre içerisinde Şeyh Hamdullah’ı insanların zihninden sildi. Hat’tan (güzel yazıdan) bahsedilen her yerde Hâfız Osman akla gelirdi. Devrin ileri gelen hattatlarından Ağakapılı İsmâil Ağa, Hâfız Osman Efendi’nin üstünlüğünü kabûl ederek; “Hüsn-i hattı biz bildik, Osman Efendi yazdı.” derdi. Zamanın Padişahı Sultan İkinci Mustafa Han’a 1694 senesinde hat dersleri vermeye başladı. Hâfız Osman Efendi, Padişahın arzu ettiği yazıları yazar, Padişah da o yazıları taklit ederdi. Hâfız Osman Efendi yazı yazarken, Padişah hokkasını tutardı. Sultan Üçüncü Ahmed Han da, Hâfız Osman’ın hat dersi verdiği talebeleri arasındaydı.

Hafiz OsmanSünbül Efendi dergâhı şeyhlerinden Seyyid Alâeddîn Efendi’den aldığı ilim ve feyzle, kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye eden Hâfız Osman Efendi, ilim ve ibâdette zühd ve takvâda çok ilerlemişti. Hâl ve hareketlerini, ahlâk ve tabiatını Allahü teâlânın emrine, Resûl-i Ekrem’in sünnet-i şerîfine uydurmakta büyük mesâfeler kat etmişti. Her hafta cuma günleri Sünbül Efendi dergâhına gider, dervişlere zikir esnâsında nezâret eder, onlara yol gösterirdi. Zikir esnasında kendisinden geçer, koynuna koyduğu varaklar hâlindeki yazılar, ortalığa yayılırdı. Üzerinde fevkalâde güzellikte yazılar bulunan bu varaklar, orada bulunanlar tarafından toplanır, daha sonra Hâfız Osman’ın müsadesiyle arzu edenlere dağıtılırdı. İhtiyâcı olan dervişler, kendisine verilen yazıyı satarak ihtiyâcını görür, ihtiyâcı olmayan da bereketlenmek için saklar, evinin en güzel köşesine asardı.

Hâfız Osman Efendi, gâyet mütevâzî ve cömertti. Allahü teâlânın bir kulunu memnun etmekten bir Müslümanın işini görüp, duâsını almaktan çok hoşlanırdı. Meşk (Hat) dersi almak için gelen hevesli ve istidâtlı olan herkesle ilgilenirdi. Pazar ve çarşamba günleri umûmî ders yapardı. Bir gününü zenginlere, bir gününü de fakirlere ayırmıştı.Cumâ günleri Sünbül Efendi Dergâhı’na giderken evinden erken vakitte çıkar, yolu üstünde, elindeki yazısını tashîh ettirmek için bekleyen talebelerle tek tek ilgilenirdi. Bekleyeni gördüğünde hemen atından iner, yol üstündeki bir taşa oturur, gerekli düzeltmeyi yapardı. Talebelerinin özürlerini kabul eder, onları sıkıntıya sokmazdı. Bir gün talebelerinden biri peşi sıra geldi. Takip edildiğini anlayan Hâfız Osman Efendi, dönüp ona ne arzu ettiğini sordu. O da, rahatsızlığı sebebiyle birkaç gündür dersine gelemediğini, meşkini tashîh ettirmek için de fırsat bulamadığını söyledi. Osman Efendi, talebenin özrünü kabûl edip, hemen atından indi. Yol üstünde bir taşa oturup, gerekli tashîhi yaparak talebenin gönlünü ve hayır duâsını aldı.

Hafiz OsmanHâfız Osman Efendinin bu hâlleri padişah hocası olduktan sonra da değişmedi. Aynı tevâzu ve aynı alçak gönüllülüğü devâm etti. Eline geçen malı Allah yolunda, fakir fukarâya harcar, kendisi eski hâlinde devâm ederdi.

Hâfız Osman Efendi, vakitlerini bir an boş geçirmez, ya ilim öğrenmekle, ya ibâdet etmekle, ya ilim öğretmekle veya hat dersleri vermekle geçirirdi. Elinin alışkanlığının bozulmaması için her gün mutlakâ yazardı. Hacca giderken de her konaklayışta yazı yazmış, el alışkanlığının bozulmamasına çok dikkat etmiştir.

Ömrünün sonuna doğru hastalanıp felç hâli vâki oldu. Pâdişâh bizzat ilgilenip, kendi doktorlarını gönderdi. Yapılan tedâvi neticesi, Allah’ın izniyle kısmen şifâ bulup üç sene daha yaşadı. Meşk çalışmalarına ara vermeden, hastalığında bile devâm etti.

Vefât etmeden önce, en son dersini Yedikuleli Emîr Efendiye verdi. Emîr Efendinin İmâm-ı Zeynelâbidîn hazretlerinin bir şiirinden; “Ve eykane ennehû yevm-el-firâk” (O, onun ayrılık günü olduğunu kat’î olarak bildi) mısra’ı üzerindeki hat çalışmasını tashîh edip, düzeltti. İki saat sonra vefat eyledi. Sünbül Efendi Dergâhı bahçesinde defin sonrası imâm efendi telkîn vermek için kalkınca, orada bulunan zamanın evliyasından Sipâhi Mehmed Dede, hemen müdahale edip; “Hacı Efendi, zahmet çekme! Merhûmun işi çoktan tamam oldu. Rûhu illiyyîne yükseldi. Hak teâlâ şefâatini müyesser eyleye!” dedi.

Hafiz OsmanKırk sene boyunca durup dinlenmeden çalışan Hâfız Osman Efendi; yirmi beş Mushaf-ı şerîf, çok sayıda En’âm-ı şerîf, Delâil-i hayrât, yazı kıt’aları, karalamalar, murakkalar yazdı. Bir gece rüyâsında Resûl-ü Ekrem efendimizi görmekle şereflenerek aldığı emir üzerine, ilk defâ levha şeklinde Hilye-i Saâdet’i yazdı. Bu hilyelerde Resûl-i Ekrem’in şemâil-i şerîflerini, mübârek yüzlerinin şekillerini, Hazret-i Ali’nin rivâyetine göre târif etti. Asırlarca elden ele duvardan duvara dolaşan Hilye-i Saâdet levhaları, cemâl-i Resûlullah’a âşık insanların yetişmesine vesîle oldu. O’nun mübârek şemâil-i şerîflerini geceleri rüyâlarında, gündüzleri âşikâre gören bu mübârek insanlar, Hâfız Osman Efendiye binlerce duâlar gönderdiler.

Hattat Osman Efendi, özenerek, bütün ustalığını kullanarak şânına lâyık edeb ve saygıya riâyet ederek yazmış olduğu Mushaf-ı şerîfleri; zamânın en usta nakkaş ve tezhibcilerine teslim ederdi. Onlar da aynı edeb ve saygı içerisinde vazifelerini icrâ ederler, asırlara mâl olacak, binlerce Müslüman tarafından kopya edilip yazılacak, milyonlarca Müslüman tarafından okunacak şâheserler vücûda getirdi. Hâfız Osman Efendinin eserlerini, yeğeni Bayrampaşa türbedârı Hâfız Mehmed Çelebi ve Ahdeb Hasan Çelebi gibi tezhib ustaları süslerlerdi. İstanbul’un, zamânın hilâfet merkezi olması sebebiyle, Hâfız Osman hattı ile basılan Kur’ân-ı Kerîm’ler bütün dünyâya yayıldı. Hâfız Osman Efendi de bütün dünyâda rahmetle anıldı.

Birçok talebe yetiştiren Hâfız Osman Efendi, hiçbir talebesinden ücret almaz, bilakis talebesinin kâğıt ve kalem ihtiyâcını da kendisi tedârik yoluna giderdi. Kendisinden icâzet alan talebe, tam bir ahlâk ve edeb numûnesi olarak mezun olurdu. Hâfız Osman Efendinin, elli civârında talebesi kitaplarda kaydedilmiştir. Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi, Anbârîzâde Derviş Ali Efendi, Hasan Üsküdârî, Bursalı Mehmed Efendi, Kürtzâde Bursalı İbrâhim, Derviş Mehmed Kevkek ve Yûsuf-i Rûmî, Hâfız Osman Efendinin ileri gelen talebeleri arasındadır.

IsmailNefeszade_001Nefeszâde İsmail Efendi İstanbulludur; Nefeszâde olarak bilinir. “Gülzâr-ı Savâb” müellifi Nefeszâde Seyyid İbrahim Efendi’nin akrabasıdır. Sülüs ve nesih yazıyı Halid Erzurûmîden meşk etmiştir. Halid Erzurûmî, Suyolcuzade’den icazet aldıktan sonra onu tekrar Elif-Be’den meşke başlatıp Şeyh Hamdullah tarzını öğreten kişidir. Şeyh Hamdullah vadisinde rakipsiz olduğu bilinmektedir. H. 1090/1679 tarihinde vefat etmiştir.

IbrahimVahdi_001Bulgaristan’da Hacıoğlu Pazarı denilen yerde doğdu. Vahdi talik yazıyı Siyahi Ahmet Efendi’den öğrendi ve icazetname aldı. Sülüs ve nesih yazıyı da Akbaba İmamı Mehmed Efendi’den öğrendi. Bazı eserleri Şehit Ali Paşa Kütüphanesi’nde yer almakta. Tefsir-i Beyzavi’yi açıklayarak birçok eser üretti.

Müderris olduğu için, Halep Kadısı iken 12 Rebiulahir 1126/ 16 Nisan 1714 tarihinde vefat etti. Eyüpsultan Türbesi Haziresine defnedildi. Üç lisan bildiği nakledilmiştir.

ArapzadeMBOmer

Eyüplüdür. Recep Halife’den ders aldı. Suyolcuzade Mustafa Efendi’den icazetname aldı. Yazdığı Kur’an-ı Kerimlerin sayısı 477’ye ulaştı. Üsküdar’da Valide Camii’nde bulunan Kur’an’lar Ömer Efendi’nin kaleminden çıktı. 1715 yılında vefat etti.

YedikuleliSA_002H.1081 (1670) yılında İstanbul’un Yedikule semtinde doğdu. Soyu Hz. Muhammed (S.A.V.)’e dayandığı için imzalarında seyyidliğini zikrederdi. Bir diğer adı da Emir’dir. 17 yaşında iken Hafız Osman’dan aklam-ı sitteyi meşk etmeye başladı. 40 ay gibi kısa sürede icazet aldı. İmrahor Camii imamet vazifesini ömrünün sonuna dek sürdürdü. Mushaf, En’am, sayısız kıt’a, murakka. Hilye ve sair kitaplar yazdı, pek çok öğrenci yetiştirdi. Eğrikapılı Mehmed Rasim Efendi ve Şekerzade Mehmed Efendi en tanınan öğrencilerindendi. Sultan III. Ahmed’in ilgisiyle Topkapı Sarayı’nın meşk muallimliğine getirildi. H.1144 (1731) yılında vefat etti.

Kürtzade Hafız Efendi diye anılırdı. Sultan Orhan Camii’nin hatibi ve babası gibi Ulu Cami’nın imamıydı. Hafız Osman Efendi’den sülüs ve nesih yazıyı öğrendi. Yazının altı çeşidinde olduğu gibi celi ve hurda yazıda da ustaydı. 1733 yılında vefat etti.

Sekerzade MehmedManisalı Mehmed’in babası şeker satıcısı olduğu için “Şekercizade” diye anılırdı. Yazılarında adını “Şekerzade” diye yazardı. İbrahim Kırımi’den sülüs ve nesih yazıyı öğrendi. İcazetini İmrahor Camii imamı Yedikuleli Seyyid Abdullah’dan aldı. Padisah tarafından Şeyh Hamdullah’ın yazdığı Kur’an’ın tıpkısını yazmak üzere Medine’ye gönderildi. Dönüşünde Kur’an’ı tezhipleterek Sultan l.Mahmud’a hediye etti. Hat hocalığı yaptı. 1752’de vefat etti.

MehmedImamzade_001Babası Beşiktaş’da imam olduğu için İmamzade derlerdi. Sülüs ve nesih yazıyı Tophane’deki Aralık İmamı’ndan öğrendi ve Aralık ayında icazet aldı. 1751 yılında vefat etti.

HuseyinHabli_001Hüseyin bin Ramazan (ö.1157 / 1744), İstanbul’a geldikten sonra Zindankapısı’nda habbâl, yani ipçi olarak geçimini temin ettiğinden Hablî yahut İpçi Hüseyin adıyla bilinir. İkinci Derviş Ali’nin talebesidir.

EgrikapiliMR_0011687 yılında dünyaya geldi. İlk derslerini babası Yusuf Efendi’den, daha sonra saray hocası Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi’den meşk ederek, altı çeşit yazıdan icazet aldı. Sadrazam Şehit Ali Paşa tarafından, Galata’da açılan Saray-ı Hümayun’un meşk hocalığına tayin edildi. 1737’de yeni talik hocası Mustafa Efendi’den boşalan saray hat hocalığına atanarak saray kâtibi oldu. Enam, Delail, Evrad, vakfiye ve altı çeşit yazıda muhtelif murakka ve kıtalar yazdı. 1755 yılında vefat etti.

EbubekirRasid_001Konyalı Kazazede Seyid Ahmet Efendi’den Hüsnühat dersi aldı. Sülüs ve nesihi Hüseyin Habil’den öğrenerek icazet aldı. Birçok öğrenci yetiştirdi. Ebubekir Raşid’in Nuruosmaniye Camiinde bir odası vardı. 1782 yılında vefat etti.

MEsadYesari_003Mehmed Esad Efendi, selefleri olan, hat sanatının ustalarından, Şeyh Hamdullah, Süleymaniye camiindeki yazılarını hayranlıkla temaşa ettiğimiz Şemseddin Karahisâri ve 17. asrın en büyük Hattatı Hafız Osman Efendiler gibi hat sanatına yenilik getirmiştir.

Osmanlı sanatkârları belli başlı hat nevileri olan; Kûfî, Muhakkak, Reyhani, Nesih, Celî Sülüs, Tevkî, Raik’a, Divanî, Siyâkat, Gubâr, Tuğra, Menşur, Zülfü Arûs, Hilâli, Muinî, Şikeste, Müselselde en mükemmel şekli bulmuş ve icra etmişlerdir.

Yalnız Esad Yesârî Efendiye gelinceye kadar ‘Ta’lîk” yazıda İran hat sanatkârları önde bulunmaktaydı. Yesârî Efendi Ta’lik yazıya da en mükemmel şekli kazandırmış ve hat sanatının bu nevinde de en mükemmel eserleri Osmanlı sanatkârlarının verebileceğini ispatlamıştır.

Hattat Yesârî Efendi’nin hayatı da eserleri kadar dikkat çekicidir. O, azmin ve iradenin muvaffakiyetin temel şartı olduğunu göstermiştir. Yesârî Efendi dünyaya geldiğinde vücudunun sağ tarafı felçli ve sol tarafı titrekti. Fakat O, vücudun hakiki sahibinin kendisi olmadığını idrak edecek bir imana sahipti. Bu durumun çalışmaya, meslek edinmeye ve meslekte uzman olmaya mâni teşkil etmeyeceğini gösterircesine çalıştı. Küçük yaşta hattatlığa merak sarmıştı. Sağ eli felçli olduğundan sol eliyle yazıyordu. Bu yüzden “Yesârî” diye anılmaya başlanmış ve daha sonraları bu sıfat isminin yerine kullanılmıştır.

Devrin meşhur hattatlarından Seyyid Mehmed Efendi’den meşk etmiş kısa zamanda kabiliyetini göstermiştir. Bir müddet Seyyid Mehmed Efendi’den meşk ettikten sonra icazet almıştır. Daha sonra, Hattat-ı şehir Kâtipzâde Mehmed Refı’ ve İsmail Refik Efendilerden de 1767’de icazet almıştır. Kısa zamanda temayüz eden ve çevrede tanınan Mehmed Esad Efendi gayet mütevazi bir karaktere sahipti. Bu yüzdendir ki sanatının takdiri yanında herkes tarafından sevilip, sayılmış, devrin ileri gelenlerinden büyük itibar görmüştür.

MEsadYesari_005Devletin Şeyhülislâmı Veliyüddin Efendi, Mehmed Esad efendinin vücutça hastalıklı olmasına rağmen Hat sanatında kemâle erişi ve bu derecemaharetine nisbeten gösterdiği tevazuu karşısında; “Cenab-ı Hak, bu zatı bizim enf-i istihbarımızı (kibirlenen burnumuzu, kibirliliğimizi)kırmak için göndermiştir.” demekten kendini alamamıştır. Es’ad Yesari Efendi, bu güzel sanatı gittikçe tekâmül ettirerek devrinin en meşhur hattatları arasında yer almıştır. Bu ustalığından dolayı Enderun’ı Hümâyun’a hat muallimi olarak tayin edilmiştir. Sultan 3.Selim’in de takdirini kazanmıştır. Esad Mehmed Efendi’nin hayatına dair değişik bir çizgi olarak 1791 senesinde kendisi gibi hattat olan oğlu Mustafa İzzed Efendiyle birlikte Hacca gittiğini bilmekteyiz.

Mehmed Esad Efendi tevazuu yanında sanatını öğretmekte de gayet cömertti. Sanatının zekatını, sadakasını, hatta bu sahadaki bütün varlığını cömertçe taliplilere dağıtıyordu. Evi âdeta bir mektep haline gelmişti. Bu sanata merak salanlar haftanın belirli günlerinde evini dolduruyor ve bu büyük sanatkardan meşk ediyorlardı. Mehmed Esad Yesârî Efendi 19 Aralık 1798’de İstanbul’da vefat ettiğinde geride kendisini ebediyyete kadar hatırlatacak pek çok levhalar, kitabeler bırakmıştı.

Devrin şairlerinden Süruri vefatına şu kıt’ayla tarih düşürmüştür:

“Hattât-ı hoş nivis Yesari Efendi’nin

Fevtîle kiydi hâme-i terceme-i siyah

Tarihi harfi mu’ceme ta’lik edüb dedim

Ceffelkalem Yesârîi Hattat getdi ah”

HafizYusuf_001Hafız olduktan sonra hüsn-ü hatta heves edip, İbrahim Rodosi’den icazet aldı. Hattın inceliklerini Hoca Rasim Efendi’den öğrendi. İbrahim Daimi, Galata Sarayı’ndan ayrıldıktan sonra yerine Hafız Yusuf tayin edildi. 1786 yılında vefat etti.

MustafaRakim_009Hayatı hakkında sınırlı bilgilere sahip olduğumuz Mustafa Râkım Efendi, bugün Ordu İli’ne bağlı Ünye İlçesi’nde 1171/1758 yılında dünyaya geldi. Babası Mehmed Kaptan’dır. İlköğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra, tahsilini ilerletmek maksadıyla İstanbul’a geldi, İstanbul’a kaç yaşında geldiği belli değildir.

İstanbul’da ağabeyi İsmail Zühdî’nin himayesinde ilmî tahsiline başladı. Ayrıca sanata, bilhassa hüsn-i hatt’a karşı merak ve kabiliyeti sebebiyle önce ağabeyi İsmail Zühdî’den sülüs ve nesih yazılarını meşk ederek icazetini l l 83/1769’da on iki yaşında aldı. İcazet aldığında kendisine “Râkım” mahlâsı verildi. III. Derviş Ali’den de yazı meşk etti. Bu arada ilmî tahsilini de tamamlayarak, İlmiye İcazetnamesini aldı. Mustafa Râkım, hafız ve müderrislik unvanlarını imzalarında kullanmıştır.

Ayrıca resme karşı alâkalı ve başarılı bir ressamdı. Yaptığı resim, Reisü’l-Küttâb Râtip Efendi vasıtasıyla III. Selim’e takdim edildiğinde resim çok beğenildi ve padişahın resmini yapması emredildi. Resmi yapıp padişaha takdim ettiğinde, H. 1203 tarihinde müderrislik payesi verildi. Yine bu vesile ile Hattat Râkım Efendi’ye sikke ressamlığı ve tuğrakeşlik görevi verildi. Devrin ileri gelenleri ile olan münasebeti dolayısıyla, onların çocuklarına yazı dersleri verdi. Hattat Râkım’ın Sultan II. Mahmud’a yakınlığı ve ona hat dersleri vermesi, padişah olmasından sonradır.

Râkım Efendi, Râtib Efendi’ye intisabı ile devlet ileri gelenleriyle münasebet kurdu. Yazıcı Mehmed Münîf Efendi ve Reisü’l-Küttâb Reşîd Efendi, münasebet kurduğu kişilerdendir. Yazıcı Mehmed Münîf Efendi vasıtasıyla Padişah III. Selim ile tanışır. İlk resmî görevini de bu vesile ile otuz yaşında müderris olarak alır. Bu arada kendisine Sikke-i Hümâyûn ressamlığı ve tuğra tanzimi görevi verilir. 1224/1809’da İzmir mevleviyeti, 1229/1814’te Edirne pâyesi, 1231/1816’da Mekke pâyesi, 1233/1818’de İstanbul pâyesi, 1235/1820’de Anadolu pâyesi ve nihayet 1238/1822’de Anadolu sadâretine tayin olunur, 4 Rebîulevvel 1239/8 Aralık 1823 Pazartesi gününe kadar bu görevde kalır.

Kendisi Saray’a intisabı dolayısıyla çok rahat bir hayat geçirmiştir. Özellikle Sultan II. Mahmud devrinde epey rağbet gören Râkım Efendi, devamlı Saray’a davet edilir, Padişah kendisi ile yazı meşk ederdi. Saray’dan ayrılırken de kendisine, bohçalar içinde kumaşlar ve altınlar ihsan olunurdu.

Mustafa Rakım

Sultan II. Mahmud, Râkım Efendi’yi bir saraylısı, Emine Hanım ile evlendirmiş, fakat çocukları olmamıştır. Hayatının sonlarına doğru felç geçiren Mustafa Râkım Efendi, 15 Şa’ban 1241 (25 Mart l826) Cumartesi günü vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine Fatih – Karagümrük’te Atikali Paşa Câmîi’nin yanındaki arsaya defnedilmiştir. Sonradan mezarının üzerine hanımı tarafından bir türbe ve yanına da medrese inşa olunmuştur.

Bir kadirşinaslık olarak günümüzde Fatih Karagümrük’te türbesinin bulunduğu mahalle yakın bir yerdeki ilköğretim okuluna “Hattat Râkım İlköğretim Okulu” ve türbesinin bulunduğu sokağa “Hattat Râkım Sokağı” adı verilmiştir.

MustafaKutahi_0031787’de Kütahya’da doğdu. “Şeyhzade” diye tanınırdı. Fatma Sultan Cami’nin imamına damat oldu. Rodoslu İbrahim’den icazet aldı.

IsmailZuhdi_007Karadeniz’in Ünye kasabasında doğdu. Babası ile İstanbul’a geldi ve Ahmed Hıfzı Efendi’den aklâm-ı sitte öğrendi. 1766’da icazetle beraber Zühdi mahlasını aldı. Sultan III. Mustafa devrinde Enderûn-ı Hümayun’un hat hocalığına getirildi ve ölümüne kadar bu görevde kaldı. Saray-ı hümayun hattatı oldu, 40 Mushaf, sayısız kıt’a, murakka ve hilye yazdı. Yetiştirdiği hattatlar arasında kardeşi Mustafa Rakım da yer almaktadır. 1806’da vefat etti.

Sultan2Mahmud_0041806 yılında dünyaya geldi. Sultan II.Mahmud güzel sanatlar ve batı kültürü ile yakından ilgilendi. Maarif teşkilatının ıslahı için çalıştı. Avrupa’dan hocalar getirdi. Harbiye, Bahriye mektepleri gibi, Meclisi Valay-ı Ahkam-ı Adliyye, Şuray-ı Askeri de onun zamanınında kuruldu. Hat sanatına ilgi duyan Sultan II. Mahmud, herkesin anlayabileceği tarzda yazı yazmakta ustaydı. Sultan II. Mahmud, nesih, sülüs ve özellikle celî sülüs üzerinde çalıştı. İlk önce Kebecizade Mehmed Vasfi’den, sonra da Mustafa Rakım Efendi’den ders aldı. 1839 yılında vefat etti.

Sultan2Mahmud_002Bazı yazıları Rakım Elendi tarafından büyük bir titizlikle tashih edilirdi. Varak altın ile siyah, nefti, mavi ve fes rengi koyu zemin üzerine malakari tekniğjyle kabartma olarak devrin sanatkarlarına yaptırılır ve imparatorluğun çeşitli şehirlerinde abidelere asılırdı. Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde, Sultan II. Mahmud’un tashih görmeyen yazılarından örnekler vardır.

MehmedTahir_002Mahmud Celaleddin Efendinin başta gelen öğrencilerindendi. Sultan Abdülmecit’in yazı hocası idi. 1845 yılında vefat etti.

AliHaydar_001Ali Haydar Bey 1802’de doğdu. Asrın seçkin hattatlarındandır. Talik yazı üstadıdır. İcazetnamesi Topkapı’da bulunmaktadır. 1870’de vefat etti.

KebecizadeMV_001

Zamanının hoca hattatlarındandı. Pek çok talebesi vardı. Saray-ı Amire’de ikinci hat hocası idi. II.Mahmud’un Mustafa Rakım’dan önceki hat hocalığını yaptı. H. 1181’de icazet aldı. 1831 yılında vefat etti.

MCelaleddin_013Kafkasya’da doğdu. Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman’dan ilham alarak kendi ekolünü oluşturdu. Kişilik özelliklerini hemen hemen tüm eserlerine yansıttı. Diğer hattatlardan farklı alarak imzasını yazılarının çeşitli yerlerine atardı. Nesih, sülüs ve celi yazıları olan hattat, Eyüp Camii İmaretinin iç kitabelerini ve Mihrişah Sultan Türbesinin yazılarını yazdı. Eserleri birçok müze ve koleksiyonda yer almaktadır. 1829 yılında vefat etti.

 

HafizIbrahim_001

İbrahim Bin Ramazan Efendi’den sülüs ve nesih yazıyı öğrenerek icazet aldı. Şeyhülislam Esseyid Mustafa Efendi’ye hizmetinin yanı sıra, kadılık ve Anadolu Kazaskerliği’nde çalıştı. Hafız olarak tanınırdı. 18.yüzyılda yaşamıştır.

 

IbrahimSukuti_001Esma Sultan Sarayı’nın bekçisi idi. Bu saray Defterdar sahilinde idi. Gayet ağır ve çok yaşlı iken, 1250/1834’de vefat etti. Kabri, Edirnekapı mezarlığında, Lâ’li Çeşmesi civarında olup mezar taşı kitabesi şöyledir:

Huve’l Hayyu’l-Bâkî
Kudvetu’l-hattâtîn ve’r-rakımîn
Ve umdetu’l-esâtîzi’l-âlemîn
Alimu’l-esrâri sahibu’l-âsâr
Rahmetul’l-lahi teâlâ aleyhi’l-gaffâr
Hattat es-Seyyid İbrahimu’s-Sukûtî
Efendi ruhiçun Fatiha Sene 1250 ketebehu damade’l-merhum

Kabirtaşı Kitabesini yazan damadı Mustafa Hilmi Efendi de değerli bir hattat olduğu halde, hayatı hakkında bir bilgi yoktur.

Karagümrük’de, Eski Ali Paşa Caddesi üzerinde, Sultan IV. Mustafa’nın annesi Ayşe Sineperver Valide Sultan (ö. 1244/ 1828)’a ait harap çeşmenin h. 1241/1826 tarihli kitabesi de İbrahim Sükuti Efendi’nindir.

(Habib, 168; ibnûlemin, 147; Rado, 203; Hakanı Mehmed Bey’in Hitye-i Seri fesi, Hazırlayan. Abdülkadir Karahan, istanbul, 1992. Ölüm tarihini, Habib, 168’de yanlışlıkla h. 1253 olarak vermiştir. Halbuki Ibnülemin’in kitabındaki kabir kitabesinde ölüm tarihi, h. 1250/1834’dür.)

EsmaIbret_003Esmâ İbret Hanım Hassa Ahmed’in kızıdır. H. 1194 (1780) yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Hilye-i Şerifin arkasında yazılan satırlarda onun yazı konusunda ne kadar yetenekli olduğuna binaen yazılmış satırlardan şunları çıkartıyoruz:

Tahminen H. 1209 (1795) yılında on beş yaşında olan Esma’nın meşklerini kaftancı Mehmed Selim Ağa hocası Mahmud Celaleddin’in cüzdanında görüp bu hilyeyi yazdırdı. Böyle güzel yazıyı hanımlara layık görmediğinden Esma’nın yazısı olduğuna inanmadı. Talimlerini getirip tetkik etti, ona da itimat etmedi. Esma’nın evine gidenlerden gizli ve açık oalrak sorup Hilyeyi Esma’nın yazdığına kâni oldu. Yaşına göre böyle bir Hilye yazması ibret verici olduğundan ketebe aldığı sırada ismine “İbret” eklendi. Bu Hilye Salim Ağa vasıtası ile zamanın padişahı Sultan III.Selim ve Valide Sultan’a gönderildi. Mukabilinde 500 kuruş ve gümrükten 40 akçe yevmiye tahsis edildi.

Esma, hocası Mahmud Celaleddin ile evlendi. Vefat tarihi bilinmemekle birlikte mezarının Murad-ı Buhari dergahında eşinin yanında olduğu belirtilmesine rağmen şu an ne dergah, ne de mezarları kalmıştır. İbnül Emin Mahmud Kemal İnal, yazdığı hilyelerden birisinin eski adıyla Evkafı İslamiyye Müzesi, yani Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde muhafaza edildiğini belirtmektedir. Sülüs ve nesih bazı yazılarının da burada bulunduğu ifade edilmektedir.

YesarizadeMustafa_005Mehmed Esad Efendi’nin oğlu olan Yesarizade Mustafa İzzet, İstanbul’da doğdu. Yazıyı babasından öğrendi ve icazet aldı. Ayrıca Osman el-Üveysi Efendi de 1788’de kendisine ayrı bir icazet verdi. Devlet memuriyetinde yüksek makamlara çıkan hattat, 1842’de Rumeli Kazaskeri oldu.

YesarizadeMustafa_004

Çok sayıda eser verdi ve Türk hattının en önemli sanatkârlarından biri kabul edildi. Yesarizade’nin hat sanatımızdaki asıl önemi, ‘Türk Nestalik Ekolü’nü kurmuş olmasıdır. Nestalik yazı, onun yaptığı hamleyle Türk zevkinin hakim kılındığı bir sistem halini aldı. Bu ekolün kurulmasından sonra hattatlar İran’ın nestalik üslubunu terk ettiler ve Yesarizade Ekolü’nü takibe başladılar. Bu tavrın eksik noktalarını da Mustafa İzzetEfendi’den sonra gelen Sami Efendi tamamladı. 1849 yılında vefat etti.

 

HMustafaHilmi_001“Hakkâkzade” adıyla tanınırdı. Sülüs ve nesih yazıyı “Laz” Ömer lakabıyla bilinen Ömer Vasfi Efendi’den öğrendi. 1819’da Fatih’te Nakşıdil Valide Sultan sonra da Sultan Mahmud Türbesi civarında Bezmialem Valide Sultan İlkokulu’nda hocalık yaptı. Çok sayıda Kur’an-ı Kerim yazdığı bilinmektedir. Eserleri çeşitli koleksiyonlarda yer almaktadır. 1851’de vefat etti.

 

OmerVasfi_001Ömer Vasfi Efendi, Trabzonlu’dur. Hangi tarihte doğduğu ve İstanbul’a ne zaman geldiği bilinmiyor. Zamanın hattatları arasında ‘Laz Ömer’ ismiyle meşhurdu. Önceleri Hafız Yusuf’tan, sonra Yamakzade Salih Efendi’den sülüs ve nesih yazdı.

Enderun-u Hümayun yazı hocalığına tayin edildi. Enderun-u Birun’da çok değerli hattalar yetiştirdi. Cezayirli Hasan Paşa’nın isteği üzerine yazdığı Mushaf-ı Şerif, Mısır Kahire Hazinesi’nde bulunuyor. Kasımpaşa Kışlası’ndaki caminin, kışla kapılarının yine o civardaki Hasan Paşa Çeşmesinin ve Anadolu Feneri’ndeki Sultan Mahmud’un yaptırdığı çeşmenin yazıları Ömer Vasfi Efendi’ye aittir.

15 Şaban 1240 (1824)’de İstanbul’da vefat etti. Cenazesi Karacaahmet’te medfun Şeyhulhattatin Hamdullah Efendi’nin civarındadır.

 

BakkalArif_006Arif Efendi 1830’da Filibe’de doğdu. Medrese öğrenimi gördü. Babası “Emir Şeyhleri” denilen bir âileye mensup Süleyman Efendi’dir. Hafız İsmail Efendi’den hat dersleri görüp icazet aldı. 1876 yılında İstanbul’a geldi ve Saraçhanebaşı’nda bir bakkal dükkanı açtı. Daha sonraları Şevki Efendi’den hat dersleri gördü ve ikinci icazetini de 1883 yılında aldı. Bir Hilye-i Şerif olan bu icazetname Topkapı Sarayı Müzesi GY, nr.335 envanterindedır.

Maârif mekteplerinde ve Nûruosmâniye Câmii avlusundaki meşkhanede 1319/1899 yılına kadar hocalık yaptı. Sülüs ve nesih, meşk, kıta, hilye, murakka, Evrad, Delail, levha ve Kur’an-ı Kerim pek çok eser bıraktı. Sâmi Efendi’nin “Böyle celî Besmele yazılmamıştır” diye takdir ettiği İstanbul Şehzâde Câmiin vefa kapısı üzerindeki 1314 târihli Besmele onun güzel eserleri arasındadır. Çok hızlı yazması ile de ünlüdür. Eş-Şeyh Abdülaziz er-Rifâî, Arif Hikmet Bey (ö. 1337/1918), Bahâüddin Bey (ö. 1958), Kâmil Ülgen Bey, Üsküdar Yeni Câmii müezzini İsmâil Efendi, Necmeddin Okyay ve Re’fet Efendi (ö. 1949) Ârif Efendi’nin önde gelen talebelerindendir. 1909’da vefat etti.

 

HafizVahdeti_001Hafız Abdülahad Vahdeti Bey, Abdülhafız namında bir zatın oğludur. 1832’de Burdur’da doğdu. 1848’de İstanbul’a geldi. Abdullah Zülfi Efendi’den sülüs, nesih ve celi meşk etti. Hırka-ı Saadet imamlığı ve Tabur Kitabeti rütbesiyle Mekteb-i Fünunu Harbiye hattatlığı ve Unkapanı Mekteb-i Rüşdisi sülüs hocalığı yaptı. Hattat unvanına layık olduğunu ispat edecek derecede güzel yazılar yazdı. Birçok küçük ve büyük Mushaf-ı Şerif yazdı. Bunlardan biri Harem-i Şerif-i Nebevi’de, diğeri ise Yıldız’da Hamidiye Camii’ndedir. Şifa, Buhari, Delail-ü Hayrat, evrad, Mesnevi, Hilye-i Saadet, kıt’alar ve levhalar yazdı. 1 Nisan 1895 yılında vefat etti. Mezarı, Merkez Efendi kabristanındadır.

 

Ketebehu Abdülmecid bin Mahmud HanSultan Abdülmecid, 25 Nisan 1823 tarihinde, II.Mahmut’un Bezmialem Sultan’dan olan oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin son 4 padişahının hepsinin babasıdır. Ayrıca en çok sayıda oğlu padişahlık yapmış olan padişahtır. 31. Osmanlı padişahıdır.

Hattat Mahmud Celaleddin’in yolundan giderek zamanının en iyi hattatlarından Tahir Efendi’den dersler aldı. Güzel sülüs, celi ve rik’a yazardı. Dolmabahçe ve Ortaköy Camilerinin yazılarını yazdı. Yakacık camiindeki ismi Celal, ismi Nebi, ciharyâr-ı güzin ve haseneyn onun eseridir. Birçok müzede, camide ve özel koleksiyonlarda eserleri mevcuttur.

Hakkakzâde Mustafa Hilmi, kalem ile muharrer ve Millet Kütüphanesi’nde mahfuz kitapta Tahir Efendi’ye ‘Celalüddini Sani’, Sultan Abdülmecid’e ise ‘Celalüddini salis’ namını vermiştir. Rik’ayı hangi zatdan meşk ettiği bilinmiyor.

Sultan Abdülmecid babası gibi tüberküloza yakalanarak 25 Haziran 1861 tarihinde Ihlamur Köşkü’nde vefat etti. Fatih’te Sultan Selim semtinde Yavuz Selim Camii Haziresi’nde Sultan Abdülmecid Türbesi’ne defnedildi.

SultanAbdulaziz_0018 Şubat 1830 tarihinde dünyaya geldi. 32. Osmanlı padişahıdır. II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan’ın çocuğu, Abdülmecid’in kardeşidir. Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine, 31 yaşında iken tahta geçmiştir.

Türk müziğinde besteleri bulunan Sultan Abdülaziz’in Şevkefzâ şarkı: “Ey nevbahâr-ı hüsn ü ân”, Evcârâ şarkı: “Ettiğinden utanmaz mısın”, Muhayyer şarkı: “Bî-huzurum nâle-i mürg-i dil-i dîvâneden”, Hicaz sirto gibi eserleri mevcuttur.

Sanatkar kişiliğine hattatlığı da eklemiş bulunan Sultan Abdülaziz’in bazı eserleri özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.

Abdülaziz 30 Mayıs 1876 tarihinde bilekleri kesilerek ölmüş olarak bulundu. Divanyolu’nda II. Mahmut Türbesine babasının hemen yanına defnedildi.

MehmedSefik_0148 Şubat 1830 tarihinde dünyaya geldi. 32. Osmanlı padişahıdır. II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan’ın çocuğu, Abdülmecid’in kardeşidir. Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine, 31 yaşında iken tahta geçmiştir.

Türk müziğinde besteleri bulunan Sultan Abdülaziz’in Şevkefzâ şarkı: “Ey nevbahâr-ı hüsn ü ân”, Evcârâ şarkı: “Ettiğinden utanmaz mısın”, Muhayyer şarkı: “Bî-huzurum nâle-i mürg-i dil-i dîvâneden”, Hicaz sirto gibi eserleri mevcuttur.

Sanatkar kişiliğine hattatlığı da eklemiş bulunan Sultan Abdülaziz’in bazı eserleri özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.

Abdülaziz 30 Mayıs 1876 tarihinde bilekleri kesilerek ölmüş olarak bulundu. Divanyolu’nda II. Mahmut Türbesine babasının hemen yanına defnedildi.

MehmedRasid_002Mehmed Râşid Efendi, testereci esnafından Bursalı Hacı Ali Ağa’nın oğludur. 1265/1849’da Bursa’da doğdu. Medresede okudu. Bursalı hattatlardan Sadeddin Efendi’den yazdı.

1869’da İstanbul’a gelip Şefik Bey (ö. 1297/1880)’den bir sene ders aldı. Bursa’ya döndü. Her sene İstanbul’a gelir Şefik Bey’den yazardı. 1892’de Erkânı Harbiye Dâiresi hattatlığına tayin olundu. 19 Ramazan 1344/13 Nisan 1925′ de vefat etti. Eyüpsultan Mezarlığı’na defnedildi. Mehmed Râşid Efendi, sülüs, nesih ve rikaa’ hatlarını maharetle yazmıştır.

MuhsinzadeAbdullah_006Muhsinzâde Abdullah Efendi 1832’de İstanbul Kuruçeşme’de doğdu. Kazasker’in Şefik Bey’den sonra en gözde öğrencisiydi. On bir yaşında Beşiktaş’ta Kapı Ağası mektebine girdi. Hafız Mehmed Efendi’den sülüs ve nesih öğrenerek icazet aldı. Sonra Kazasker’e çırak oldu. Ölümüne kadar Şefik Bey’le beraber Kazasker’in yanından ayrılmadı. Padişah tarafından kendisine “Reisül Hattatin” unvanı verildi. Hattat olarak yazının tüm inceliklerini bilirdi. Müzikle de ilgiliydi. Şefik Bey’le birlikle birbirlerine “Üstad” derlerdi. 1899’te vefat etti.

IbrahimAlaeddin_005İbrahim Alaaddin Bey, 1260/1844 tarihinde doğdu. Muzika-i Hümâyun’da Esvab Emini ve Sağkol Ağası idi. Yazıyı, Şefik Bey (ö. 1297/1880)’den öğrenmiş ve icazet alarak birçok talebe yetiştirmiştir. Devrinin önemli hattatlarındandı. Pek çok sülüs, nesih ve celî kıt’a ve levha yazmıştır. “Anladığım kadar yazabilseydim, Kazasker Mustafa İzzet Efendi kadar yazardım” dermiş.

Bu sözü, Muhsinzâde Abdullah Bey işitince “Ya Kazasker Efendi anladığı kadar yazsa idi acaba nasıl yazardı” demiş olduğunu Beşiktaşlı Hattat Nuri Efendi nakledermiş.

Alaeddin Bey, 1305/1887’de vefat etti. Kabri, Eyüp’te Şah Sultan Tekkesi karşısındaki kabristanda idi. Orhaniye Kışlası Camii’ndeki yazılar ve levhalar, Beşiktaş’ta, Sinan Paşa Camii’nin pencereleri üstündeki el-Esmâ-ü’1-Hüsnâ onun eseridir. Her birine çift isim yazarak hazırladığı 49 parçalık Esma-i Hüsnâ önemli eserlerindendir. Şefik Bey’in talebesi olmasına rağmen yazı üslûbu, Rakım Efendi’ye daha yakındır.

HasanRiza_007Hasan Rıza Efendi 1849’da doğdu. Halim Özyazıcı’nın hocasıdır. 1920’de vefat etti.

 

SevkiEfendi_061H.1245 (1829) yılında Kastamonu’nun Seydîler (Seyyidler) köyünde doğdu. Babası tüccardan Ahmed Ağa’dır. Üç yaşında İstanbul’a gelen Şevki Efendi, dayısı Râgıp Paşa Kütüphânesi hâfız-ı kütübü Mehmed Hulûsî Efendi (ö. 1291-1874)’den sülüs ve nesih yazılarını meşkederek me’zun oldu. On iki yaşında icâzet aldığı zaman, dayısının: “Oğlum, yazıyı ben bu kadar öğretirim. Bundan ilerisini Mustafa İzzet Efendi’den ve diğer hattâtlardan öğren.” demesi üzerine Şevki Efendi: “Ben sizden başka hocaya gitmem.” Cevâbını vermiş. Hoca Efendi bu ihlâs ve samîmiyet karşısında müteessir olup ağlamıştır.

Şevki Efendi uzun seneler, san’at aşkiyle Hâfız Osman ve İsmâil Zühdî’nin yazılarını tedkîk ederek ruhlarından feyz almış, onun bu teslîmiyet ve azmine ilâhi bir himmet de erişerek hattın bütün sırlarına vâkıf olmuştur. Kendisinin: “Yazıyı bana rüyâ âleminde öğrettiler.” demesi, elde ettiği başarının Allah’tan olduğunun açık ifâdesidir. Muâsırı meşhur Hattat Sâmi Efendi onun hakkında; “Hattatların içinde kendi hâlinde, hâluk, san’atında mâhir olarak onu bilirim. Şevki Efendi fenâ yazmak istese yazamaz. Elinden fenâ hat çıkmaz.” demiştir.

Harbiye Nezâreti Mektûbî Kalemin’deki aslî vazîfesi yanından hayâtı boyunca Harbiye Nezâretine bağlı Menşe-i Küttâb-ı Askerî Mektebi’nde ve Yıldız’da II. Abdülhamid’in şehzâdelerine yazı hocalığı yaptı. Şeyh vâdisinde Hâfız Osman, İsmâil Zühdî ve Râkım’dan sonra gelen Mehmed Şevkî Efendi, sülüs ve nesih yazılarına en güzel nisbetlerle son şeklini vermiş, bütün İslâm dünyâsında benimsenen kendi üslûbunu ortaya koymuştur. Harflerdeki vuzuh, üslûbunun en önemli vasıflarındandır. Yetiştirdiği talebeleri arasında Filibeli Ârif Efendi (ö. 1327/1909), Fehmi Efendi (ö. 1915), Rifat Efendi (ö. 1949), Pazarcıklı Mehmed Hulûsi ve Ziyâeddin efendiler başta gelir.

13 Şaban 1304/7 Mayıs 1887’de vefat eden Şevki Efendi Merkezefendi Kabristanı’na defnolundu.

Şevki Efendi, sanat dünyâmıza husûsî koleksiyon ve müzelerde bulunan mushaf, Delâilü’l-hayrât, hilye, levha, kıta ve murakka’ şeklinde pek çok eser bırakmıştır. Kubbealtı Neşriyâtı arasında yayınlanan sülüs-nesih meşk murakkaı Şevki Efendi’nin hat sanatında kemâlini temsil eden en güzel eserlerindendir.

SamiEfendi_02420. yüzyılda yetişen hattatların celi sülüs, celi talik, celi divani ve divani hocası olan hat üstadı. İstanbul’da doğan Sami Efendi, Yorgancılar Kethüdası Hacı Mahmud Efendi’nin oğludur. İlk yazılarında”yorgancızade” imzasını kullanmıştır.

Sıbyan mektebinde okurken Boşnak Osman Efendi’den aklam-i sitteyi, Mümtaz Efendi (ö.1288/1871)den Babıali rikası meşketti. Bilhassa celi sülüs ve celi talikte rakipsiz bir sanatkardır. Sami Efendi, divani yazılarını ve tuğra çekmeyi küçüklüğünde memur olarak girdiği Divan-ı Hümayun’da Nasih Efendi’den öğrendi. Mustafa Rakım’ın öğrencilerinden Recai Efendi (ö.1291/1874)’den celi sülüs; Kıbrısizade İsmail Hakkı Efendi (ö.1278-1279/1862)’den nestalik; Ali Haydar Bey (ö. 1287/1870)’den celi nestalik dersleri alarak kendini yetiştirdi.

1327/1909da Divan-ıHümayun’dan emekliye ayrıldı. Ayrıca Divan-I Hümayun ve Enderun mektebinde dersler verdi. Hattat Sami Efendi, 19. yüzyılın ikinci yarısında aklam-ı sittede klasik yolu izleyen en kuvvetli hattatlardan biridir.

Hat hocalığı yaparken birçok kimse kendisinden istifade etmiştir. Ömer Vasfi(1297-1347/1880-1928), İsmail Hakkı Altunbezer(1869-1946), Necmeddin Okyay (1300-1396/1883-1976), Kamil Akdik (1278-1360/1862-1941), Nazif(ö. 1331/1913), Hasan Rıza (ö. 1338/1920), Elmalılı Hamdi Yazır (ö.1361/1942), Neyzen Emin Yazıcı (ö. 1945) bunların en meşhurlarındandır.

31 Mayıs 1914’te açılan Medresetü’l-Hattatin adlı hattat okulunda Sami Efendi’nin rolü görülür. Nitekim öğrencilerinden Hasan Rıza, Hulusi Yazgan, Kamil Akdik, İsmail Hakkı Altunbezer ve Necmeddin Okyay bu okulda dersler vermişlerdir. Sami Efendi’nin eserleri genellikle özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.

1912 yılında vefat eden Sami Efendi’nin kabri İstanbul Fatih Camii haziresindedir. Mezar taşını Kamil Akdik celi sülüs ile yazmış, taşın süslemesini de İsmail Hakkı Altunbezer yapmıştır. Sonradan Necmeddin Okyay, üstadın vefatına şu tarihi düşmüştür:

Ser-füru eyler cihan tarih-i Necmeddin için

Göçtü Sami kaldı rakım mesleği üstadsız.

Hattat Sami Efendinin celi sülüs ve nestalik levhaları daha çok Cihangir, Aksaray Valide, Rami, Edirnekapı’da Mihrimah ve Üsküdar’da Altunizade Camilerinde bulunmaktadır. Taşa geçirilmiş yazı ve kitabeleri de şunlardır: Kapalıçarşı’nın iki kapısı üzerindeki tamir kitabesi, hadis ve tuğra; Babıali’de vilayet yanında Nallı Mescit’teki hadis; Şehzade, Kantarcılar ve Ali Paşa Camileri’nin kapılarındaki ayetler; Tophane’den 1956’da Maçka parkına nakledilen Hamidiye çeşmesi ve Etfal Hastanesi ile Eminönü Yeni Cami’nin arkasında İş Bankası bitişiğindeki çeşme ve Erenköy’de Zihni ve Galip Paşa camilerinin kitabeleri; Yıldız Sarayı bahçesindeki çeşme yazısı kendisinin eseridir.

MTevfikEbuzziya_001Maliye Sergi Kalemi memurlarından Hasan Kamil Efendi’nin Mehmed Tevfik 17 Şubat 1849’da İstanbul’da doğdu. Osmanlı dönemi gazetecilerinden ve yayıncılarındandır. Asıl ismi Mehmed Tevfik olan sanatçı Cevriye Kalfa Sıbyan Mektebi’ni bitirdi. Babasını küçük yaşta yitirince öğrenimini bırakarak Maliye Sergi Kalemi’nde çalışmaya başladı. Özel dersler alarak kendisini yetiştirdi. 1864’te Ruzname-i Ceride-i Havadis gazetesinde yazmaya başladı.

Namık Kemal ve Şinasi ile tanıştıktan sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne girdi. Tasvir-i Efkar, Terakki, Diyojen, Hayal, Çıngıraklı Tatar, Hakayikü’l-Vekâyi gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Şûray-ı Devlet (danıştay) üyeliğine seçildi. 1872’de bu görevden ayrılarak kendisini tümüyle yazmaya verdi. Namık Kemal, Reşad ve Nuri beylerle 1872’de “İbret” gazetesini yayınlamaya başladı. 1872’de “Hadika” isimli bir günlük gazete, 1873’te “Salname-i Hadika” isimli özel bir yıllık çıkardı. 1873’te günlük “Sirac” gazetesini yayınladı.

1873’te Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” oyununun sahnelenmesinden sonra çıkan olaylar nedeniyle Rodos’a sürüldü. Sürgün yıllarındaki yazılarında Ziya’nın babası anlamına gelen Ebüzziya imzasını kullandı. 5’inci Murat’ın tahta çıkmasından sonra bağışlandı. 1876’da İstanbul’a döndü. Aynı yıl Kanun-i Sani’nin (anayasa) hazırlık çalışmalarına katıldı. 1877’de Bosna Mektupçuluğu’na atandı. 1878’de yurda dönüşünden sonra “Salname-i Ebüzziya” isimliği yıllığı yayınlamaya başladı. Bu yıllığı “Salname-i Kameri, Rebi-i Marifet, Nevsal-i Marifet” ve “Takvim-i Ebüzziya” adlarıyla 1900’e kadar çıkardı. 1889’da kadınlar için “Takvimü’n-Nisâ” adlı bir yıllık daha çıkardı. 1880’de “Mecmua-i Ebüzziya” dergisini çıkarmaya başladı, 1882’den sonra “Kitaphane-i Meşahir, Kitaphane-i Ebüzziya” adıyla iki dizi halinde kitaplar yayımladı.

1881’de “Matbaa-i Ebüzziya” adıyla modern bir basımevi kurdu. Gazetecilik ve yayıncılığının yanı sıra usta bir hat ve tezhip sanatçısıdır. 1900 yılında Konya’ya sürüldüğü dönem, daha önceden de çalıştığı “Kufi Hat”, “arabesk” süsleme çalışmaları yapan Ebuzziya Konya’da bu ilgisini duvar seccadelerine yansıttı.

Necm Sûresi’nin ilk ayetlerini yazan Mehmet Tevfik Ebüzziya’nın Kufi yazıyla başta kitap başlıkları olmak üzere güzel eserleri vardır. İstanbul Kızıltoprak’daki Zühtü Paşa Camii’nin kûfi hatla yazılan kuşak yazısı Ebüzziya’nın eserleri arasındadır. Yaşadığı dönemde Osmanlı paralarının tasarımını da yapan Ebüzziya, 27 Ocak 1913’te İstanbul’da vefat etti.

MAzizEfendi_004Trabzon’un Maçka kazasında doğdu. Babası Rize eşrafından Molla Mehmed Abdülhamid Efendi, annesi Esma Hanım’dır. Ailesi 93 harbi sırasında İstanbul’a göçtü. Babası önce Akpınar, daha sonra Kağıthane Köyü Camii’nde imamlık yaptı.

Aziz Efendi ilk tahsilini Eyüb’de Şah Sultan İbtidaî Mektebi’nde tamamladı. Sıbyan mektebi sıralarında güzel yazıya olan merak ve kabiliyeti dolayısı ile Filibeli Arif Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını öğrenmeye başladı. Yazıdaki başarısı ile kısa zamanda hocasının sevgi ve takdirini kazandı. Yazı tahsilini tamamlayıncaya kadar Nuruosmaniye’deki hat mektebine devam etti. 1314/1896’da hocası Arif Efendi ile Reisülhattatîn Muhsinzade Abdullah Hamdi Bey’den sülüs ve nesih yazılarında icazet aldı. Daha önce Karinabadlı Hasan Hüsnü Efendi’den nesta’lik yazısını meşkederek 1312/1894’te ondan da icazet almıştı. Zamanın celî üstadı Sami Efendi’nin Horhor’daki evinde yapılan san’at sohbetlerine devam ederek celî-sülüs, celî nesta’lik yazılarının inceliklerini öğrendi. Kabiliyetinin yanında disiplinli bir hat öğrenimi de gören Aziz Efendi, Şevkî Efendi yoluyla yazıya kendine has bir şive katarak san’at sahasında şahsiyetini ortaya koydu. Emsali arasında “serîü’l-kalem” namıyla şöhret buldu. Divanî, reyhani, muhakkak, tevkî’, nesta’lik, rika’, rik’a yazılarının bütün inceliklerini bilir ve yazardı. Revnakoğlu: “Aziz Efendi rik’a yazar gibi sür’atle sülüs, nesih ve nesta’lik yazardı. İstanbul’da yazısı en çok görülen bi zattı.” diyor. Bilhassa celî-sülüs yazılarının istif ve terkîbinde son derece mahîr olup, çok güzel tuğra resmederdi. Eserlerine önceleri Abdülaziz Eyyubî ve Aziz, daha sonra ise Şeyh Mehmed Abdülaziz er-Rifaî şeklinde imza koydu.

İlk memûriyete 13121/895’da Meclis-i İdare-i Emval-i Eytam Kitabeti’nde başladı. 1319/1903’te görevi Mektûbî-i Meşîhat-i Ulya Kalemi Ketebesi’ne nakledildi. Bu arada Şehrî Ahmed Efendi’nin derslerine devam ederek ilmiye icazetnamesi aldı. Ayrıca Özbekler Tekkesi Şeyhi Edhem Efendi’den ebrû san’ atını öğrendi. Bir müddet sonra yazısının güzelliği ve ahlakî olgunluğu sebebiyle Ma’rûzat-ı Mühimme Kitabeti’ne terfi etti ve kendisine gümüş liyakat madalyasıyla dördüncü dereceden Mecîdî nişanı verildi. Bu görevinin yanında Medresetü’l-kudat’ta ve Mahmudiye Rüşdiyesi’nde yazı hocalığı yaptı, meşîhat dairesi memurlarına da nesta’lik dersi verdi. Bu sırada Ümm-i Kenan Dergahı Şeyhi Ken’an Rifaî’ye intisap ederek 1910 yılında ondan hilafet aldı.

MAzizEfendi_0031339/1920’de Mısır Meliki 1. Fuad kendi adına bir Kur’an-ı Kerîm yazdırmak isteyince, ehil bir hattat seçmek üzere, Mısır nakîbüleşrafı Muhammed Ali Biblavî’yi hat üstatlarının merkezi İstanbul’a gönderdi. Biblavî, önce Medresetü’l-hattatîn’de Türk hattatlarıyle tanıştı ve yazılarını inceledi. Tavsiye üzerine Bab-ı Meşîhat’ta Aziz Efendi’yi de ziyaret ederek eserlerini gördü. Bu inceleme ve araştırmaları sonunda, Aziz Efendi’nin aradığı evsafta muktedir bir hattat olduğuna karar verdi. Aziz Efendi, 1922 yılında Mısır hükümetinin isteği, Mısır ve İstanbul İngiliz işgal kuvvetleri yüksek komiserliğinin aracılığı ile resmen Mısır’a davet edildi. Görevli bulunduğu Meşîhat dairesinin 14 Muharrem 1341 (6 Eylül 1922) tarih ve 107 sayılı yazısı ile beş ay izinle Kahire’ye gitti. “Melik Fuad nüshası” olarak bilinen Mushaf-ı Şerîf’i burada Ezher ulemasının kontrolüyle resm-i Osmanî üzere altı ayda yazdı. Bunun tezhîbi de kendisinden istenince izni beş ay daha uzatıldı. Aziz Efendi’nin İslam yazılarındaki üstünlüğünü ve kudretini gören Melik I. Fuad, ülkesinde yok olmaya yüz tutmuş olan hat san’ atını canlandırmak için ondan Kahire’de bir hat mektebi açmasını istedi. Aziz Efendi melîkin bu teklîfini kabul etti ve ailesini de yanına alarak Kahire’ye yerleşti.

1341/1922 yılı sonlarında Kahire’de Medresetü tahsîni’l-hutûti’l-melekiyye adiyle bir mektep kurularak Halilağa Medresesi’ne bağlanmıştı. Bu mektebin büyük bir ilgi görmesi üzerine, Melîk ikinci bir hat medresesi açılmasını emretti. Bunun üzerine Aziz Efendi 1341/1923 yılı başlarında Şeyh Salih Erkek Medresesi’nde yeni bir hat mektebi kurdu. Her iki mektebin hem müdürlüğünü hem de hat hocalığını yaptı. Önce Melik I. Fuad’ın hususî evkaf dîvanına bağlanan, daha sonra eğitim bakanlığına devredilen bu hat medreselerinin kurulması, Mısır kültür ve san’atı bakımından oldukça önemli, hatta tarihî bir hadisedir.

Kahire’nin eskiden beri İslam dünyasının önemli kültür merkezlerinden biri olması sebebiyle buraya çeşitli İslam ülkelerinden ilim ve san’at öğrenmek üzere binlerce genç bu hat medreselerinden de istifade ederek memleketlerine dönmüşler, kendi ülkelerinde klasik Türk hat üslûbunun yayılmasını sağlamışlardır. Bunda Aziz Efendi’nin Kahire’deki on bir yıllık hocalığının önemli bir rolü olduğu aşikardır. Aziz Efendi san’at çalışmalarından artakalan vaktini mevlevîhanede irşad halkasına girenleri manen yetiştirmekle geçirmiştir.

Aziz Efendi, Kahire’nin havası sağlığına iyi gelmediği için Nisan 1933’te Mısır hükûmetinden emekliliğini isteyerek İstanbul’ a döndü. 16 Ağustos 1934′ te vefat etti ve Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi

Hayatı boyunca büyük bir gayretle çalışmış olan Aziz Efendi, Kahire ve İstanbul’ da pek çok talebe yetiştirmiştir. Kahire’de icazet verdiği talebeleri arasında Tahir el-Kürdî, Muhammed Ali Mekkavî, Muhammed Efendi eş-Şehhat, Muhammed Ahmed Abdü’l-al, Rızk Mûsa, Abdülkadir Efendi, Abdürrazık Salim ve Abdurrahman Hafız, Arap aleminin önde gelen hattatlarıdır. İstanbul’ da icazet verdiği talebeleri içinde de Mahmut Bedreddin Yazır ve Ömer Vasfî, Türk hat san’ atında önemli yeri olan kişilerdir.

Aziz Efendi hat sahasında güzel eserler bırakmıştır. Bunlar arasında on iki Mushaf-ı Şerif onun en önemli eserlerindendir. O tarihte bu mushaflardan biri Afganistan emîrinde, biri de Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın validesinde idi. Melik I. Fuad için yazdığı Kur’an-ı Kerîm, 1952 ihtilalinden sonra, Kahire İslam Eserleri Müzesinde muhafaza edilmektedir. İki Mushaf-ı Şerîf İstanbul’da damadı Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kurduğu Kubbealtı Kültür ve San’at Vakfı Ekrem Hakkı Ayverdi Hat Koleksiyonu’nda bulunmakta, diğerlerinin ise nerede olduğu bilinmemektedir. Hutût-ı mütenevvia ile yazdığı yedi büyük hilye de hat san’atındaki kudretini gösteren önemli eserleridir. Bu hilyelerden biri yine aynı vakfın hat koleksiyonunda, biri İstanbul’da Ümm-i Kenan Dergahı’nda, biri de Emin Barın hat koleksiyonunda bulunmaktadır. Hayatının en olgun dönemine rastlayan Kahire’deki hocalığının bugün Arap aleminde hat san’atının klasik yazı formlarının bozulmadan günümüze ulaşmasında ve ilerlemesinde önemli ölçüde roloynadığı kabul edilmektedir. Yirmiyi aşkın sülüs-nesih ve nesta’lik meşk albümü ile nesta’lik hatla yazdığı Kasîdetü’l-bürde ve sülüs-nesih el-Kasîdetü’n-nûniyye Kahire’de yayımlanmıştır (1343/1924). Ayrıca Bursa Ulu Camii’nde iki, İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde 116 parça levhası ile, özellikle Ekrem Hakkı Ayverdi Koleksiyonu’nda çeşitli yazı örnekleri ve levhaları bulunmaktadır.

FehmiEfendi_004Elhac Hafız Mehmet Fehmi Efendi, Valide mektebi rüşdisi muallimi Afyon Karahisarlı İbrahim Hilmi Efendi’nin oğludur. 1860’da İstanbul’da doğdu. Sultan Abdülhamid’in baş imamı Hafız Raşid Efendi’den kıraat ve vücuh öğrendi. Şefik beyden ise yazı meşk ederek icazet aldı. Fehmi Efendi yazıda olduğu gibi resimde de maharetliydi.

Fatih yangınında evi, bütün eşyası, bir sanduka dolusu yazıları ve Aksaray’daki bakkal ve fırını yandı. Ardından Beyazıt’ta Kâğıtçılar Çarşısı’nda dükkân açarak isteyenlere yazı yazarak geçimini sağladı. Mesane kanserinden dolayı Beşiktaş Vişnezade mahallesindeki kayınpederinin evinde 1915’de vefat etti. Kabri Maçka mezarlığındadır.

KazaskerMustafa_013Türk mûsikîsi ile hat san’atlarında altın çağın idrâk edildiği XIX. asırda bestekâr, neyzen, hânende, devlet adamı ve hattat olarak büyük bir şöhrete sâhip olan Mustafa İzzet Efendi, Tosya’da dünyâya geldi. Babası Destan (Destbân veya Bostan) Ağazâde Mustafa Ağa’dır. Anne tarafından soyu Tophâne Kâdîrîhâne dergâhı mezarlığında medfun Peygamberimiz (SAV)’in neslinden İsmâîl-i Rûmî’ye ulaşır.

Babasının ölümü üzerine annesi, Mustafa İzzet Efendi’yi tahsil için İstanbul’a gönderdi. Fâtih Başkurşunlu Medresesi’nde Arapça ve dînî ilimleri öğrenmeye başlayan İzzet Efendi, sesinin güzelliği ve mûsikîye olan merâk ve kabiliyeti sebebiyle, Kömürcüzâde Hâfız Şeydâ’dan mûsikî meşketti. Bir Cuma günü Hidâyet Câmii’nde müessir, dâvûdî bir ses ve güzel bir edâ ile okuduğu Na’t-ı Şerîf’i çok beğenen Pâdişah II.Mahmud, Silâhtar Gazî Ahmed Paşazâde Ali Paşa’ya onun san’at öğrenimi ve terbiyesiyle alâkalanmasını emretti. Sultânın bu irâdesi üzerine Ali Paşa, bir müddet İzzet Efendi’yi kendi dâiresine alarak saray için yetiştirdi. Ali Paşa’nın yanında gördüğü bu tahsil ve terbiyeden sonra, Galatasaray’ına alınan İzzet Efendi üç yıl Galatasaray’ında ilim ve mârifetini daha da geliştirdi. Bu esnâda kudretli bir hattat, iyi bir hânende ve usta bir neyzen olarak kendini gösterdi. Bu hünerleri sâyesinde şöhreti saraya kadar aksedince Enderûn-ı Hümâyun’a alındı. Sarayda pâdişâhın ihsâna gark ettiği Şâkir Ağa, Dellâlzâde İsmâil Ağa, Suyolcu Sâlih Efendi, Kömürcüzâde Hâfız Efendi, Basmacı Abdi Efendi gibi kudretli bir san’atkâr kadrosu içinde mûsikî bilgisini ve hünerini geliştirme imkânı buldu.

Pâdişâhın huzûrunda yapılan fasıllara hânende ve neyzen olarak iştirâk etti. Sarayda san’at hayâtının en olgun çağını idrâk eden İzzet Efendi, Türk mûsikîsine olan vukuf ve yüksek san’at anlayışı sebebiyle bütün san’atkârların hürmet ve takdirlerini kazandı. Mûsikîde olduğu gibi Hat San’at târihinde en önemli bir mevki işgaleden İzzet Efendi, sülüs ve nesih yazılarını Çömez Mustafa Vâsıf Efendi (ö. 1269/1853)’den, nesta’lîk yazısını da Yesârîzâde (ö.1265/1849)’den öğrenerek me’zun oldu. İlim ve san’atı, kâmil bir insan olma yolunda vâsıta kılmış olan İzzet Efendi, etrâfının iltifat, îtibar ve alkışlarını kendisine sağlanan ikbal ve yüksek mevkileri, tasavvuf terbiyesinden aldığı prensiplerle arka plana atmayı bilmiş bahtiyarlardandı. Fakat zamanla saray hayâtından iyice sıkılan İzzet Efendi, hacca gitmek için izin istedi. 1246/1830′da müntesibi olduğu Nakşî şeyhlerinden Ali Efendi ileberâber hacca gitti.

KazaskerMustafa_014Mekke’de bir müddet Şeyh Mehmed Can Efendi’nin hizmetinde bulundu ve onun yanından seyr-ü sülûkünü tamamladı. Dönüşte ilim muhitlerinden istifâde maksadıyla yedi ay Mısır’da kaldı. İstanbul’a döndükten sonra Mahmud Paşa Hamamı yakınlarında bir evsatın olarak yerleşti ve özlemini çektiği, saraydan uzak, dervişâne bir hayâta başladı. Bir Ramazan günü Bâyezid Câmii’nde kâmetini dinleyen pâdişah II.Mahmud: “Kâmet alan kimdir?” diye sordu. Bunun üzerine: “Bir Özbek dervişidir” diye arzettiler. Pâdişah: “Mustafa Efendi’nin sesini ben tanımaz mıyım, beni mi aldatıyorsunuz?” dedi. Kendisini terkederek, derviş kıyâfetinde dolaşmasına son derece müteessir olan pâdişah onun cezâlandırılmasını istedi ise de sonra affetti. Tekrar saraya alınan İzzet Efendi, huzur fasıllarına bâzen ney üfleyerek bâzen de sesiyle katıldı. II. Mahmud’un ölümünden sonra, Eyyüb Sultan Câmii hatipliğine tâyin edildi.

1261/1845′de de I. Sultan Abdülmecid’e ikinci imam oldu. Sırasıyla Selânik, Mekke, İstanbul ve Anadolu Kazaskerliği pâyesi verildi. Daha sonra şehzâdelere yazı ve bedi Besmele hocalığı, Nakîbü’l-Eşraf ve fiilen Rumeli Kazaskerliği yaptı. Halim velîm,vakur, zarif, nüktedan ve âbir bir zat olan İzzet Efendi’nin şiirleri de vardır.

27 Şevval 1293/1876′da vefât eden İzzet Efendi, Tophâne’de Kâdirîhâne hazîresine defnedildi. Mezar kitâbesi talebesi Muhsinzâde Abdullah Bey tarafından yazılmıştır. Dînî ve lâdîni mûsikî formlarından yirmi üç eseri zamânımıza kadar gelmiş olan İzzet Efendi, sülüs ve nesih yazılarında zamânının şeyhi ve Hâfız Osman’ı kabul edilir. Celîde zaman zaman Mustafa Râkım yolunda da eser vermekle berâber, kendine mahsus bir üslûba sâhiptir.

İzzet Efendi’nin on bir Kur’ân-ı Kerim, iki yüzden fazla büyük ve küçük boy hilye (TİEM, 408 numarada kayıtlı Kur’an-ı Kerîm, TSMK. GY. Biri 379 numarada kayıtlı 1287 târihli yazdığı büyük boy hilye ile1243 numarada kayıtlı 1293 târihli büyük boy hilye bu sâhadaki eserlerine örnek olarak gösterilebilir), on beş kadar Delâilü’l-hayrat otuzdan fazla enâm, sayısız murakkaâr ve kıt’ata, Ayasofya Câmii’nin7.5 m çapında büyük, dâirevî, celî sülüs çehâr-ı yâr levhaları, Bursa Ulu Câmii’nde iki büyük levha, İstanbul’da Hırka-ı Şerif Câmii, Dolmabahçe Sarayı, Ali Paşa Mescidi, Harbiye Nezâreti (İstanbul Üniversitesi) tak kapısının iç tarafındaki celî nesta’lık kitâbe yazıları, Ayasofya Hünkâr Mahfili, Bâbıâli Nallı Mescid, Mısır’da Mehmed Ali Paşa Türbesi kitâbeleri, Washington’da 1269′da Sultan Abdülmecid tarafından hediye edilmiş Râkım imzalı tuğra altında ikisatır celî nesta’lik, zafer âbidesi kitâbe yazısı, Ayasofya, Hırka-i Şerif, Büyük Kasım Paşa, Küçük Mecidiye, Sinan Paşa, Yahyâ Efendi câmileri celî sülüs, Nur âyeti kubbe yazıları san’at dünyâmıza bıraktığı eserleri arasında zikredilebilir. Harf inkılâbından önce matbaalarda kullanılan hurufat Kazasker’in eseridir. Ayrıca Keşfü’l-İrâb ve Avâmil Muribî adlı iki telifi vardır. Mûsikide Tarz-ı Cedîd makâmı onun terkîbidir. Hat san’atı sâhasında yetiştirdiği talebelerinden Mehmed Şevket Vahdetî (ö. 1288/1871); Şefik Bey (ö.1297/1880); Muhsinzâde Abdullah Bey (Reîsü’l-hattatîn) (ö. 1317/1899); Abdullah Zühdî Bey (ö.1296/1879); Hasan Rızâ Efendi (ö. 1338/1920); Kayışzâde Burdurlu Hâfız Osman (ö. 1311/1894); Mehmed İlmî Efendi (ö. 1342/1923); Mehmed Hilmi Efendi (ö. 1318/1900); Hafız Hasan Sırrî (ö. 1325/1907); Hafız Hasan Tahsin (1331/1916) Siyâhî Selim Efendiler önde gelen hattatlardandır.

Kayışzade elhac Hafız Osman Nuri Efendi, Burdurludur. Gençliğinde İstanbul’a gelip ilim tahsil etti. Kadıasker Mustafa İzzet Efendiden sülüs ve nesh temeşşük ederek icazet aldı. Hayatını Mushaf-ı Şerif yazmaya vakfederek 106 Nüsha-i Mukaddes yazmaya muvaffak oldu. 107’nci Nüsha-i Kerime’yi Cennet-i Ala’da ikmal etmek üzere H. 1311 (1894) Ramazan’ının 4. gecesi teravih namazını kıldırırken alemi bekaya irtihal etti. Kabri merkez Efendi mezarlığındadır.

CarsambaliArif_001İsmindeki “Çarşambalı” nisbesini Fatih’in Çarşamba semtinde oturduğu için alan Mehmed Arif Bey’in doğum tarihi bilinmemektedir. Küçük yaşta Maliye Nezâreti Yazı İşlerine memur oldu. Sülüs ve nesih yazıyı celî sülüsün büyük üstadı Mustafa Rakım (1758-1826) talebesi Hâşim Efendi (ö.1845)’den meşk etti. Ta’lîk yazıyı ise Sami Efendi ile birlikte Kıbrısîzâde İsmail Hakkı Efendi’den başlar, daha sonra ise Melek Paşa Torunu Ali Haydar Bey’e devam eder. Bu konu ile alâkalı Sami Efendi; “Ben, hocamı terketmedim, Arif bıraktı. Fevkalâde bir hattat olduğu halde, yazıdan on para kazanamadı. Benim ise, babamdan intikal eden pek çok borcum vardı; onları, hep yazıdan kazandıklarımla ödedim. İnsan hocasını terk ederse, feyzi kalmaz, kesilir.”

Kendisini özellikle celî yazıya veren Arif Bey, müsennâ yazıda güzel örnekler vermiştir, imzasız yazıların hattatlarını tanımada mahir olduğu rivayet olunur. Üsküdar, Özbekler Tekkesi Şeyhi Hezarfen Edhem Efendi, Hulusi Efendi ve hayatı hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan Hayreddin isimli hattat, Çarşambalının en önemli talebelerindendir.

Üsküdar Selimiye ve Rum Mehmet Paşa Camilerindeki levhaları kendisi yazdı. Gedik Paşa Camii’ndeki bir kitabe ve Aksaray – Valide Camii’nin avluya giriş kitabesi Çarşambalı Arif’e aittir.

H. 1310/1892 tarihinde vefat eden Arif Bey, Yâvedûd Kabristanı’na defnedilmiştir. Ta’lik hatla yazılan ve bugün maalesef mevcut olmayan kitabenin metni şöyledir:

Huvel-Bâkî

Allahu sübhanehu ve teâlâ, mektubî-i maliyye mukabelecisi meşâhir-i hattâtînden mekârim-i ahlâk ile mevsûf, muhibbi âli abâ el-hâc Ârif Bey kuluna ve bi’l-cümle müminin ve müminâta rahmet eyleye, âmîn Sene 1310

SelmaBintiAliPasa_001Zahide Selma Hanım, eski sadrazam Ali Paşanın küçük kızıdır. H.1274 (1857) tarihinde babasının Bebek’teki yalısında doğdu.

Özel eğitimler aldı. Hüsn-i hatta olan merakı sebebiyle yazıya çalıştı. Bebek’te yalı komşusu olan Kazasker Mustafa İzzed Efen¬di’den talik meşk ederek icazet aldı.

Numune olarak yazdırılan yazı, ailesi tarafından Keçecizade Salih Fuad Bey’e verilmiş, onun müsaadesi ile “Tarih hazinesi” adlı mecmuaya konmuştur. Babasının Mercan’daki camiinin minberinin kapısında Kelime-i Tevhid yazılı bir levhası vardı. Mercan yangınında cami ile beraber yanmıştır. Şeyh Vefa türbesinin penceresi üstünde de bir yazısı vardır.

H. 1291 (1874) yılında Müşir Çerkes İsmail Paşazade Erkânı Harbiye yüzbaşısı Hüseyin Nâzım Bey ile evlendi. Üç erkek, iki kız evlâdı oldu. H. 1313 (1895) yılında vefat etti. Süleymaniye Camii haziresinde babasının kabrinin civarına defnolundu.

IhsanEfendi_001Mehmet İhsan Efendi, Terzi Hacı Mustafa oğlu İmam Şeyh Ahmet Efendinin oğludur. 1873’te Akçakoca’da doğdu. Sıbyan mektebinden sonra İstanbul’a geldi. Bayezid Kütüphanesi umumi birinci hafızı kütübi Hasan Tahsin Efendi’den sülüs ve nesih yazdı. İcazetnamesinde hocasının hocası Muhsinzade Abdullah Hamdi beyin de imzası vardır. Hattatlığı meslek olarak görmeyen İhsan Efendi’nin pek güzel sülüs ve nesih yazıları vardır. 1945 yılında Ankara’da vefat etti.

TOmerVasfi_001Hırka-i Şerif Camii Hatîbi Eyüp Sabri Efendi’nin oğlu olarak 20 Cemâziyelevvel 1297/30 Nisan 1880 tarihinde Tophane Deterdar Mahallesi Türkgücü Sokağı’nda dünyaya geldi. Hattat Neyzen Emin Yazıcı’nın ağabeyidir.

İlk tahsilinden sonra, Tophane Feyziye Rüşdiyesi’ne devam etti. Burada yazı hocası Çukurcumalı Kadri Efendi’den sülüs-nesih dersi aldı. Daha sonra Aziz Efendi’den ta’lîk ve sülüs, Kâmil Efendi’den sülüs ve dîvâni meşk etti. Nihayet 1319/1901 yılında Sami Efendi’ye meşke başlayarak, celî ta’lîk ve celî sülüs çalıştı. 19 Zilkade 1322/25 Ocak 1904 tarihinde babasının vefatı üzerine, onun görevi olan, Hırka-i Şerif Camii Hatipliğini Ömer Efendi üzerine aldı.

Taksim Maksemi’ne bitişik çeşme üzeri âyet, Kısıklı Camii dış kapı ve mihrap üzeri celî yazıları ile camii önünde bulunan çeşme üzerindeki celî âyet, Hırka-i Şerîf Camii’nde celî sülüs zerendûd levha, Fatih Türbesi haziresinde türbedar Ahmed Âmiş Efendi mezartaşı Kitabesi, Eyüp, Sultan Reşad Türbesi dışındaki celî müsennâ ayet ile içeride paftalı kuşak Ömer Vasfi Efendi’nin önemli eserlerindendir. 12 Cemaziyelahir 1347/26 Kasım 1928 tarihinde 48 yaşında vefat etmiştir. Kabri, Eyüpsultan’da Hattat Kâmil Efendi mezarı civarındadır. Kitabesi yoktur.

CircirliAli_002Mehmet Ali Efendi, ‘Çırçırlı’ ve ‘Haydarlı’ ismiyle de bilinir. En değerli hattatlardan olduğu halde, ismi bir yerlerde kayıtlı değildir. Dönemin Maliye Bakanlığı’nda katip yardımcısı olarak çalışırdı. Sülüs, celi, nesihte üstat bir isimdi. Aksaray’da Şabaniye tarikatının şeyhlerinden Necib Efendi’nin dergahında 1903 yılında vefat etti. Doğum tarihi bilinmiyor. Mezarı, Üsküdar’da, Karacaahmet’tedir. Bir eseri Saraçhane Camii’nin kapısındadır.

Yahya Hilmi H. 1249 (1833) yılında doğdu. Antep’li Dalkılıç Hacı Halil Ağanın oğlu olan hattat, gençliğinde Bayezid ve Sultanahmed Camilerinde dinî ilimler okudu ve 1861’de izin aldı. Sonra yazıya merak ederek önce Sikke Başressamı (Madenî Para Başressamı) Hâşim Efendi’den (Meşhur Hattat Râkım’ın öğrencisi), onun vefatı üzerine Matbaa-i Âmire (Bugünkü Devlet Matbaası) musahhihi Halil Zühdî Efendi’den aklâm-ı sitte dersleri aldı ve icâzetname’ye hak kazandı. Aday memuru olarak girdiği Bâb-ı Seraskerî Nizamiye Jurnal Kalemi’nde ilerleyerek müdürlüğe yükseldi.

XIX. yüzyılda yetişen nesih yazı hattatlarının büyüklerindendir. Çıraklarından Eyüplü Rıfat Efendi’nin [ö. 1361/1942] Necmeddin [Okyay] Efendiye naklettiğine göre Yahya Hilmi Efendi, devrin büyük ustası Şevkî Efendi ile at başı yürümüştür. Yine Necmeddin Okyay’ın ifadesine röre Yahya Efendi nesih yazıda “asrının ferîdi” (zamanın bir tanesi) idi. Aynı zamanda çabuk yazmakla ün salmıştı. Sülüs’te ve celî sülüs’te fazla başarılı olmamasına rağmen nesihlerindeki tatlılık ciheti ile eşi, emsali gelmemiştir.

Eserleri arasında 25 Kur’an (sonuncusu 21. cüze kadardır), sayısız En’am, Delâil, Evrâd, hilye ve levha vardır. Büyük boyda bir Kur’an’ı TIEM.’dedir. H. 1325 (1907) yılında vefat etmiştir.

MNurisivasi_001Sivaslı Mehmed Nûri’nin hayatı bilinmemektedir. Ancak gubârî yazı geleneğinin son temsilcisidir. Bazı yazılarının ketebe kayıtlarında kendi mesleğini kaydetmiş ve hocasının ismini vermiştir. Bir yazısının ketebesinde “Mülgâ Dâire-i Meşihat Mektûbi Kalemi Mütekâidi” olduğunu belirtmiştir. Meşihat Kalemi kâtiplerinden Ahmed Efendi’nin oğludur. Şeyh Mahmud Hamdi’den yazı dersi almıştır. Daha çok 1905-1935 yılları arasında eser vermiştir. Eserlerini koyu zemin üzerine üstibeç boya kullanarak meydana getirmiştir.

IbrahimAfif_001Sülüs ve Nesih yazıyı Hüseyin Habil’den öğrendi. Ünlü hattat deli Osman İbrahim Afif’in damadıydı.

BursaliFahri_001Bursalı Fahri, 16. yüzyılda İran’dan Türkiye’ye gelen ve 17. yüzyılda Türklerden Avrupa’ya geçmiş olan kaatılık (kesmecilik) sanatın en büyük ustasıdır. Fahri’nin Sultan 1.Ahmed’e hediye ettiği “Gülistan” bu sanatın en güzel örneklerinden biri sayılmaktadır. Sultan 3.Murat’a takdim edilen ve şimdi Viyana Saray Kütüphanesinde bulunan albümde eserleri yer almaktadır. Oyarak meydana getirdiği yazı örneklerinin bir kısmı da Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunmaktadır.

HasanTahsin_0011851 yılında Tophane’de doğdu. Sıbyan mektebinde okuduktan bir süre sonra hafız oldu. Sülüs ve nesihi Şefik Bey’den, talik yazıyı Sami Efendi’den öğrendi. Rık’a da yazardı. Galatasaray Sultanisi ve Darüşşafakada yazı hocalığı yaptı. Bir süre Mahmud Bey Matbaası’nda çalıştı. 1916 yılında vefat etti.

MehmedNazif_0171846 Rusçuk doğumludur. İstanbul’a geldi ve önce Burdurlu Hafız Vahdeti’den, ardından hattat Sami’den ders aldı. Askeri Harita Dairesinde hattat olarak çalışırken bir taraftan da okullarda hat dersleri verdi. 1913’te vefat etti.

Son Dönem Hattatları

 

KamilAkdik_043Kamil Akdik 1861’de İstanbul’da doğdu. Sami Efendi’den sülüs ve nesih hattı öğrenip icazet aidi. 1909’da Nişan-ı Hümayun Kalemi mümeyyizliği ve hat hocalığı yaptı 1914’te Medrese’t-ül Hattatin sülüs ve nesin hocalığını, 1918’de Galatasaray Sultanîsi’nin rik’a hocalığını üstlendi. Sultan V. Mehmed Reşad tarafından “Reis-ül Hattatıyn” unvanıyla ödüllendirildi. 1940’da Prens Tevfik Paşa’nın Kahire’de yaptırdığı caminin kubbe ve kuşak yazılarını yazdı. 1941’de vefat etti.

 

HulusiYazgan_0031285/1868 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Asıl adı Mehmed olup Hulusi mahlasıdır. Sultan Selim Mektebi’ndeki tahsilinden sonra babasından cami derslerine devam etti. 1316/1898 tarihinde ilmiye icazeti aldı. İlk yazı derslerini iptidai mektebinde Osman Nuri Efendi’den aldı. Daha sonra Muhsinzâde Abdullah Efendi’den sülüs ve nesih dersleri aldı. Ta’lik yazıya Karinabadlı Hasan Hüsnî Efendi’den başlamış, Çarşambalı Mehmed Arif Bey’ den tamamlamıştır. Sami Efendi’den ta’lîk yazının inceliklerini öğrendi.

Darüşşafaka’ya yazı hocası oldu. Medrese-i Hattatîn’in kuruluşunda (1914) ta’lîk ve celî ta’lîk hocası olarak tayin edildi. Harf inkilâbında medreseler kapatılınca Türbeler Başbekçiliği görevine getirildi ve Darüşşafaka’da yeni harflerle yazı dersleri verdi. Ayrıca ölümüne kadar Sultan Selim Camii müezzinliği görevini yaptı. Hulusi Efendi asıl maharetini ta’lîk ve celî ta’lîk yazıda ortaya koymuştur. 1902-1927 yılları arası sanatının en parlak dönemidir. Görev yaptığı Sultan Selim Camii’nde celî sülüs ve celî ta’lîk levhası mevcuttur. Celî sülüs’le yazdığı levha 17 Ağustos 1999 depremi sonrası yapılan temizlik esnasında çaldırılmış, fakat daha sonra bulunarak yerine asılmıştır. Sultanahmed Camii, Sultan Selim Türbesi, Bâyezid ve Merkezefendi Camilerinde nefis levhaları mevcuttur. Ankara’ da Birinci Meclis binasındaki “Hakimiyet Milletindir” levhası da Hulusi Efendi’nindir. Hilye, mezartaşı kitabesi ve levha olarak çok fazla eseri vardır. Hayatının son zamanlarında felç geçiren Hulusi Efendi 8 Ocak 1940 tarihinde vefat etti. Edirnekapı mezarlığına defnedildi; kitabesi yoktur.

 

NuriKorman_001H. 1285 (1868) yılında dünyaya geldi. Alâeddin Bey ile Muhsinzade Abdullah Bey’in talebesi olan Hacı Nuri Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi yolunun son müntesibidir. Celî sülüs yazılarında onun tesiri yanında Mustafa Râkım Ekolü’nün tesiri de sezilir.

İstanbul Bakırköy’de Kartaltepe Camii’nin kubbesindeki İhlas Sûresi, Azapkapı Camii’nin muslukları üzerindeki yazılar, Kastamonu’da Şaban-ı Velî Dergahı’nda ve Çorum’da saat kulesinin üstündeki yazılar ile Sultanahmet’te Alman Çeşmesi’nin kubbe içi yazıları onundur. H. 1371 (1951) yılında vefat etti.

IHAltunbezer_0311873’de doğdu. Sülüs ve nesih hattı babasından öğrendi. Tuğra çekme, divani, celî, divanî ve celî hatları Sami Efendi ile meşk etti. Sanayi-i Nefise Mektebi’ni resim bölümünden birincilikle mezun oldu. Yazılarının tezhibi ile de ilgilenirdi. Altınbezer soyadını alması da bu meziyetindendir. 1946’da vefat etti.

AbdulkadirSaynac_003Eski Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın torunlarından ve nâiblerden Ahmet Tevfik Efendi’nin oğludur. 1881’de (1299 H.) Kayseri’ye bağlı Tavlusun köyünde doğdu.

Memleketinde ilkokulu bitirdikten sonra 1898’de (1316 H.) İstanbul’a geldi. Fatih Camii’nde Arnavut Hoca Hasan Necmüddin Efendi’nin dersine devamla icazetname aldı. Darülfünun İlahiyat bölümünden 1912’de (Temmuz 1328) mezun oldu.

1903’te (1321 H.) Meşihat Dairesi’ne girerek Mektubî Kalemi’nde memur olarak göreve başladı ve dairenin lağvedilmesine kadar vazifesini sürdürdü. Ardından yeni kurulan İstanbul Müftülüğü Evrak Kalemi’ne memur tayin olunarak vakti gelince yaş haddinden emekli edildi.

Damat İbrahim Paşa ve zevcesi Fatma Sultan hayratında — vakfiye gereğince — vaaz etmesi kararlaştırıldı.

Memleketinden İstanbul’a geldiği sene, Filibeli Hacı Arif Efendi’den sülüs ve nesih meşkine başlayarak huruf (harfler) müfredatını Reisülhattatîn Kâmil Efendi’den mürekkebatı tamamlayarak icazet aldı. Birkaç sene “Medresetülhattatin”de de çeşitli meşkleri yazıldı.

1909’da [25 Şubat 1324] Maarif Meclisi’nde hutût-ı mütenevvia yarışmasına girerek birinciliği kazandı. Darülmuallimîn hüsn-i hat hocalığına tayin edildi. Bir müddet sonra Darülhilâfe medreselerine, oradan da İmam-Hatip mektebine nakledilerek ilgaları tarihine kadar muallimlikte bulundu.

Sülüs, celî, talik ve rik’ada ayrıca mürekkep imalinde maharetliydi.

Abdülkadir Efendi’nin tercüme ederek mütenevvi’ (çeşitli) hatla yazdığı Cezerî’nin siyerine, amcasının oğlu meşhur ressam ve hattat Feyhaman Bey’in arzusuyla şu takrizi yazmıştım:

Cezerî’nin siyer-i pakini Abdülkadir

Terceme eyliyerek, kıldı uyûnı tâbân[1]

Öyle bir terceme kim aslı gibi âlâdır

Cezerî görse olurdu ebediyyen tahsin-han[2]

Sahib-i ilm ü hüner, revnak-ı hattatîndir[3]

Hüner ü ilmine işte eseri bir bürhan[4]

Muhtelif hat ile tezyin-i sahâif etmiş[5]

Her sahife ediyor âdemi cidden hayran

Nazm-ı zîbâsına dilbeste onun nâzımlar[6]

Hatt-ı ranâsına aşüfte onun hattatan[7]

Hüsn-i ahlâkına her hali şehadet eyler

Başka şahid aramaz hulkuna[8] ehl-i irfan

Zuhr-i ahret olur elbette bu dürlü âsâr[9]

İstifaza edüb[10] ondan nice sahib-i imân

Halik-ı levh u kalem sa’yini meşkûr etsün[11]

Eylesün Şah-ı Rusül şanına lâyık ihsan

……………………….

[1] kıldı uyûnı tâbân: Gözleri aydınlık kıldı

[2] Cezerî görse olurdu ebediyyen tahsin-han: Cezerî görse ebediyen beğenip alkış tutardı

[3] revnak: Parlaklık

[4] bürhan: Delil.

[5] tezyin-i sahâif etmiş: Sayfaları süslemiş

[6] nazm-ı zîbâsına dilbeste onun nâzımlar: Güzel dizişine gönül bağlar onun, tanzim edenler

[7] hatt-ı ranâsına aşüfte onun hattatan: Güzel hattına kapılır onun hattatlar

[8] hulk: Tabiat, huy.

[9] zuhr-i ahret olur elbette bu dürlü âsâr: Böyle eserler ahiretin zuhrudur (zor günler için saklanan şey).

[10] istifâza etmek: Feyizlenmek.

[11] Halik-ı levh u kalem sa’yini meşkûr etsün: Kaderi yazan kalemi ve kader levhasını yaratan Allah, onun gayretinin karşılığını buldursun.

SuudElMevlevi_001Mehmed Sü’ud Bey, Divan-ı Hümayun Kuyud Odası Mümeyyizi Safvet Bey’in oğlu ve Hattat Vahdetî’nin torunudur. 1882 (H. 1299)’da Kuruçeşme’de doğdu.

Beşiktaş’ta Mekteb-i Hamidi’ye devam etti. Babasından ve diğer zatlardan Arapça ve Farsça okudu. 1899 (H.1317)’de Divan-ı Hümayun mühimme kalemine girdi. Nesih ve sülüsü babasından ve Beşiktaşlı Nuri (Korman) Efendi’den, daha sonra Muhsinzade Abdullah Bey’den, divaniyi Kâmil (Akdik) Efendi’den, divani celisini Sami Efendi’den ve tuğrayı Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey’den meşk ederek Divan dairesinden hattatlık şehadetnamesi ve Divan-ı Hümayun beylikçisi Nasır Bey’in himmeti ile salise rütbesi verildi.

Sü’ud Bey Divan’da on sekiz sene hizmetten sonra 1908 (H.1326)’da Meclis-i Ayan kitabetine nakledildi. Medreselerde yazı ve tahrir usulü muallimliğinde bulundu. Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla birçok münevver zat ile birlikte açıkta kaldı. Babıâli caddesinde küçük bir dükkân açıp isteyenlere yazı yazmak suretiyle maişetini temine çalıştı.

Kanunisani 1930’da Fatih Millet kütüphanesine memur tayin edildi. 28 Ağustos 1948 (23 Şevval 1367)’de vefat etti. Merkez Efendi kabristanına defnolundu. Kısa boylu, zayıf, mütedeyyin ve musalli idi. Tertipli şiirlerden oluşan bir divanı vardır. Refikasının vefatında terkibi bend şeklinde uzun bir manzume ve üstadı Muhsinzadenin hayatına dair bir risale yazmıştır. Yenişehirli Avni Beyin şiirlerini toplayıp tertip etmiş ve hayatını mukaddime olarak yazmıştır. Bunlar basılamamıştır. Şair Şeyh Zekâî merhumun hayatını ve şiirlerini içeren bir eseri basılmıştır. Mevlevî tarikatına intisabı münasebetiyle “Sü’udülmevlevî” imzası ile gazete ve mecmualarda şiirler yayınlamıştır. Tarz-ı kadimde her istediği vadide nazma muktedir ve sülüs, celi ve divanî yazılarda mahir idi.

Şiirlerinden bir kıta

Eden bulur sözü düsturi müştehir ise de

Bu kerbelâyı musibetde etmeyen buluyor

Tehi mi gülşeni tende figanı bülbüli can

Hezar goncei ümmid açılmadan soluyor

1 Mart 1335

KamilUlgen_001Mehmed Kâmil Ülgen Bey, Süleymaniye camii müezzinlerinden Osman Efendi’nin oğludur. R. 1302 (1886) yılında Vezirköprü ilçesi Zeytun nahiyesinde doğdu. R. 1305 (1889) yılında babası tarafından İstanbul’a getirildi. İbtidaî, rüşdî, kısmen idadi ve hsusi tahsil gördü. Filibeli bakkal Hacı Arif Efendi’den sülüs ve nesih yazı yazdı.R. 1318 (1902) yılında Harbiye nezaretinde kâtipliğe tayin ve 1319 (1903)’de müsabaka ile dördücü sınıfa terfi edildi.

R. 1319’dan 1322 (1903 – 1906)’ye kadar Sami Efendi’den ta’lik ve celi yazdı.

R. 1323 (1907)’de Ticaret mektebi âlisine girdi, 1324 (1908)’de oradan Mektebi Hukuka naklederek 1327 – 1328 (1911 – 1912)’de diploma aldı. Harbiye Nezaretindeki vazifesine de devam etti. R. 1329 (1913) nihayetinde Müdafaa-i milliye vekâleti ordu dairesine ve bilahare Hukuk Müşavirliği kalemine tayin edildi.

Seferberlikten evvel iki seneye yakın Matbaa-i Askeriye’nin yazılarını yazdı ve Darüttedris hüsn-i hat muallimliğini yaptı. Ankara’da Millet Meclis Vilâyet matbaaları hattatlığında bulundu. Birçok müesseseye yazı yazdı.

Daha sonra Askerî Divan-ı Temyiz’e tayin edildi. Kolordu müşavir muavinliğine terfi edilerek Konya’da beşinci kolorduya gitti. Bir sene kadar orada hizmet ettikten sonra yazıya olan hevesinden dolayı istifa ederek İstanbul’a geldi.

Lâtin harfi kabul edilinceye kadar İstanbul’da muhtelif matbaaların hattatlığı ile iştigal etti. 1930’da Adliye Vekâletine müracaatı üzerine Akçaabat ilçesi Cumhuriyet Savcılığına getirildi. Muhtelif Adliye memuriyetinden sonra kendi isteği ile emekli edildi.

NeyzenEmin_001Ömer Vasfî Efendi’nin kardeşi olan Mehmed Emin Dede Efendi, 5 Cemaziyelevvel 1300/14 Mart 1883 tarihinde Tophane’de Defterdar Mahallesi’nde dünyaya geldi. Sülüs ve nesih yazıyı Çukurcumalı Kadri Efendi’den öğrendi. Düzenli bir yazı eğitimi almadı, ancak kabiliyetiyle güzel eserler verdi. Ağabeyi Ömer Vasfî Efendi, hattat Sami Efendi’ye derse gittikçe, o da yanında gitti. Sami Efendi’den çokça istifade etti.Çok iyi bir hattat, ayrıca çok iyi bir neyzendi. Galata Mevlevihanesi’nin Neyzenbaşısı oldu. Kendisine “Emin Dede” denmesi bu yüzdendir. Emin Efendi 1914’de Genel Kurmay dairesi hattatlığına tayın edildi. Çok güzel istifler yaptı, levhalar yazdı. 1945 yılında vefat etti.

NecmeddinOkyay_0191883’de Üsküdar’da doğdu. Talat beyden Rik’a, Divani, Celi Divani yazılarıdan icazet aldı. Sonra Bakkal Arif Efendi’den Sülüs-Nesih dersi almıştır. Bu arada ebruculuk ve aharcılık (kağıdı cilalama sanatı) öğrenmiştir. Üstad Sami Efendiden Talik ve Celi Talik meşk etmiştir. Güzel Sanatlar akademisinde hocalığı vardır. 1967’de vefat etti.

Üsküdar Sempozyumu - Hezarfen Hattat Üsküdarlı Necmeddin OkyayYirminci yüzyılın ilk üç çeyreğinde, renkli kişiliğiyle Üsküdar’ı temsile layık bir sanatkar hüviyetini sürdüren üstad Necmeddin Okyay’la önceleri hoca-talebe, sonra da baba-oğul yakınlığıyla yirmi yılı aşan bir beraberliğimiz oldu. Buna dayanarak, ölümünden 27 yıl sonra Üsküdar Sempozyumu’nda onu -zamanın elverdiği nispette- Üsküdarlılara tanıtmayı bir vecîbe addediyorum. Kendileriyle şahsen muarefesi bulunanlar da artık azaldığından, bu konuşmamla hiç olmazsa onlara da Ustad’ı hatırlatmış sayılacağım muhakkaktır.

Okyay’ın evi -kırk yıldan fazladır artık ailenin mülkü olmamakla beraber- Üsküdar’ın Toygartepesi semtindeki Şair Ruhi Sokağı’nda hala duran 5 numaralı ahşap evdir, Sokağın karşı sırasındaki bir evde de “Said Paşa imamı” lakabıyla anılan mevlidhan Hasan Rıza Efendi (vefatı: 1887) oturmaktadır. (Mehmed Akif merhumun bu zatla ilgili latîf bir şiiri “Said Paşa imamı” başlığıyla Safahatın 7.kitabı olan Gölgeler’de okunabilir), ilahi bir cezbe haliyle yaşayan Hasan Rıza Efendi, 1882 yılının Eylül aynıda, hiç mutadı olmadığı halde karşı komşusunun kapısını çalar ve: “Bir oğlun olacak, ismini Necmeddin koy!” diyerek yürür gider. Üsküdar Mahkeme-i Ser’iyesi’nin başkatipliğiyle beraber -babadan müntakil- Yenicami imam ve hatipliğini de sürdüren Mehmed Abdünnebi Efendi, keşfi açık komşusunun bu sözleri üstüne, o akşam rüyasında, yatak odasının penceresine bir kuyruklu yıldız konduğunu görür. Aradan dört ay kadar geçince, 28 Ocak 1883 günü, beklenen Mehmed Necmeddin doğar.

Küçük Necmeddin, yaşı dört sene, dört ay, dört güne eriştiğinde -Osmanlı teamülüne göre- ibtidaî tahsili için evlerinin yakınındaki Karagazi (Karakadı) mahalle mektebine başladıve üç yıl hitamında buradan mezun olduktan sonra Kasabzade Mehmed Efendi’den Kur’an-ı Kerim hıfzını ilerletti. Müteakiben Ahmediye-Çavuşderesi semtleri arasındaki Ravza-i Terakki isimli (bugünkü adı: Halil Rüşdü İlköğretim Okulu) hususi mektebin, önce ibtidaî kısmını üçüncü sınıftan başlayarak o yıl bitirdi; aynı yerde orta tahsilini sürdürdü. Bu esnada rik’a, dîvanî ve celi divanî yazılarını rüşdiye (orta mekteb) seviyesine göre meşk edip icazetini aldı; yine o sıralarda hafızlık eğitimini de, Kasabzade’nin vefatı sebebiyle mektebin hocası Hafız Şükrü Efendi’den tamamladı. Ravza’nın hat muallimi Hasan Tal’at Bey, genç Necmeddin’deki istidadı görünce, kendisini Nuruosmaniye Medresesi’ndeki yazı odasına 1902 yılında götürerek, oranın hocası olan Filibeli Hacı Arif Efendi’ye (1836-1909) devamını sağladı. Arif Efendi, Bakkal lakabıyla tanınan bir hat üstadıydı ve medreseye gelen birçok meraklıya sülüs-nesih yazlarını meşk ediyordu.

Genç Necmeddin’in birincilikle mezun olduğu Ravza-i Terakki, devrinin en kudretli öğretim müesseselerindendi. Nitekim, aynı senelerde buradan feyz alan şu üç arkadaş, seksenli yaşlarında mesleklerinin pîri unvanını almışlardır:

1- Necmeddin Okyay (1883-1976): Şeyhü’l-hattatîn
2- Hafız Ali Üsküdarlı (1885-1977): Reisü’î-kurra
3- Burhan Felek (1889-1982): Şeyhü’l-muharrirîn

Rüşdiye tahsilini bitirdikten sonra lise eğitimi için Üsküdar idadîsi’ne giren Necmeddin, buraya bir yıl devam etti. Ancak salı günleri hat meşki almak üzere Nuruosmaniye’ye gitmesine müsaade edilmeyince tahsilini bırakmağa karar verdi; zaten devlet memuru olmak gibi bir niyeti de yoktu. Bu arada eline geçen bir ebru (ebrî) kağıdı, öğrenmek iştiyakında olan bu gencin fevkalade ilgisini çekdi. Bu san’atı yegane bilenin Üsküdar Özbekler Dergahı Şeyhi Hezarfen Edhem Efendi (1829-1904) olduğunu da düyunca, kendisinden ebruculuğu tahsil etmek üzere Sultantepesi’ndeki Dergah’a çıkmayı iş edindi.

Ebrunun yanı sıra, ahar denilen kağıt cilalama usullerini ve biraz da ince marangozluğu öğrenmişken, Edhem Efendi fani ömrünü tamamlayıverdi. Ancak hocasından kazandığı birikimleri genç Necmeddin istîdadıyla geliştirdi. Bilhassa, ebru kağıdındaki renklerin imtizacı konusunda, o vakitler Toygartepesi’nde oturan Üsküdarlı ressam Hoca Ali Rıza Bey’den (1858-1930) çok faydalandı.

Hafızlıktaki derecesini ilerletmek için Kaptanpaşa Camii imamı meşhur Hafız Nazif Efendi’den (1861-1931) aşere ve takrîb, ayrıca Çinili Camii imamı Nuri Efendi’nin cami derslerine devamla ilmiye icazetnamelerini alan Necmeddin, bunu alanların kullandığı “efendi” unvanına da hak kazanmış oldu. Bu arada Konyalı Vehbi Efendi’den is mürekkebi îmalini öğrendi. Sultan tepesi’nde oturan Sultan Aziz’in okçubaşısı Seyfeddin Bey’le tanışarak onunla kemankeşlik çalışmalarına katıldı. Okmeydanı’ndaki hedef okçuluğu denemelerinde ancak 680 gez (1 gez- 66 santimetre) uzaklığa atabildi. Halbuki kabza (okçuluk icazeti) alabilmek için en az 800 gez atmak gerekiyordu. Bununla beraber, Necmeddin Efendi biri 1920’de, diğeri 1940’da olmak üzere Okmeydanı’nın Vakıflar idaresince satışını iki kere önlemek, Cumhuriyet devrinde yeniden Okspor isimli kulübü kurmak ve 1934’de çıkarılan soyadı kanunu uyarınca kendisine Okyay’ı seçmekle bu tarihî spordan hiçbir zaman kopmadığını gösterdi. Ancak Okmeydanı’nın 1950’den sonra devletçe “yokmeydanı” haline getirilişinin ve tarihî Türk okçuluğunu bilen yegane kişi olarak kalmanın elemiyle ömrünü sürdürdü. O yaşlı halinde bile, meraklılara “Ya Hakkk!” nidasiyle ok atışı gösterirken, sanki yirmisindeki delikanlılığına avdet ederdi.

Bizim yine eski yıllara dönmemiz gerekiyor; çünkü Necmeddin Efendi’nin öğrenecekleri henüz bitmedi! Bakkal Arif Efendi’ye devamı sırasında eline bir ta’lîk yazı geçen genç Necmeddin, bu hat nev’inden çok hoşlandı ve bunu hemen öğrenmek arzusuna kapıldı; ta’lîk hattının o yıllardaki en büyük ismi Sami Efendi’ye (1838-1912) mülakî oluşunu kendisi şöyle anlatırdı: “Biz ta’lîk yazmak istediğimiz sırada kendilerinin biricik kızı vefat etmiş, üzüntüsünden yazı göstermiyordu. ‘Sultan Hamid irade etse göstermez, lakin bir reddedemeyeceği kimse Özbekler Şeyhi Edhem Efendi’dir’ dediler. Hemen, ebrî hocamız olan Şeyh Efendi’ye koştuk. Bizi Sami Efendi’ye götürdü. Derse başladık. Ertesi hafta gittiğimizde, arkadaşım Abdülkadir’in meşkine baktı, ‘Bir daha böyle gelirsen, kendimi ‘evde yok’ dedirtirim’ dedi. Benim meşkimi de şöyle elinde sallayıp: ‘Al bir mel’abe-i sibyan (çocuk oyuncağı) daha!’ demez mi? Dünya başıma yıkıldı zannettim. Bir dahaki sefere çalışmaz mısın? Sonraki hafta korkudan titreyerek gittik. Meşke şöyle bir baktı. ‘Hmm, bizim tekdirin faide-i azimesi (azarlamanın büyük faydası) görülmüş’ dedi. Hazret’in vefatına kadar on sene kendilerine devam ile çok feyz. aldık”. 1905’de ta’lik hattından, 1906’da sülüs-nesih yazılarından, eski üstadlara taklîden yazdığı kıt’alarla, hocalarının icazetine hak kazanan genç Necmeddin, öğrenmek hususunda boş durur mu? Hocaları hayatta kaldığı müddetçe onlardan nasîb almağa gayret etti. Kendisinin diğer yazı nevilerinden de behresi bulunmakla beraber, Sami Efendi’nin yönlendirmesiyle ta’lîk ve celî ta’lîk hatlarına daha çok eğildi; bunlarla kıt’a ve levhalar yazmayı tercih etti. Mermer üstüne hâkkolunmuş hayli mezar kitabesi ve Çenberlitaş’daki Piyer Loti evinin kitabesi (1920) de Necmeddin Efendi’nin kaleminin eseridir.

Şurası mutlaktır ki, hat san’atı İslam’ın kitabı Kur’an-ı Kerîm’in en güzel şekilde yazılması gayretinden doğmuş, lakin kısa zamanda sahasını genişletmiştir. Rönesans devri sanatlarındaki dînî ağırlık düşünülürse, hüsn-i hattın oluşmasındaki bu temayül tabiî sayılır. Osmanlı devrinde de hatla uğraşanların çoğu önce bir dînî tahsil almışlar, hatta ömürleri boyunca dînî hizmetlerde bulunmuşlardır, İslamiyet’te ruhban sınıfı olmadığı cihetle, cami hizmetleri, günde beş kere yapılan toplu ibadete mihraba geçerek önderlik etmek (imamet) ve kılınan her cuma namazı öncesi minbere çıkıp hutbe okumak (hitabet) ile sınırlı kalır. Bu hizmetler, diğer vazifelilerle nöbetleşe yürütüldüğü için, imam-hatip zümresinin meraklı ve çalışkan olanları ilim ve sanatla uğraşmağa rahatlıkla zaman ayırabilmiştir. Necmeddin Okyay’a da, doğduğu Üsküdar’daki son klasik mimarî örneği olan Yeni Valide Camii’nin ikinci imameti -babasının 1907’deki vefatıyla- intikal etmiş. Onun daha sonra birinci imam ve hatip olarak 40 yıl sürdürdüğü bu hizmeti sırasında daha neler, nelerle uğraşacağını birazdan anlatacağım.

1908 yılına gelindiğinde, 25 yaşındaki Necmeddin, Üsküdar Yeni Valide Camii’nin ikinci imamı, muhtelif yazı çeşitlerinden icazet sahibi genç bir hattat, ebru san’atkarı, kağıt terbiyesinde ve mürekkep imalinde usta, okçulukta mahir bir sporcu ve ayrıca eski hattatların eserlerini toplamağa ve onları inceleyerek hattın inceliklerini kavramağa çalışan zekî ve dikkatli şahsiyetiyle karşımıza çıkıyor. Dikkatine şu vakıayla işaret etmek istiyorum: Camide vazifeli olduğu sıralarda, avludaki musluklarda abdest alanların cebinden para çalan bir yankesici camiye dadanmış. Hadise birkaç defa tekrarlanınca, oranın sorumlusu sıfatıyla Necmeddin Efendi bundan büyük bir rahatsızlık duymuş ve namaz evveli muslukların önünü uzaktan tarassut altına almış. Uzun bir takipten sonra, nihayet yankesiciyi suçüstü yakalamış, iş mahkemeye intikal ettiğinde, adam suçunu hakimin huzurunda inkara kalkışmış; bunun üzerine Necmeddin Efendi hırsızlığın bütün kaide ve inceliklerini göz önüne serecek şekilde, olanları hakime nakledince, şaşıran hırsız; “Bu hoca, muhakkak yankesicilikten yetişmedir.” diyerek, suçunu mecburen kabullenmiş ve mahkum edilmiş!

1914 yılında Cagaloğlu semtinde açılan “Medresetü’l-Hattatîn” isimli öğretim müessesesine -artık yazdığı hat levhaları sağda solda görülmeğe başlayan- genç Necmeddin’i hoca olması için, müdür Arif Hikmet Bey (vefatı:1918) davet etmiş. Fakat, gittiğinde kendisine sormadan, yanlışlıkla talebe olarak kaydetmişler. O, buna “Demek ki daha öğreneceklerim varmış” diyerek itirazda bulunmamış ve sülüs hattını Kamil Efendi’den (1861-1941) ders alarak ileriye götürmüş, Tuğrakeş Hakkı Bey’den (1873-1946) de celi sülüs ve tuğra öğrenmiş. Lakin diplomasını 1918’de almazdan iki yıl evvel, 1916’da ebru ve Ahar muallimi olarak Medresetü’l-Hattatîn’e tayin edilip öğrenci yetiştirmeğe başlamış, işte o sıralarda, Medrese’ye gelerek kendisinden çiçekli ebru yapmasını isteyen tanımadığı birinin arzusunu gerçekleştirmek için uğraşırken, bunda da muvaffak olmuş. Bu tarz ebrûya daha sonra Necmeddin Ebrusu adı verilmiştir. O yıllarda, camideki vazifesi icabı, henüz sarık-cübbe kıyafetiyle dolaşmak hakkına sahip bulunan Necmeddin Efendi’nin sür’atli yürüyüşünü, talebesinden Süheyl Ünver (1898-1986) hocamız: “Cübbesi, yolda giderken Necmeddin Efendi’nin arkasından yetişemezdi!” cümlesiyle anlatırdı. Medresetü’i-Hattatîn’deki “Hat ve Hattatlar Tarihi” dersinin muallimi olan şair Hüseyin Haşim Bey (1861-1920) de felekiyat (astronomi) tabirlerini kullanarak yazdığı şu kıt’asında Necmeddin Efendi’yi, bakınız ne kadar ihatalı tanıtıyor:

Hattat Necmeddin-i Üsküdarî Hakkında:

Gerçi meclâdır o necm-i dîn ü hatta Üsküdar,
Pertevî zanneyleme, eyler o semte inhisar.
Kevkeb-i evc-i zekâdır, şems-i burc-ı iktidar,
Asumân-ı hüsn-i hat eyler anınla iftihar.

(Gerçi o din ve hal yıldızının parladığı yer Üsküdarsa da, ışığını sadece o semte yaydığını sanma. Zekanın doruğundaki yıldız, iktidar burcundaki güneş mertebesinde olan Necmeddin’le hüsn-i hattın gökleri iftihar eder.)

Yine o yıllarda Süleymaniye’deki Kanunî Sultan Süleyman Mektebi’yle Bostancı ve Erenköy mekteblerinde hat muallimliğine başlayan Necmeddin Efendi, hattatlığının da verdiği imkanla zer-endûd levhalar hazırlamağa ve yazılı ebru denemelerine ağırlık verir; lakin, bu ikincisi için önceleri, çok zahmetli bir usulle çalışmıştır: Kağıda yazdığı yazının etrafını oyarak, çıkardığı harfleri bir başka kağıda arapzamkıyla yapıştırıyor, kuruduktan sonra ebru teknesine attığında, yapışık harflerin altındaki kısım suyun sathındaki boyaları almıyor ve ıslanan harfler yapıştıkları yerden ayrılınca, yazılı kısımlar kağıdın renginde kalıyor. Fakat, çok zaman alan bu usulü Necmeddin Hoca dikkati sayesinde kolaylaştırmıştır. Harfleri yapıştırmakta kullandığı arapzamkı mahlülünün kazara dışa taştığı yerlerde de kağıdın boya kabul etmediğini bu arada gözden kaçırmadığı için, yazılan bir defa da, kağıdın üstüne doğrudan arapzamkı mahlülüyle yazmayı tecrübe ederek çok mükemmel neticeler alıyor.

Necmeddin Hoca, Tuğrakeş Hakkı Bey’le yakınlaşınca ve gülcü Şükrü Baba’yı da tanıyınca, onlardaki gülcülük merakına kendini de kaptırmıştır. Üsküdar’daki ahşap evinin ulu ağaçlarla dolu 4000 m2‘lik bahçesinin bir bölümünü 1926’da gül yetiştirmeğe ayırmış ve burada 400 çeşide kadar gül yetiştirmiş, yarışmalara katılıp madalyalar almıştır. İşin asıl hoş tarafı, bir gülün botanik künyelerini Latince olarak bilmesi ve gördüğü cinsi bu isimle tanımlamasıydı. Üstad’daki şu gül aşkına bakınız ki, benim kendilerine mülaki olduğum 1955 yılında bile, artık eskisi gibi meşgul olamadığı için, yine de kırk çeşit gülü kalmıştı. 1961’de Toygartepesi’ndeki evinden Koşuyolu’nda bir apartman katına taşınınca gülden de, bahçesinden de kopmak mecburiyetinde kalan Necmeddin Efendi, talebesinden Ali Alparslan’ın, 1963 yılında vazifeyle bulunduğu Londra’dan kendisine mükemmel bir gül katalogu göndermesi üzerine, şu hazin kıt’ayı ona cevaben yazmıştı:

Güllerin karşımda her an, solmadan durmakdadır,
Hem temaşasıyla gönlüm şad-man olmakdadır.
Eski bagçem hatıra geldikçe dîdem hün olur,
Şimdi gül resmiyle Necmi geçmişi anmakdadır.

Hat koleksiyonu da sür’atle büyüyen Necmeddin Hoca’nın eline 1925 yılında bir mücellidin terekesinden klasik cilt yapımında kullanılan şemse kalıpları geçer. Birdenbire eski tarzdaki mücellidliğe karşı içinde heves uyanır. Kendi gayreti ve biraz da mücellid Bahaddin Efendi’nin (1866-1939) yardımıyla kısa zamanda bu işi de başarır, çünkü hayat lügatinde “boş durmak” yoktur, “daima çalışmak” vardır. Sadece eline geçen cilt kalıplarıyla yetinmez; dostlarından Hacı Vesim Paşazade Lutfi-i Mevlevi Bey’in yardımları ve Darbhane’ye devamı sonunda öğrendiği “galvanoplasti” usulüyle eski kalıplardan yenilerini elde etmeyi başarır ve ortanca oğlu Sami (1911-1933) ile beraber mükemmel eserler vücuda getirirler. Cilt kalıplarından yazı çerçevesi yapmak da bu devrinin mahsulüdür. Üç oğlu içinde müstesna sanatkarlığıyla dikkati çeken oğlu Sami’nin henüz 22 yaşındayken peritonitten vefatı, Necmeddin Hoca’yı hayli sarsar, lakin “Bakî kalanın ancak Allah olduğu” inancıyla teselli bulur. Sami’nin Yeni Cami’deki cenaze namazını, imamete geçip de kıldırmağa baba olarak nasıl dayanabildiğini kendilerine sormak gafletime Hoca’nın cevabını unutamam: “Resulullah, ciğerparesi İbrahim’in namazını kıldırmağa nasıl dayanabildiyse, öyle!”. Sırası gelmişken Necmeddin Efendi’nin diğer iki evladından da bahsetmeliyim: Deniz Albayı olan büyük oğlu Nebih Bey (1907-] 983) emekliliğinde altın oygu olarak hat (tuğra) ve tezyinat kesmesiyle ünlendi; küçük oğlu Sacid Bey (1915-1999) ise Devlet Güzel San’atlar Akademisi’nde ebru ve şemse cilt muallimi olarak 37 yıl hizmet etti.

1910’da Medresetü’l-Hattatîn kadrosunda başlayan hocalığını, buranın kapatılmasıyla, 1925’de Hattat Mektebi, 1929’da Şark Tezyini San’atlar Mektebi adını alarak sürdüren yeni müesseselerde; nihayet 1936’dan itibaren Devlet Güzel San’atlar Akademisi’nin Türk Tezyini San’atları şubesinde sürdüren Necmeddin Okyay, 1948’de yaş haddinden emekliye ayrılmakla beraber, evi meraklı talebeye her zaman açıktı. 1955 yılında hat meşki için müracaatımda, beni kendisine götüren Yeni Cami kayyımı Saim Efendi, ders ücretinin ne kadar olacağını sormak garabetinde bulununca, Hoca’nın büyük bir şaşkınlıkla cevabı: “Biz parayla öğrenmedik ki, parayla öğretelim! Bu mevzulardan sakın bahsetmeyin” olmuştu. Sonraki ziyaretimde götürdüğüm Şekercigüzeli’nin badem ezmesini görünce de : “Sizi böyle şeyler getirmekten men ederim evladım. Çünkü o zaman öğretişim hasbî olmaktan çıkar, bir karşılık almış olurum” demişti. Aslında, tarihimiz boyunca eski üstadların hepsi, hususi hat öğretimlerini maddî karşılık beklemeden gerçekleştirmeğe özen göstermişlerdir.

Bu çok cepheli zatın bir başka hususiyeti de, Osmanlı topraklarında yaşayan muhtelif kavimlerin Türkçe’yi konuşmalarındaki lehçe farklılıklarım bir tiyatro artisti kadar başarıyla taklit edebilmesiydi. Sadece bununla da kalmaz, başta Sami ve Edhem Efendilerle İbnülemin Mahmud Kemal Bey ve Gülcü Şükrü Baba olmak üzere, tanıdığı bazı zevatın konuşmalarını da mimiklerine varana kadar aksettirirdi. Dinlerken gülmekten katılırdınız; bulunduğu toplantılara sohbetiyle neşe katardı. Osmanlı topluluğunda mutad olan şifahi kültürü bütün nükteleriyle aktarmanın çok başarılı bir temsilcisiydi, Batıda namını duyan İlahiyat ve şarkiyat alimleri İstanbul’a uğradıklarında ziyaretine gelirlerdi. Bunlardan Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın (1908-2001), Necmeddin Efendi’yle görüşmesinden sonra, onu, gıyabında “bakıyyetü’s-salihîn” (salih kişiler zümresinin sona kalanlarından) olarak vasıflandırmasını daima hatırlayacağım.

Necmeddin Hoca’nın imzasız Osmanlı hat eserlerinin ekserisinin kime ait olduğunu, hatta yazılış senesini, müşahede ve müktesebatıyla tespit edebilmesi büyük bir hayranlık uyandırırdı ve bu veçhesiyle adeta bir “sanat velisi” hüviyeti taşırdı. Hayatı boyunca “bilen bir hattat şuuruyla” kendi topladığı emsalsiz hat eserlerinin pek çoğu 1960 yılında Topkapı Sarayı Müzesi’ne intikal etmiştir. Bu koleksiyonda hüsn-i hattın yanı-sıra, tezhip sanatının da fevkalade örnekleri mevcuttu. Necmeddin Hoca, tezhip sanatıyla fiilen uğraşmamakla beraber, Devlet Güzel San’atlar Akademisi’nin hocaları Rikkat Kunt (1903-1986) ve Muhsin Demironat’ın (1907-1983) klasik tezhip yolunu bulmalarına rehberlik etmiş; ayrıca, kitap sanatlarına dair tabir ve ıstılahları da dikkatle toplayarak zamanımıza eriştirmiştir. Zira, yaşlılığında bile, bu sanatlara faydalı olmak gayesini bir an olsun kaybetmemişti. Üstadın kendi yazdığı hat eserleri de en ziyade Mimar Sinan Üniversitesi’nde olmak üzere, Topkapı Sarayı ve Türk-İslam Eserleri müzelerinde, bazı hususi koleksiyonlarda bulunmaktadır. Ne yazık ki, Mimar Sinan Üniversitesi’nde saklanan yazılarından azımsanmayacak bir bölümü, üç yıl kadar önce dolabıyla birlikte kaybolmuştur.

Müstesna yaradılışıyla, Necmeddin Okyay birçok hüneri nefsinde topladığı için “hezarfen” (bin sanat sahibi) lakabıyla anılmıştır. Onun ebru hocası Edhem Efendi de aynı lakapla yad edilir. Necmeddin Efendi, ebced hesabıyla tarih düşürmekte de pek mahirdi. Aruz öğrenmediği halde, yazdıklarının vezni yerinde olur, bu da çevresindeki aruz bilenleri şaşırtırdı. Düşürdüğü tarihlerden Sami Efendi için olanını naklederek bu bahsi de kapayalım:

Serfürû eyler cihan, tarîh-i Necmeddin için:
Göçdü Sami, kaldı Rakım mesleki üsladsız…
1330 (1912)

Başta Neyzen Emin Dede (Yazıcı, 1883-1945) olmak üzere, birçok nağmeşinas dostu bulunduğu halde, Necmeddin Efendi, nedense musikiyle ilgilenmemiştir; makamlardan sadece acem-aşirân’ı tefrik edebildiğini söylerdi. Ancak “Üsküdar ağzı” denilen tilavet üslubuyla Kur’an-ı Kerîm okurken, makamları tiz sesiyle tabiî olarak birbirine münasip şekilde sıralardı. Hatta, Yenikapı Mevlevîhanesi’nde teravih kıldırmak için imamete geçtiğinde, muzipliği ile meşhur arkadaşı hattat ve musikişinas Ömer Vasfi Efendi (1880-1928) müezzinlik ederken, olmayacak makamlar gösterse de, Necmeddin Hoca tabiat-i musikîyesiyle mihrapta bunlara mükemmelen uyarmış. Bu hal “Deli” lakabıyla maruf Ömer Efendi’ye merak olur ve “Ulan, seni açmaza düşürmek için gösterdiğim makam seyirlerini ve kararlarını mûsiki bilmediğin halde nasıl yakalıyorsun? Hayret ediyorum!” dermiş. Böylesine dolu dolu yetişmiş olan Okyay üstadımızın samimiyet ve tevazu içinde ara sıra tekrarladığı şu sözünü de hiç unutamam; “Evladım, zamanın en iyi hocalarından ders gördüm amma, kendim bir şey olamadım” Oysa kendileri, yukarda isimleri sıralanan üstadların dürülüp bükülüp bir bedende toplanmış hali gibiydi. Bazılarını genç, bazılarını da orta yaşlarındayken tanıyıp da sohbet halkalarına dahil olduğu zevat-ı kiramın bir kısmını şuraya sıraladığımda, Osmanlı kültür mihraklarının XX.y.y.’daki numunelerini rahmetle anmış olacaksınız: Abdülaziz Mecdi Efendi (Tolun, 1865-1941), Ahmed Celaleddin Dede (Baykara, 1853-1946), Ahmed Naim Bey (1870-1934), Ahmed Remzi Dede (Akyürek, 1872-1944), Hafız Eşref Efendi (Ede, 1876-1954), Müderris Ferîd Bey (Kam, 1864-1944), Elmalıh Hamdi Efendi (Yazır, 1879-1942), Üsküdarlı Şair Tal’at Bey (1858-1926), Debreli Hoca Vildan Efendi (1853-1924). Necmeddin Efendi’nin hüsn-i hat konusunda en çok gorüşüp anlaştığı hattat ise, Macid Ayral (1890-1961) merhumdu. Hatta onun vefatından sonra: “Macidim gitti, elimdeki eserler öksüz kaldı” cümlesini zaman zaman tekrarlardı.

Üzerindeki 14 çeşit rahatsızlığı da “hastalık koleksiyonu” olarak görüp, bunu bütün nüktedanlığıyla yazı koleksiyonculuğu alışkanlığına bağlayan Necmeddin Hoca, son yıllarında arasu (glokom) ve perde (katarakt) illetleri dolayısıyla görme hassasını neredeyse kaybetmişti ve ömrünce bağlandığı sanatlar, ona artık yüzlerini göstermez olmuşlardı. Fakat “çalışmak”, hayatı boyunca kendisinin bütün hücreleriyle gerçekleştirdiği bir fiildi. Doksan üç yıllık aziz ömrünün bir anını boşa harcamadan, önce öğrenmek, sonra da öğretmek şevkiyle yanıp tutuşan ve bir ibadet hazzıyla çalışan merhum üstadın bu hali, rühuna o derecede işlemişti ki, vefatından üç gün önce, Haydarpaşa Numune Hastanesi’ndeki son görüşmemizde hatırını sorduğum vakit, hasta yatağından kısık sesiyle: “Ölmeye çalışıyorum” cevabını vermişti!

Nihayet 5 Ocak 1976 pazartesi sabahı fani ömrü tükenen ve -isminin manasına göre- dînin olduğu kadar, faaliyetleriyle sanatın da yıldızı olan hocamızı, ertesi gün, yıllarca hizmet ettiği Üsküdar Yeni Valide Camii’nden öğle vakti kaldırıp Karacaahmed Sultan’da oğlu Sami ve dokuz yıl önce kaybettiği refîkası Seniye Hanım’ın yanına sırladık. Lakin, kabrine konulan latin harfleriyle yazılmış kitabe, bu büyük sanatkarın şanına hiç yakışmasa da, o, eserleriyle yaşamağa devam ediyor, edecek… Yeri gelmişken, şu sempozyumu tertipleyen Üsküdar Belediye Başkanlığı’na da eski bir ricamı tekrar hatırlatmalıyım: Her şeyiyle Üsküdarlı kalan bu büyük sanatkarın adının, son yıllarını geçirdiği Doğancılar – Viran Saray sokağına verilmesini sabırla bekliyorum. Böylece Üstad’ın ismi Üsküdar’da abad edilmiş, o sokak da “viranlık” dan kurtulmuş olacakttır.

Hocamızın bir yazılı ebrûsunun hazırlanış hikayesini anlatarak, konuşmamı artık nihayetlendirmeliyim: Ebrûculukta kullanılan ve Hindistan’dan geldiği için tedariki zor olan, morumsu vişne çürüğü renkli lök boyasının Mısır Çarsısı’ndaki bir dükkanda bulunduğunu işiten Necmeddin Efendi bu boyanın peşine düşer. Lakin o gün 13 Kasım 1918’dir ve 30 Ekim’de imzalanan meş’um Mondros mütarekesini müteakip, gemilerle gelen İngiliz-Fransız kuvvetleri istanbul’u işgale başlamışlardır. Lök boyasını temin eden ve başına bir iş gelmemesi için vapura binmeyip, sandal tutarak yabancı askerlerin arasından güçbela Üsküdar’a dönen Necmeddin Hoca, evine zorlukla erişir. Aradan neredeyse beş yıl geçtikten sonra, 6 Ekim 1923 günü yabancı kuvvetlerin gemilerle İstanbul’dan ayrılışını, limanı gören bahçesinden dürbünle seyrederken, o neş’e ile evine girip “Gel keyfim gel” celi ta’lîkini ebrulu olarak yazar ve renkleri serperken işgal günü zorlukla bulduğu lök boyasını da bilhassa kullanır. Tekneden çıkardığı eserini kurutup seyretmek maksadıyla önüne aldığında, bir yandan kahvesini yudumlarken, heyecanından fincanını “Gel keyfim gel” in üstüne döker; işte görülen lekeler bunlardır. Sanırım, Necmeddin Efendi çapında bir sanatkar için, gelişlerinde kendisiyle beraber bütün Türkleri hüzne boğan işgal kuvvetlerine karşı, gidişlerinde bundan daha keyifli ve sanatkarca bir intikam düşünülemezdi!

Üsküdar’ın sanki gürül gürül akan tarihî bir memba çeşmesinden, bu konuşmamla dinleyicilerime ancak birer tas sunabildiğimi sanıyorum. Anlattıklarımın, muhabbetten kaynaklanan bir mübalağa olduğunu düşünebileceklere de şunu samimiyetle açıklamalıyım ki, söylediklerim fazla değil, noksandır bile!

M.Uğur Derman (Prof., Mimar Sinan Üniversitesi)

IFeyhamanDuran_001İbrahim Feyhaman Duran, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın kızının ahfadından Rüsumat Emâneti muavin yardımcısı Enderûni Süleyman Hayri Bey (ö. 1309/1860)’in oğludur. 1 Muharrem 1304/30 Eylül 1886’da Kadıköy’de doğdu.

Galatasaray Lisesi’nde okuyup mezun olduktan sonra beş sene kadar bu lisede öğretmenlik yaptı. Resimdeki kabiliyeti Prens Abbas Halim Paşa tarafından takdir edilerek resim tahsil etmek için Avrupa’ya gönderildi. Paris Sanayi-i Nefise okulunda Kormon ve Janpol Lorans’ın atölyeleride çalıştı. İstanbul’a dönüşünde Kız Sanayi-i Nefîse Okulu’nda resim hocalığına atandı. 1927’de Güzel Sanatlar atölye öğretmenliğine atandı. Hattat Sami Efendi’den, Galatasaray Sultanîsi yazı hocası İzzet Efendi’den ve Mahmud Bey Matbaası hattatı Tahsin Efendi’den yazı meşk etmiştir. Güzel Sanatlar Akademisi resim hocası iken yaş haddinden emekli oldu.

Evinde resim yapmak, yazı yazmak ile meşgul iken 6 Mayıs 1970 tarihinde vefat etti. Kabri, Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği 9. Ada 1.bloktadır. Yanında, 1986 yılında vefat eden değerli arkadaşı A. Süheyl Ünver’in kabri vardır.

MacitAyral_0221891 yılında İstanbul’da doğdu. Sülüs ve nesihi Beylerbeyi’nde Hamidiye Mektebi’nde okurken, Hocası Ali ve Enderunlu Ahmet Rakım Efendi’lerden öğrendi. Hattat Şefik Bey’e hayrandı ve yazısına çok çalıştı. Medresetü’l-Hattatin’e devam etti. İsmail Hakkı Bey’den celî sülüsünü, Hulusi Efendi’den talik yazısını ilerletti. 1955 yılında Irak’a hat hocalığı için gitti. Şişli, Levent, Şile, Seyid Ahmet, Bebek, Yeşilköy Kemer Hatun ve Davut Paşa camilerinde celi yazıları yer almaktadır. 1961’de vefat etti.

KemalBatanay_0041891’de İstanbul’da doğdu. Ondört yaşında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberleyerek hafız oldu. Talik yazıyı Hulusi Efendi’den ders alarak öğrenmiştir, icazetini ondan almıştır. 1981 yılında vefat etti.

MBedreddinYazir_001Yazırlı Hoca Numan Efendi’nin oğlu olarak 1895 yılında Elmalı da doğdu. Meşhur müfessir Hamdi Yazır’ın kardeşidir. Meşrutiyet sıralarında Elmalı’dan İstanbul’a gelerek Rüşdiye tahsilinden sonra Nuruosmaniye Medresesi’ne girdi, bu arada hüsnühat ile meşgul olmaya başladı.

Sülüs ve Nesihi Bakkal Arif Efendi’nin oğlu Rakım’dan; Ömer Vasfi ve Aziz Efendi’den, Talik yazıyı da Hulusi Efendi’den ders alarak öğrendi. Meşihat Mektubi Kalemi’ndeki resmi vazifesinin ağırlığı, bu sanat ile gereğince uğraşıp eser vermesine ve kemale ermesine müsaade etmedi.

En büyük eseri “Medeniyet Aleminde Yazı ve İslam Medeniyeti’nde Kalem Güzeli”dir. Bu kitap, hat sanatını en geniş biçimiyle nesillerimize aktarmakta büyük bir vazifeyi yerine getirmiştir. Web sitemizin ismi de bu eserden ilham alınarak konulmuştur.

13 Rebiulevvel 1372 / 1 Aralık 1952’de Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Kabri Sahrayıcedid Mezarlığı’nda ağabeyinin yanındadır.

HalimOzyazici_030İstanbul’un Haseki semtinde 1898 yılında doğdu. Rüştiye’yi bitirdikten sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ne gitti. Medrestü’l-Hattatin’de hat dersi aldı. Yazıya rik’a ile Hamid Aytaç’la başladı ve daha sonra Ferid Bey’den divanî, Hasan Rıza ve Kamil Akdik’ten süllüs ve nesih, Hulusi Efendi’den talik meşki aldı. Uzun süre serbest çalıştı. 1948 yllından 1962 yılna kadar Güzel Sanatlar Akademisi’nde eski hat öğretmenliği yaptı. 1964 yılında vefat etti.

HamidAytac_054Asıl adı Şeyh Musa Azmi’dir. Bu bakımdan “Azmi” imzalı bir çok yazısı vardır. Hamid, takma adı ile tanınmaktadır. Aytaç soyadını almıştır. 1891’de Diyarbakır’da doğmuştur. Tuhfe-i Hattatîn’de adı geçen Hattat Amidî yani Diyarbakırlı Seyyid Adem Efendi torunlarından ZülfikarAğa’nın oğludur.

İlk öğrenimini sibyan mektebinde Diyarbakır meb’usu Hoca Mustafa Akif Efendi’den yapmıştır. Yazı aşkı da bu hocanın eğitiminden doğmuştur. Rüşdiye mektebinde Hoca Vahid Efendi’den rik’a ve jandarma kolağalarından (önyüzbaşı) Ahmed Hilmi Efendi’den sülüs yazıyı öğrenmiştir. Ayrıca Kavas-ı Sağır imamı Said Efendi’den ve akrabasından hüsn-i hat hocası Abdüsselam Efendilerden de öğrenimini sürdürmüştür. Resme yetenekli olduğundan askerî rüşdiye resim ve Fransızca öğretmeni merhum ressam Ali Rıza Bey’in öğrencisi ressam Hilmi Efendi’den resim öğrenmiştir.

HamidAytac_012Öğrenci iken Hasan Ferid Bey’in atlasından haritaları aslı gibi çizdiğinden eser, okulun müzesine konulacak değerde görülmüştür. Harb Okulu matbaası hattatlığına, sonra da Genel Kurmay serhattatı (hattatların başı) hocası Mehmed Nazif Efendi’nin ölümü üzerine bu matbaaya geçmiştir. Bu görevi yedi yıl sürmüştür. Bu görevi sırasında l. Dünya Savaşı’na rastlayan yıllarda Yıldırım Orduları Grubu emrinde Almanya Berlin’de Harita Dairesi’nde bir yıl çalışmış, sonra İstanbul’a dönmüştür. Mütarekeden sonra istifa etmiş ve “Hattat Hamid Yazı” evi diye bir işyeri açarak o tarihten sonra hep serbest çalışmıştır. Hattat Hamid Bey Türk matbaacılığına çinkografi, çelik üzerine resim ve yazıhakketme yani gravür, kabartma ve lüks baskı tekniğini de ilk getirenlerdendir.

HamidAytac_037İstanbul’da en yeni camilerden olan Şişli Camii’nin eşsiz yazıları ile bir çok evlerde, salonlarda ve işyerlerinde Mısır ve Irak’ta, hatta dünyanın her yerinde onun binlerce nefis yazısı vardır. Uzun ve verimli bir ömür süren Hattat Hamit Bey bütün İslam aleminden, hatta Japonya’dan bile bir çok öğrenci yetiştirmiştir. Son yazılarından biri, Kırk Hadistir. Süleymaniye Kütüphanesi arşivinde yazılarından bir kısmının mikrofilmleri alınarak saklanmıştır. İslam Festivali için 1976 yılında İngiliz televizyonu, Süleymaniye Kütüphanesi’nde renkli bir filmi çekmiştir. Ölümünden birkaç ay önce de İslam Kültür ve Tarih Merkezi tarafından böyle bir film hazırlatılmıştır. Ayrıca Süleymaniye Kütüphanesi arşivinde kasetlerde kendi sesinden hayat hikayesi vardır. Mekke-i Mükerreme’de yapılmış olan son İslam Konferansında Hattat Hamit Bey’in yazdığı bir Kur’an-ı Kerim’in Almanya’da yapılmış nefis yaldızlı ve renkli bir baskısı Suudî Arabistan Kralı Halid tarafından bütün Müslüman ülkelerin devlet başkanlarına armağan edilmiştir.

HamidAytac_01618 Mayıs 1982’de vefat etmiş, vasiyeti üzerine Karacaahmet mezarlığında Şeyh Hamdullah’ın yakınındaki kabrine, bir mi’rac kandili günü toprağa verilmiştir.

 

 

MBekirPekten_001Bekir Pekten, İstanbul Sirkeci’de H. 1331 (1913) yılında Ağustos ayında doğmuştur. Babası ticaretle meşgul Sancaktaroğlu Mehmed Efendi, annesi Emine Hanım’dır. Dedeleri Kayseri Beyinin sancaktarlarındandır. İlköğrenimine Âşiyan İptidaîsinde başlamış, Reşid Paşa İlkokulunda devam etmiş, 1926 yılında beşinci sınıfa geçtiğinde ise babasının ticarethanesine yardım etmek için öğrenimini bırakmıştır. Babası ticareti bırakınca uzun süre şoförlük, oto radyatör tamirciliği ve yedek parça ticareti ile uğraşmıştır.

1934 yılından itibaren içinde hat sanatına karşı büyük bir istek olduğunu sezmiş, Reşid Paşa’da öğrenci iken dördüncü sınıfa kadar da rik’a dersleri aldığı, sahaflarda, çeşitli cami ve evlerde gördüğü yazıları aynen yazmaya özendiği için hat sanatında ilerlemeye karar vermiştir. 1945 yılında Hattat Bahir Yesarî’den ta’lik meşk etmiştir. Devlet Güzel Sanatlar Akademisine konuk öğrenci olarak devam etmiş, hattat Halim Efendi’den 1964’den itibaren o zatın vefatına kadar sülüs, nesih, muhakkak, tevkii reyhanî, rik’a yani icazet yazısı da olmak üzere şeş kalem denilen altı çeşit yazıyı öğrenmek için 17 yıl ders almıştır. Bir taraftan yazıya çalışırken bir ara nakliyecilik, bir zaman da kereste ihracatı işinde çalışmış, sonra Bağ-Kur’dan emekli olmuştur.

Yazı yanında kağıt aharlamayı, mürekkep yapmayı, altın ezmeyi, yapıştırmayı, cetvel çekmeyi de öğrenmiştir. Barbaros türbesi kubbesinde, Irak’ta ve birçok ellerde yazıları vardır. Hattat Necmeddin Okyay Efendi’den de ta’lîk ve sülüs celîsi öğrenmiştir.

1994 yılında vefat etmiştir.

SadiBelger_001Sadi Belger 1916 yılında İstanbul’da doğdu. 1934’de İstanbul Lisesi’nden, 1940’da İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1948’de Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde öğrenimini tamamlayıp, operatör ünvanını aldı. 1950 – 1951’de Paris’te yaşadı ve çalıştı. 1954’de Vakıf Guraba Hastahanesi Cerrahi Kliniği Şefi oldu.

Dr. Sadi Belger’in sanata büyük bir ilgisi ve kabiliyeti vardı. Hat sanatına gönül bağladı. Tedavi için kendisine gelen devrin ünlü hattatı Halim Özyazıcı ile dost oldu ve kendisinden talik dersi aldı. Halim Bey’in vefatından sonra yine ünlü hattat Necmeddin Okyay’dan ders almaya devam etti ve 1963’de icazet aldı. Dr. Sadi Belger birçok kıt’a ve celî talik levha ve albümler yazdı. 1976 yılında vefat etti.

MahmutOncu_0011913 yılında İstanbul Şehzadebaşı’nda dünyaya gelmiş, Balıkesir Ziraat Okulu’ndan mezun olmuştur. İlkokul Müdürü merhum Süleyman Bey’den yazı çalışmalarına başlamıştır. Sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde Hacı Kâmil Efendi, Hacı Nuri Bey ve Hacı Halim Beylerden meşk alarak sanatını geliştirmiştir.

Ankara’da Kocatepe Camiinin elli metre kuşak yazısı ile dört büyük, oniki küçük kubbesinin, büyük kapı ile diğer dört kapısının üstlerindeki yazılarla, mahfil yazılarını yazmıştır.

Edirne Selimiye camiinin restorasyonunda bozuk ve silik yazılarını restore etmiştir. Beşiktaş’ta Kaptan İbrahim Ağa Camii’nin yazıları ile İstanbul Ataköy’de bir camiin yazılarını o yazmıştır.

Dış ülkelerden Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Abu Dabi’de üç camiin kuşak ve kubbe yazıları, Libya’da bir camiin yazısı ile ABD’de Newyork’ta üç camiin yazılarını yazmıştır. Libya Başkanı Kaddafi ile on beş bakanının isimlerine tuğralar yapmıştır. Ayrıca pek çok yazı meraklısına tuğralar ve çeşitli yazılar yazmıştır.

Hafızlığı babası Teşvikiye İmamı merhum İlyas Hocadan tamamlamış, Sadeddin Kaynak ve İzmirli merhum Rakım Elkutlu’dan musiki de öğrenmiştir.

Radyolarda Beşiktaşlı Hafız Mahmud Efendi olarak güzel bir üslup ile mevlid ve Kur’an okumasıyla da tanınan ve sevilen ünlü bir sanatkârımızdır.

EminBarin_009Hattat ve cilt sanatçısı Hafız Mehmed Tevfik Efendinin oğlu Emin Barın, 2 Haziran 1913’te Bolu’da doğdu. Yedi yaşındayken babasından hat dersleri almaya başladı. 1932’de İstanbul Muallim Mektebini, 1936’da Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nün Resim-İş Bölümü’nü bitirdi.

Zamanın üstadları Reisülhattatin Kamil Akdik’ten yazı, NecmettinOkyay’dan ise klasik Türk cilt yapım sanatını öğrendi. Çalışmalarını genelde klasik celî dîvanî ve kûfi ile bunların çağdaş yorumları veserbest kreasyonları üzerine yoğunlaştırdı. Hat icazetini de İsmail Hakkı Altunbezer’den aldı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan burslu eğitim sınavını kazanarak hat ve cilt sahasında ihtisas yapmak için Almanya’ya gönderildi. Almanya’da iken hazırladığı Olimpiyat Kitabı ile Hamburg Kitap Sergisi’nde birincilik ödülü kazandı. 1939’da Leipzig’deki Kitapçılık ve Sanat Akademisi’ne girerek kitap ciltçiliği dersleri aldı. Alman Tayyarecileri Birliği’nin Göring’e verdiği beratın yazı ve cilt işlerini Emin Barın yaptı.

1943’ta Türkiye’ye dönerek İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde hat ve cilt sergisi açtı. Dekoratif Sanatlar Bölümü’nde öğretim üyesi olarak vazife alan Emin Barın,1958’de Fatih Divanı kitap cildiyle milletlerarası Brüksel sergisinde birincilik ödülü kazandı. 1969’da gittiği Lizbon’da su baskınında zarar gören bazı Türk-İslam eserlerinin restorasyonunda çalıştı. 1977’de Dublin sanat akademisinde, 1983’te Paris’te UNESCO genel merkezinde, 1985’te Münster’de hat sergisi, 1986’da İslam Kültür Merkezi’nde ikinci defa cilt sergisi açtı. 1983’te emekliye ayrılan Emin Barın 1984’te Ya Rahim adlı eseriyle Türkiye İş Bankası Süsleme Büyük Ödülü’nü kazandı. Özellikle kufi ve celi divani yazılarında yeni yorumlarla güzel eserler verdi.

Serbest anlayışa dayanarak yaptığı çalışmalarla da dikkati çekti. İslamabad Kültür Merkezi’nin yazıları, Anıtkabir’deki yazıları, Yunus Emre’nin mezar yazıları ve Ankara’daki KocatepeCamii’nin konferans salonundaki yazılar onun önemli eserlerindendir.

1987 yılında vefat eden Emin Barın’ın 200’ü aşkın eseri vardır. Birçok devlet başkanına, üniversitelere, çeşitli kuruluşlara takdirnameler, beratlar ve diplomalar yazdı. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları arasında Prof. Önder Küçükerman tarafından kaleme alınan, “Bir Yazı Sevdalısı: EMİN BARIN” isimli kitap 2002 yılında yayımlanmıştır.

SevketOzdem_006Hattat Şevket Özdem 1926 Yılında Erzurum’un Aşkale ilçesine bağlı Taşağıl köyünde doğdu. İlk mektebi köyünde bitirdikten sonra kendi gayreti ile dini ilimlere yöneldi. 1946 yılında Alvarlı Efe hazretlerinin dervişi oldu. Hafızlık ve tahsili için 1948 yılında önce Konya’ya ardından da İstanbul’a gitti. İlk olarak Hasan Akkuş hocanın medresesinde hafızlığa başladı. Mihrimah Sultan’da Gönenli Mehmet Efendi’den hafızlığını tamamladı. İki yıl Arapça okudu. Müftülüğün açmış olduğu Müezzinlik sınavını kazanarak Sultanahmet İshak Paşa Camii’nde göreve başladı.

Görev yaptığı caminin içinde bir köşeye yazdığı besmele onun hat sanatına başlamasına vesile oldu. O yıllarda Maârif matbaasında hattatlık yapan Muhammed Şevket Pektaş Efendi (1880-1969) bu besmele sayesinde genç Ömer Şevket Efendiyi fark etti. İlk olarak sülüs ve nesihden hüsn-i hatta başladı. Daha sonra ta’lik meşk etti. Muhammmed Şevket Efendi, Ömer Şevket’i hocası Re’fet Efendi, arkadaşları Halim Özyazıcı, Hamid Aytaç ve Süheyl Ünver ile tanıştırdı. Süheyl Bey’den iki ay kadar şükûfe çalıştı. Şevket Özdem uzun zaman Halim ve Hamid hocadan da meşk aldı. 1954 yılında Sultanahmet Camii’nde yapılan bir merasimle Şevket Pektaş ve Hamid Aytaç imzasıyla Halim Efendinin elinden icazetnamesini aldı. İcazet duasını Gönenli Mehmed Efendi okudu.

Ailevi nedenlerden dolayı 1965’de memleketi Erzurum’a döndü. Erzurum ve Aşkale’deki camilerde görev yaptı. 1978’de imamlıktan emekli oldu müteakiben hac vazifesini ifa etti. Şevket Özdem İstanbul’dan döndükten sonra hattı bırakmadı. Aşkale’deki evinde bütün zamanını hatla meşgul olarak geçirdi. Yüzlerce hilye, dua, ayet ve hadislerden oluşan levhalar, ayrıca 17 cüzü tamamlanmış bir Mushaf-ı Şerif yazdı. Erzurum ve çevre illerde 25 kadar caminin yazılarını yazdı. “Bu sanatın tadına varan kişi bir daha bırakamaz, her zaman iyiye ve güzele ulaşmak için kendini zorlar ve neticede kıymetli eserler doğar. Hattatlık fedakârlık isteyen bir sanattır” diyen Şevket Özdem bu sanatı taşrada ihya ve icra eden vefakâr bir sanatkârımızdı. Birçok hafızlar yetiştirdi. Torunu Nurullah Özdem de hat sanatına dedesi Şevket Efendiden başlayıp 2007 yılında Davut Bektaş’tan Sülüs ve Nesih icazetini aldı.

Şevket Özdem 7 Ocak 2003’de Erzurum’da Hakkın rahmetine vasıl oldu.

AliAlparslan_0051923 yılında dünyaya gelen hattın son büyük üstatlarından Prof. Dr. Ali Alparslan 1948 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Tahran Üniversitesi Fars Filolojisi Bölümü’nde, doktorasını İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı (1962). Bir yıl Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü’nde; iki yıl da Dışişleri Bakanlığı’nda memurluk yaptı. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde asistan olarak çalıştı. 1963 – 1966 yılları arasında Londra Üniversitesi, 1967’de Chicago Üniversitesi’nde dersler verdi. 1968’de doçentliğe, 1980’de de profesörlüğe yükseltildi.

Kültür Bakanlığı tarafından basılmış kitapları yanında ilmî dergilerde Türk edebiyatı ile ilgili birçok makalesi bulanan Prof. Dr. Ali Alparslan, Hattat Necmeddin Okyay’dan nesta’lîk ve rik’a derslerine devam ederek icazetname almaya hak kazandı; Hattat Halim Özyazıcı’dan divanî ve celî divanî öğrendi. Emekli olduktan sonra çağrıldığı Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü’nde hat dersleri veren Ali Alparslan özellikle ta’lik hattının son büyük üstatlarından biri olarak kabul edilmektedir. 24 Ocak 2006’da hayata gözlerini yumdu.

YusufErgun_001Yusuf Ergün (Erzincanî), 1956 yılında doğdu. İlkokul ve İmam Hatip Lisesi’ni memleketi Erzincan’da bitirdi. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu (1980). Hat sanatına ilgisi İmam hatipli yıllarda başladı. Erzincan’ın bakır işleme sanatını öğrendi, hat örneklerini bakır tabaklara, panolara işledi. Öğretmeni Ali Nar’ın hat sanatını teşvik edici söz ve destekleriyle ‘hat’ta başladı. 1976 yılında yüksek tahsil için İstanbul’a geldi. Hattat Hamit Hoca ile tanıştı. Ondan ders aldı. Hafız Kemâl Batanay’dan; ta’lik ve rik’a meşketti. Yazılarında Yusuf Erzincanî imzasını kullandı. Emin Saraç ve Ali Yakup gibi hocalardan özel dersler aldı. Arapçasını geliştirdi. Üstadı Hamit Hoca gibi hattın her türünde başarılı eserler verdi. Velud bir hattat olan Yusuf Ergün, mütevazı ve dervişane bir hayat yaşadı. İki yıl yakalandığı hastalığa sabretti. 25 Ocak 1985’te İstanbul’da vefat etti. Erzincan Terzi Baba mezarlığına defnedildi.

DoganCilingir_007Ankara’da 1949 yılında dünyaya gelen Doğan Çilingir, 1970 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Öğretmenlikten emekli olan ve 5 Nisan 1991 tarihinde hat çalışmalarına başlayan Çilingir, hattat Adem Sakal’dan Sülüs “Rabbi yessir” meşkiyle sanata başladı. Sülüs ve nesih meşklerine Adem Sakal’ın da hocası olan Fuat Başar’la devam eden ve meşkleri içine sinmediği için 3 kere baştan sona kadar tekrar yazan Çilingir, 6 sene sonra icazet aldı. Sanatçının meşklerini Mehmet Özçay da görmüş ve çalışmalardan memnun olduğunu belirtmiştir. Hattat Hamit Aytaç’ın mezar naklinde meşk ve çalışmalarını hattat Hasan Çelebi’ye de gösteren Çilingir, birçok üstattan teşvik edici iltifatlar aldı.

Çalışmalarını daha çok Ankara’da gerçekleştiren Çilingir, Alanya’da 1, Ankara’da 3 kişisel sergi açtı. 7, 10. ve 12. Devlet Türk Süsleme Sanatları sergi ve kataloglarında eserleri yayınlanan, ayrıca IRCICA’nın düzenlediği 5. Uluslararası Hüsn-ü Hat Yarışması’nda Türkiye’yi temsil eden tek Türk olarak dereceye giren ve ödül kazanan Çilingir, 27 Hilye-i Şerif, çok sayıda sülüs-celi istif, sülüs, nesih ve talik eserlerinin yanında kolaylıkla cesaret edilemeyen bir kulvar olan ilk İslam yazısı; hakiki-yazma kûfî deryasına dalarak bu dalda da özgün eserler verdi. Bunlar arasında yer alan ve akademik bir çalışma mahiyetinde kabul edilen “Hakiki-Yazma Kufi Meşkleri”nin, sahasında ilk olması hasebiyle dünyada bir eşinin daha bulunmadığı ifade edilmektedir. Hocası Fuat Başar’ın, hattatlar arasındaki bir sohbette, Doğan Çilingir’e işaretle “Zamanımızda sahabeler devrindeki yazıyı bile yazan var” diyerek sanatçının yeteneğini anlattığı belirtilmektedir.

Tuğrakeş de olan GESAM üyesi hattat Doğan Çilingir, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 16.02.2005 gün vs 17961 sayılı onayıyla illerde açılan Hüsn-i Hat kurslarında görevlendirilecek eğiticilerin yeterliliklerinin belirlenmesiyle yurt içi ve dışında sergilenecek eserlerin seçimi amacıyla oluşturulan Değerlendirme Komisyonu üyeliğine seçildi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ve Kültür Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı Hizmet İçi Eğitim Dairesi’nin açtıkları hat kurslarında 300’den fazla öğrenciye Hüsn-ü Hat hocalığı yapan Çilingir’in öğrencilerinden 6’sı icazet aldı.

30 Temmuz 2006’da, 57 yaşında hayata veda eden Doğan Çilingir, Türkiye’nin son dönemde yetiştirdiği en önemli hat sanatçılarından biriydi.

FevziGunuc_0071956’da Konya’da doğdu. 1979 yılında Konya yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu. 1980-1986 yılları arasında T.C. Kültür Bakanlığı, Konya müze Müdürlüğü, Mevlana Müzesi Asistanlığı görevlerinde bulundu. 1982 yılında dışarıdan Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde hat dersleri öğretim görevlisi olarak göreve başladı. 1986 yılında Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü hüsn-i hat okutmanı olarak çalışmaya başladı.1985-1987 yılları arasında aynı üniversitede yüksek lisans eğitimini, 1991 yılında da doktorasını tamamladı. “XV.-XX. Yy. arasında Osmanlı Dini Mimarisinde Celi Sülüs Hat Uygulama ve Terkikleri” adıyla doktora tezini yayımladı. 1991 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü’nde “Sanatta yeterlilik” diploması aldı.

1982 yılında Hüseyin Kutlu ile başladığı sülüs-nesih yazı çeşitlerinden 1993 yılında icazet aldı. 1993 yılında Türk İslam sanatları Anabilim Dalında yardımcı doçent, 2002 yılında Geleneksel Türk El Sanatları Eski Yazı Anasanat Dalında doçent ve 2007 yılında ise aynı ana sanat dalında profesör oldu.

2003-2005 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi dekanlık vekilliği görevini yürüttü. 2005 yılında itibaren Güzel Sanatlar Fakültesi GTES bölüm başkanlığı ve 2007 yılından itibaren de Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı görevini yürütmektedir.

Konya’da kuruculuğunu yaptığı Destegül Güzel Sanatlar Mektebi çatısı altında Gelenekli Türk Sanatlar faaliyetlerinin yürütülmesine katkı sağladı.

Yurt içi ve dışında karma ve kişisel sergilerinin yanı sıra alanında yayımlanmış kitap ve makaleleri bulunmaktadır.

22 Nisan 2013 günü vefat etmiştir.

 

 

Paylaşabilirsiniz...