CAMİ ADABI

CAMİ ADABI

Camileri Temizleme Derneği Kültür Serisi No: 1

Dr. Abdurrahman BÜYÜKKÖRÜKÇÜ

Konya – 2017 – 5. Baskı

Rahmân ve Rahîm Allâh’ın adı ile

Bizleri yoktan var eden,

Varlığından haberdar eden,

Yüce Zâtına kul, Habîbine ümmet eyleyen,

Sayısız nimetlerle donatan,

İman ve İslâm şerefi ile müşerref kılan Yüce Rabbimize

 sonsuz hamd, senâ ve şükür;

İki cihanın Efendisi,

Rabbü’l-Âleminin sevgilisi,

İmamü’l-Enbiya,

Seyyidü’l-Asfiya

Cenâb-ı Muhammed Mustafa Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’e

 sayısız salât ve selâm.

BEŞİNCİ BASKI İÇİN TAKDİM

Değerli Kardeşlerim

Câmiler, Cenâb-ı Hakk’kın evleridir. İnsanlar için yeryüzünde ilk mâbed olarak inşa olunan Kâbe-i Muazzama’nın cihana dağılmış şubeleridir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz: “Mescidler şüphesiz Allâh’ındır…” buyururlar.

İnanan bir insan için nasıl Cenâb-ı Hakk Hazretleri’nin Yüce Zâtı, isimleri, sıfatları, kelâmı, peygamberleri saygı ve hürmete lâyıksa, “Allâh’ın evleri” dediğimiz câmi ve mescidleri de öylece saygı ve hürmete lâyıktır.

Ayrıca câmi ve mescidler İslâm’ın şiârıdırlar. Bir beldenin İslâm beldesi olduğunun imza ve işaretleridirler. Öyle ise câmi ve mescidlerimize saygı duymalı, hürmet göstermeli, temiz tutmalı, korumalı, sahip çıkmalıyız. Bu bizim imanımızın gereğidir.

Biz bu kısa risalemizde câmi ve mescidlerimizde nelere dikkat etmeliyiz konusunu kısaca ele alacağız. Bu bir anahtardır. Asırlardır zaten câmi ve mescidlerine sahip çıkıp âzami saygıyı gösteren inananlar, kudsî duyguları ve tertemiz hisleri ile bu mübarek mekânlar için bundan böyle de gerekeni fazlasıyla ifa edeceklerdir.

Bütün bu güzelliklere biz de bu mütevâzi risalemizle katkıda bulunabilirsek, kendimizi bahtiyar sayarız.

Rabbim rızasına uygun kılsın.

Dr. Abdurrahman BÜYÜKKÖRÜKÇÜ

Konya Merkez Başvaizi

2 Cemâziye’l-Evvel 1438 / 30 Ocak 2017

MUKADDİME

Câmiler Allâhü Zü’l-Celâl Hazretleri’ne ibadetin yapıldığı, kıyam, rükû, secdelerle O Yüce Zat’a yaklaşılan, evrâd ve ezkârın envâı ile Âlemlerin Yüce Rabbinin rızasının kazanılmaya çalışıldığı, duâ ve niyazların en yüce dergâha yücelmesi için ellerin açıldığı mübarek mekânlardır. “Allâh’ın evleri” olarak ifade ettiğimiz bu mübarek yerlere saygı duymak, lâyık olduğu değeri vermek imanın alâmeti, dinimizin isteğidir. Kur’an-ı Kerim câmiler ve mescidlerden bahsederken: “Mescidler şüphesiz Allâh’ındır. O halde (oralarda) Allâh ile birlikte başkasına dua etmeyin” diye emreder.

Evet, mescidler Allâh’ındır. Allâh’ın evleridir. Özel mekânlardır. Mübarek hatta kudsî yerlerdir. Bu sebeple azami saygıya lâyık yerlerdir.

Biz bu küçük risalemizde câmi ve mescidlerimize nasıl saygı duymamız gerektiğini, buralarda nasıl davranmamız, neleri yapmamız gerektiğini neleri de yapmamamız gerektiğini öz ifadelerle sizlere aktarmağa çalışacağız. Çünkü câmi ve mescidler İslâm’ın şiârıdırlar. Kur’an-ı Kerim’de “… Her kim Allâh’ın şeâirine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır” buyurulur. Bulunduğu yerde İslâm’ın remzi, işaret ve alâmetidir. Câminin veya mescidin bulunduğu yerde İslâm vardır, Müslüman vardır, ibadet vardır, ezan var demektir. Onun için Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicret eder etmez ilk iş olarak Mescid-i Nebevî’yi inşa etmişlerdir. Asr-ı Saadette mescid, Müslümanların her şeyi olmuştur. Başta ilim ve irfanın merkezi olmak üzere bu günkü millet meclisinin, belediye başkanlığının, adâlet sarayının, genelkurmay karargâhının ve benzeri mekânlarda yürütülen hizmetlerin merkezi olmuş, Peygamber Efendimiz ashâbı ile istişarelerini hep burada yaparak bütün önemli kararları burada almıştır.

Aslında bugün yeryüzündeki bütün câmi ve mescidler, Mescid-i Haram’ın ve Mescid-i Nebevî’nin arza dağılmış şubeleridir. Onun için de saygıya ve önemsenmeye lâyıktırlar.

 

CÂMİ İNŞA ETMENİN FAZİLETİ

Muhtaç olunan, gereken yerlere câmi yapmak veya yaptırmak hayrın en mükemmelidir. Bir müminin parasını harcayacağı en güzel, en değerli yerdir. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem “Kim Allâh’ın rızasını umarak mescid inşa ederse, Allâh ona cennette bir köşk inşa eder” buyurmuşlardır. Diğer bir hadis-i şeriflerinde ise: “Her kim bağırtlak kuşu yuvası kadar da olsa bir mescid inşa ederse, Allâh ona cennette bir köşk inşa eder” buyurmuşlardır.

İnşa edilen bu câmiler ve mescidler, kişinin ölümünden sonra amel defterinin kapanmamasına vesile olacak sadaka-i cariyeler olacaktır. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem kişiye ölümünden sonra ulaşacak şeyleri sayarlarken, inşa ettiği mescidi de saymışlardır.

Kimi kardeşlerimiz çok câmi yapılıyor, bu paraları başka hayır taraflarına yönlendirmek gerekir, diye düşünmektedirler. Evet, insanımızın bütün hayır kurumlarına ihtiyaçları vardır. Hiçbir hayır müessesesini küçük görmek mümkün değildir. İhtiyaç bulunan yerde hiç biri ihmal edilemez ve göz ardı edilemez. Zira biri, diğerinin yerini tutmaz. Ancak tekrar edelim ki ihtiyaç olan yerlerde en hayırlı yatırımlardan biri de câmi veya mescid yaptırmaktır. Çünkü câmiler Allâh’ın evleridir. Oralarda Allâh’a secde edilir, kulluk görevi yerine getirilir.

Ancak mevcut câmi veya mescid ihtiyaca cevap veriyorsa, yeni bir câmi veya mescidle cemaati bölmemek ve yapılacak o yeni ibadethaneyi ihtiyaç olan başka bir yere kaydırmak daha uygun bir davranıştır denilebilir.

Ecdadımız Cuma ve bayram namazları için uzak mesafelerde câmiler, günlük cemaate devamda kolaylığı sağlamak için ise mahalle aralarında mescidler inşa etmişlerdir. Bu güzel uygulamaya bizlerin de dikkat etmesi gerekir.

Bir câmi veya mescidin inşaatına konacak bir tek tuğla, bir avuç kum, çakılacak bir tek çivi bile yarın İlâhî huzurda karşımıza çıkacak ve belki de cennete girmemize vesile olacaktır. Şu halde ihtiyaç olan yerlerde câmileri inşa etmeye devam etmeli, her yapılan câmide bizim de bir katkımızın olmasını ihmal etmemeliyiz.

 

CÂMİLERİN TEMİZ TUTULMASI

Temizlik, İslâm’ın, müslümanların hayatında pek çok önem verdiği ve her vesile ile teşvik ettiği konulardan biridir. Allâh’ın huzuruna çıkacak, ibadetle Rabbine yaklaşacak müminler, gerektiğinde farz olarak bazen de sünnet veya müstehab olarak temizlenirler, ğuslederler, abdest alırlar, kirlerden, hoş olmayan kokulardan arınırlar.

Müslüman mutlaka içi ve dışı temiz olan insandır. Bunun gereği ve görüntüsü olarak evlerimizin, işyerlerimizin, cadde ve sokaklarımızın ve bilhassa câmi ve mescidlerimizin çok temiz olması gerekir.

Câmi ve mescidlerin temizliğine verilen önem, o civardaki Müslümanların dînî hassasiyetlerinin göstergesidir.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem: “Mescidleri inşa edin ve süprüntüleri oradan çıkarın, temizleyin. Her kim Allâh için bir mescid inşa ederse Allâh ona cennette bir köşk inşa eder” buyurmuşlardır. Orada bulunan bir kişi: Ya Rasûlallâh, bu yol kenarlarına inşa edilen küçük mescidler de böyle mi? diye sordu. “Evet” dediler ve “oralardan çıkarılan süprüntüler hûrilerin mehri olacaktır” buyurdular. Görülüyor ki Efendimiz Sallâllahü Aleyhi ve Sellem hem mescid inşasına hem de temiz tutulmasına cennet vadinde bulunuyorlar.

İmam Isfahânî Asrı Saadetten şöyle bir hatıra nakleder:

Mescid-i Saâdeti temizleyen bir hanım vardı. Bu hanım vefat etti. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem bu hanımın vefatını duymamışlardı. Sonradan kabrini görüp ona ait olduğunu öğrenince ashâb ile kabrinin üzerinde yeniden namaz kıldılar ve o hanıma “hangi ameli en hayrlı buldun” diye sordular. Ashâb: “Ya Rasûlallâh o sizi işitir mi” diye sorunca Efendimiz: “Siz ondan daha iyi duyamazsınız” buyurdular. O hanımın da sorusuna “mescidleri temizlemek” diye cevap verdiğini söylediler.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem “Bana ümmetimin sevapları gösterildi. İçinde bir kişinin mescidden çıkardığı süprüntü de vardı” diye buyurmuşlardır.

Yine bir hadisi şerifte: “Her kim mescidden süprüntüyü çıkarırsa Allâh ona cennette bir köşk inşa eder” diye buyrulmuştur.

Semura b. Cündeb Radıyallâhü Anh, Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem bize bulunduğumuz yerlerde mescidler inşa etmemizi ve oraları temizlememizi emretti demişlerdir. Hz. Aişe Annemiz bu emrin içerisinde mescidleri güzel kokularla kokulandırmanın da olduğunu ifade etmişlerdir.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem mescidlerin vakar ve sükûnetinin korunması için de şu emirleri vermişlerdir:

“(Câmi ve mescide getirilmesi sakıncalı) küçük çocukları, aklî dengesi yerinde olmayanları câmiye getirmeyin; ticareti, alış verişleri câmide yapmayın; husumetlerinizi câmide dile getirmeyin; orada seslerinizi yükseltmeyin; hadleri orada tatbik etmeyin; orada birbirinize kılıçlarınızı çekmeyin. Abdest alma yerlerini kapılarından dışarılarda yapın ve Cuma günleri câmi ve mescidlerinizi güzel kokularla kokulandırın.”

Câmiye getirilmesi mahzurlu görülen çocuklar, câmi âdâbını bilemeyecek kadar küçük olan çocuklardır. Bu küçük yavruların, cemâatin ve imamın huzurunu bozması muhtemeldir. Elde olmayan bu hal, cemâat arasında huzursuzluğa sebep olabilir. Ayrıca çok küçük yavrular temizlik konusunda da sorun çıkarabilirler.

Aklî dengesi yerinde olmayanlar için de aynı şeyler söz konusudur. Onları camiye getirmemeyi bir mahrumiyet olarak değil, bir tedbir olarak görmelidir.

Alış verişin câmide olması, câmi âdâbına tamamen ters bir davranıştır. Sakıncasını izaha gerek yoktur sanırım.

Husumetlerin câmide dile getirilmesi de yasaklanmıştır. Zira bu durumda insanlar öfkelenip câmi ve mescid âdâbına uymayan hallere düşüp, çirkin şeyler söyleyebilirler. Hâlbuki buralar Allâh’ın zikri için inşa olunmuştur.

Yüksek sesle konuşmanın, câmide bağırıp çağırmanın da edebe uymayacağı aşikârdır.

Hadlerin câmide tatbiki de yasaklanmıştır. Hem câmilerin kirlenmesine, hem de insanların câmiden uzaklaşmasına sebep olabilir.

Kılıçların câmide çekilmesi demek, ihtilaf ve kavganın olması demektir ki asla câmiye yakışmaz. Onun için yasaklanmıştır.

Abdest tazeleme mahallerinin, şadırvan ve tuvaletlerin câmi ve mescid dışına çıkarılması, hem câmilerin temiz tutulması, hoş olmayan kokuların câmi ve mescidlerde olmaması için, hem de câmiye abdestsiz girilmesini önlemek içindir.

Ayrıca, câmilerin temiz tutulması ve güzel kokması için en azından Cuma günleri güzel kokularla kokulanması istenmiştir.

Bunlar câmi ve mescidlerin hukukuna riayet için emredilen şeylerdir. Benzeri konularda Müslümanların dikkatli olmaları, yapılması gerekenleri yapmaları, sakınılması gereken şeylerden de sakınmaları gereklidir.

Abdullah b. Ömer Radıyallâhü Anhüma’nın anlattığına göre Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem mescidin kıble tarafında yere tükürülmüş olduğunu görmüşlerdi. Bu hale kızan Efendimiz, onu temizlediler, oraya güzel koku döktüler ve buyurdular ki: “Namaz kılarken Allâhü Teâlâ sizin hemen karşınızdadır (Onun huzurundasınız). Sakın karşıya doğru tükürmeyin.”

Bağda bahçede namaz kılarken tükürmek gerekirse sol tarafa, sol ayakkabının altına tükürmeli, sonra onu toprağa sürtmeli, karşı tarafa ve sağ tarafa asla tükürmemelidir. Câmide veya mescidde böyle bir ihtiyaç olursa mendille bu ihtiyacı gidermeli, mendil yoksa elbisenin bir kenarı ile bu zaruret karşılanmalı, asla câmi kirletilmemelidir.

 

CÂMİDE YAPILMAMASI GEREKENLER

Peygamber Efendimizin hadisi şerifleri, İslâm büyüklerinin sözleri doğrultusunda câmi ve mescidlerde yapılması uygun olmayan bazı davranışları maddeler halinde sıralamaya çalışalım:

Câmi ve mescidlere asla abdestsiz girmemelidir. Bilhassa cünüp olanlar asla girmemelidirler. Böyle bir saygısızlığı yapan kişi, bir zaruretten dolayı yapmış olsa bile, çokça istiğfar etmelidir.

Câmi ve mescidler asla kirletilmemelidir. Câmiyi kirletecek şeyler câmide taşınmamalı, câmiye getirilmemelidir.

Câmiler yol edinilmemeli, bir yerden diğer yere geçiş için kullanılmamalıdır.

Silah çekilmemeli, yay gerilmemeli, ok yaya takılmamalı, yani câmide silahla oynanmamalıdır. Belki çok eski zamanlar için yapılmış bu tembihi, müslümanlara zarar verecek her hangi bir şeyle câmiye gelmemeli, şeklinde günümüz için düşünmeliyiz. Ancak şunu da unutmayalım ki bu kurallar sadece Türkiye’miz için değil tüm İslâm Âlemi için büyüklerimiz tarafından tespit olunmuşlardır ve hâlâ başka ülkelerde silahla Cuma namazına gelme âdeti devam etmektedir.

Oralarda had tatbik edilmemeli, kısas yapılmamalı, şer’i cezalar uygulanmamalıdır.

Câmi edebine uyamayacak yaşta küçük çocuklar câmiye getirilmemelidir.

Cemaatin huzurunu bozacak derecede aklî dengesi yerinde olmayanların câmiye gelmeleri engellenmelidir. Yukarıda da söylediğimiz gibi bu konu hem câminin temizliği hem de imamın ve cemaatin huzuru için önemlidir.

Oralarda yüksek sesle konuşulmamalıdır. Kahkahayla gülmemeli, ibadet eden diğer insanlara saygı duymalıdır.

Parmakları birbirine geçirerek oturmamalıdır.

Fuzûlî şeyler konuşulmamalı, dünyalık sohbetler yapılmamalıdır.

Asla yerlere tükürülmemelidir.

Saygıya uymayan bir tavırla, ayakları uzatarak veya dizlerini dikip karnına çekerek, ellerini de dizlerini bağlayacak şekilde birbirine geçirerek oturmamalıdır. (Peygamber Efendimiz bu oturuştan, tek elbise giyen kişinin avret mahalli açılabilir veya uykusu gelirde abdesti bozulabilir endişesi ile nehyetmiştir denilmiştir.)

Câmiye gelirken soğan sarımsak gibi kokulu şeyler yenilmemelidir. Sigarayı da buna mutlaka dâhil etmek gerekir. Zira kullanmayanlar için sigaradan sonra ağızda kalan koku en az soğan ve sarımsak kadar çirkindir ve rahatsız edicidir. Bilakis cemaati rahatsız etmeyecek hafif kokular sürünerek câmiye gelinmelidir.

Ter kokan elbiselerle asla câmiye gelinmemelidir. Zira bu durumda olan kardeşlerimiz sağ ve solundaki kardeşlerini fevkalâde rahatsız etmektedirler. Bazı kardeşlerimiz ğuslettikleri, çamaşırlarını değiştikleri halde gömlek veya elbiselerini değiştirmemekte, uzun süre giymektedirler. Ter kokmadığı veya kirlenmediği zaman bir mahzur oluşturmayan bu hal, bazen çok ağır ter kokusunun oluşmasına sebep olmaktadır. Kardeşlerimiz elbiselerini giyerlerken koklamalılar, şayet ter kokmuşsa mutlaka değiştirmelidirler.

Câmiye girdikten sonra zaruret olmadıkça namaz kılmadan câmiden çıkılmamalıdır. Ancak abdestin bozulması veya başka bir câmide görevli olunması gibi zaruretler müstesnadır.

Namaza yetişmek için câmi içinde koşmamalıdır. Efendimiz Sallâllahü Aleyhi ve Sellem ashâbına böyle yapmamalarını söylemişlerdir.

Ön saflarda yer yoksa cemaati zorlayarak insanların omuzlarından atlayarak ileriye geçilmemelidir. Ancak ön saflarda boşluklar görülüyorsa ve ikaza rağmen ön taraftakiler oraları doldurmuyorlarsa ön taraflara geçilebilir.

Namaz kılanın önünden asla geçmemelidir. Mekruhtur. Geçen günahkâr olur.

Namaz kılanın önünden geçen kimse namaz kılana göre aşağıdan veya yukarıdan geçiyorsa, geçme esnasında namaz kılanla organları aynı seviyede olmuyorsa sakıncalı değildir. Yukarıdan veya aşağıdan geçtiği için günahkâr olmaz.

Ön taraflarda yer varken arka taraflarda, insanların geçecekleri yerlerde namaza duranlar saygıyı hak etmedikleri için onların önünden geçilmesinde mahzur yoktur denilmiştir. Şu halde cemaatin geçiş yerlerinde namaza durmamalıdır.

Namazların arasında fuzûlî şeyler konuşmamalıdır.

Namazdan önce veya namaz aralarında zaruret olmadan kıbleden başka yöne dönerek oturmamalıdır.

Câmi veya mescidin içerisinde dilencilik yapmak asla doğru olmadığı gibi, dilenciye para vermek de doğru değildir. Dilencilik yapmak haram, dilenciye para vermek mekruhtur.

Câmi veya mescidde devamlı olarak aynı yerde namaz kılmak, sanki kendisi için özel bir yer ayırmış intibaını vermek doğru değildir. Değişik yerlerde namaz kılmalıdır.

Câmi ve mescidlerin içleri, arsaları mescid olduğu gibi, altları ve tavanları da mesciddir ve hürmete lâyıktır. İçerisinde yapılamayan şeyler, altında veya çatısında da yapılamaz. Orası arzın merkezine kadar mescid, semaya kadar mesciddir. Bazı câmilerimizin alt katlarında dükkânlar yapılmaktadır. Aslında olmaması daha güzeldir. Şayet yapılmışsa alt katta bulunanların çok dikkatli ve saygılı olmaları gerekir. Bilhassa câmi ve mescid altlarına asla tuvalet yapmamalıdır. Tuvaletleri mümkün olduğu kadar câmiden uzaklaştırmalıdır.

Bu mübarek mekânların bahçelerine de aynı saygıyı duymak gerekir. Zira ihtiyaç halinde oralarda da namaz kılınmaktadır. Câminin içi dolmuşsa, buralardan imama uymak sahihtir. Ancak câminin bahçesine abdestsiz girmek veya bahçeyi yol olarak kullanıp başka bir yere geçmek mahzurlu değildir.

Mescidin içerisinde kuyu kazılmaz. Vaktiyle kazılmışsa o halde bırakılır.

Câmi veya mescidin içinde abdest almamalıdır. Ancak içeride abdest almak için müsait yer varsa, şadırvan yapılmışsa alınabilir. Bazı câmilerin içerisinde bulunan şadırvanlar, câminin içerisinde abdesti bozulanlar için yapılmıştır. Dışarıdan abdestsiz gelip burada abdest almak, zaruret olmadıkça doğru olmaz.

Câmi veya mescidlerde, yolcu, misafir ve itikâfta bulunan kişilerin haricindekiler için yemek, uyumak, yatmak doğru değildir. Mekruhtur. Yolcu ve misafirler için de güzel olanı câmiye girerken itikâfa niyet etmeleridir. İtikâf aslında Ramazan ayında olur. Ancak câmiye her girişinde bir kişi itikâfa niyet ederek girerse onunda ayrıca ecri vardır. İmam Nevevî kısa bir an için bile itikâfa niyet sahihtir demiştir.

Câmide otururken ayakları kıbleye karşı uzatarak oturmamalıdır. Müminin her yerde ayağını kıbleye karşı uzatmaktan sakınması gerekir. Ancak zaruret olmadıkça böyle bir davranış câmide daha çirkindir.

Câmi ve mescidlere girerken lâubalî bir tavırla mesela kolları ve paçaları sıvalı, elbisesi omzunda bir halde girmemelidir. Islak ayaklarla ve kirli çoraplarla câmiye girmemeli, çalıştığı için elbiseleri çok kirli veya yağlı olan kardeşlerimiz, değişme imkânı varsa iş elbiseleriyle de câmiye girmemelidirler.

Bu mübarek yerlere girerken önce sağ ayakla girmek, çıkarken sol ayakla çıkmak edeptendir. Dalgınlık edip bu mühim konuda işi tesadüfe bırakmak câmi ve mescid âdâbına yakışmayan bir haldir.

Câmi veya mescidlere girerken sağ ayakla girmeli, Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’e salât ve selâm getirmeli, ardından da: “Allâhümme’ftah aleynâ ebvâbe rahmetike” “Ey Allâh’ım, bizlerin üzerine rahmetinin kapılarını aç!” diye dua etmelidir.

Çıkarken önce sol ayağı dışarı attıktan sonra çıkınca: “Allâhümme’ftah aleynâ ebvâbe fadlike” “Ey Allâh’ım, üzerimize lütuf ve kereminin kapılarını aç!” diye duada bulunmalıdır.

Bazı rivayetlerde girerken “Allâhümme’ftah lî ebvâbe rahmetike” çıkarken “ALLÂHümme innî es’elüke min fadlike” duaları okunur denilmiştir. Arada anlam bakımından fazla bir fark yoktur.

Câmi ve mescidlere girerken veya çıkarken ayakkabılarımızı taban tabana kapatmalı, sol elimizde ve kimseye sürtmeden önümüzde taşımalıyız. Kimi cemaatin yaptığı gibi ayakkabıları baş üzerinde taşımayı büyüklerimiz hoş görmemişlerdir.

Câmi ve mescidlerde bulunan süprüntüleri kimi insanlarımız yanlarına almayıp seccadelerin altına koyarlar. Bunun da doğru bir davranış olmadığı kanaatindeyiz. O süprüntüyü seccadenin altına koymamalı, yanımıza alıp dışarıya çıkarmalıyız.

Câmi ve mescidlerde namaz kılanlara selâm vermediğimiz gibi, Kur’an-ı Kerim okuyanlara, dua edenlere, zikirle meşgul olanlara, ilmi çalışma yapanlara ve benzeri şekilde herhangi bir ibadetle meşgul olanlara da selâm vermemeliyiz.

Câmiler çarşı haline getirilmemeli, alış-veriş yapılmamalıdır. Çok basit şeyler dahi olsa câmiye dünyalık şeyleri sokmamaya çalışmalıdır. Câmide yitik de aramamalıdır.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Selem: “Mescidde alış veriş yapanı gördüğünüz zaman “Allâh ticaretinde kazanç vermesin!” deyin, mescidde yitiğini arayan gördüğünüzde, “Allâh yitiğini buldurmasın!” deyin. Zira mescidler bunun için inşa edilmemiştir.” buyurmuşlardır. Câmi ve mescidler ibadet için, ilim öğrenmek için, Müslümanların hayrına olan şeyleri konuşmak ve benzeri şeyler için inşa olunmuştur. Gayesine uygun kullanılmalıdır.

Câmi ve mescidlerde şiir okunmasına da izin verilmemiştir. Yani sadece şiir okumak için câmiye gelmek yasaklanmıştır. Ancak, va’z ve nasihat arasında, konuyu izah etmek veya hitabı güzelleştirmek için okunan şiirlere veya beyitlere izin verilmiştir.

Câmi ve mescidlere resimli levhalar asmamak gerekir. Saatleri de kıble tarafına asmamak daha uygundur. Zira namaz esnasında cemaati meşgul edebilir.

Bu maddeler bizim hadis-i şeriflerden ve fıkıh kitaplarımızdan istifade ederek siz kardeşlerimize hatırlatmaya çalıştığımız şeylerdir. Firasetli ve dikkatli kardeşlerimizin bunlar gibi câmi ve mescid âdâbına uymayan davranışlardan sakınmaları, onlardan beklenen haldir.

 

CÂMİDE SAFLARIN TANZİMİ

Câmi ve mescid âdâbından bahsederken, safların namaz öncesinde nasıl tanzim edilmesi gerektiği konusuna da temas etmek gerekiyor. Zira Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem Müslümanların namaz esnasındaki saflarının tanzimine çok dikkat etmiş, konunun üzerinde titizlikle durmuş, ashabın saflarını düzeltmeden namaza durmamışlardır.

İslâm’ın beş şartından biri olan namazı edâ etmek için câmiye gelen Müslümanlar, câminin ön tarafından, ön saftan başlayarak câmiyi doldurmalıdırlar. Sonradan gelenlerin rahat yer bulmaları, sünnet kılınırken sonradan gelenlerin, namaz kılanların önünden geçmemeleri ve farz namaza durulacağında safların kolay tanzimi için bu gereklidir.

Safların tanziminde önce imamın tam arkasından başlanmalıdır. İmamlığa ehil bir kişi imamın tam arkasına durmalıdır. Bu kişi; imamın abdestinin bozulması halinde onun yerini alıp namazı devam ettirebilecek, cehri namazlarda imam kırâatta yanılırsa onu düzeltebilecek, imam hata ederse hatasını ikaz edecek bir kişi olmalıdır. Bu kişiye imama her halinde yardımcı olduğu için halk arasında “fâtih” denilir. Sonra cemaat, bir kişi fâtihin sağına, bir kişi soluna olmak üzere dengeli bir şekilde safı meydana getiriler. Sadece sağ tarafı veya sadece sol tarafı doldurarak dengesiz bir şekilde saf meydana getirmek hoş değildir.

İmamın arkasında iki kişi duruyormuşçasına değil, fâtih tek kişi olarak imamın tam arka hizasında olmalıdır.

Birinci saf dolunca yine imamın tam arkasından başlanılarak birinci safın tertip edildiği gibi ikinci saf da tanzim edilmeli, aynı usulle saflar meydana getirilmelidir.

Mühim bir zaruret olmadıkça saf tutmağa câminin sağ veya sol tarafından başlamamalıdır.

Ön safta yer varken arkada asla yeni bir saf tanzimine başlamamalıdır.

Saflar mutlaka sıkı ve düz olarak tanzim edilmelidir.

Saflara sağ ve sol baştan bakıldığında omuzlar aynı hizada olmalıdır. Ayakların düzlüğü, aynı hizada olması uygun olmakla birlikte, bilhassa omuzlar aynı hizada olmalıdır.

İmamla birlikte sadece bir cemaat varsa, cemaat olan kişi imamın sağ tarafına ve biraz gerisine durur. Bu konuda dikkat edilmesi gereken, cemâat olan kişinin topuğunun imamın topuğundan biraz geride olmasıdır.

Bazen cemâatin çok olduğu durumlarda câmilerimizde imamın sağında ve solunda da saf tutmak gerekiyor. Bu durumda imamın sağında ve solunda olan kişilerin ayak topuklarının imamın topuğundan biraz geride olması yeterlidir.

Cemaat iki kişi olursa, fâtih olmaya lâyık olan imamın arkasına, diğer kişi onun sağına durur.

Cemaat üç kişi olursa, bir kişi fâtihin sağına, bir kişi de soluna durur.

Cemaatte hanımlar da varsa, câmide saf tutulurken önce büyük erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kız çocuklar sonra hanımlar olmak üzere saf tutarlar. Erkeklerin saflarının en faziletlisi birinci saf, kadınların saflarının en faziletlisi ise, en son saftır.

Cemaat, câmiyi veya safı dolduracak kadar değilse, erkek çocuklar da safın arasında dururlar. Mümkün olursa çocukları safın sağında veya solunda en sona almak daha güzeldir.

Ön safta yer olduğu halde arka saf tamamen dolmuş ise, arkadan veya sonradan gelen bir kişi namaz başlamadan cemaatin arasından geçerek öne geçebilir ve ön saftaki boşluğu doldurabilir.

Saf dolduktan sonra câmiye gelen bir kişi, tek başına namaza durmamalı, yanına duracak bir kişi daha gelinceye kadar beklemeli, ikinci bir kişi gelince onunla beraber namaza başlamalıdır. Kimse gelmez, imam da kıyamın sonuna gelecek olursa, ön saftan bir kişiyi omzundan tutarak arkaya çekmeli, o kişi ile cemaate uymalı, safın arkasında bir kişi olmamalıdır denilmiştir. Ancak bu uygulamayı iyi bilenler bunu gerçekleştirebilirler. Kardeşlerimizin birçoğu bu uygulamayı bilemeyecekleri için, sonradan gelen tek kişi de olsa namaza durmalı ve namazını kılmalıdır. Zira safın arkasında bir kişi olarak namaz kılmak, namazın sıhhatine engel değildir.

Cemaat bir hanımla bir erkekten ibaret ise, erkek imamın sağına, hanım arkaya durur.

Cemaat sadece bir hanım ise (mesela evde karı koca olarak veya baba kız olarak cemaatle namaz kılınması halinde) hanım imamın sağına değil, arkasına durur. Cemaat kişinin eşi ve kızı olması halinde de, yani iki hanım olması halinde de böyledir. Yani ikisi de arkaya dururlar.

Cemaat olan erkek, çocuk da olsa imamın sağına durur.

Cemaat bir erkek çocuk ve hanım olursa, erkek çocuk imamın sağına, hanım arkaya durur.

İmam namazı bitirince dilerse sağ tarafına isterse sol tarafına dönebilir. Kıbleyi sağ veya sol tarafına alır. Cemaate de dönebilir. Ancak arka saflarda kendisine karşı namaz kılan varsa yüz yüze gelmemelidir.

İmam farzdan sonra sünnet kılınacaksa sağa, sola, öne veya arkaya çekilerek namazını kılabilir. Kendini meşgul edecek bir şey yoksa dilerse evine giderek de kılabilir. Ancak cemaatin yanlış düşünmesine meydan vermemeli, böyle bir durum söz konusu ise sünnetleri de câmide kılmalıdır.

Yalnız namaz kılanlar farz ve sünnetleri aynı yerde kılabilirlerse de imkân varsa ayrı ayrı yerlerde kılmaları daha güzeldir. Zira ibadet edilen her yer kıyamet gününde ayrı ayrı şahitlikte bulunacaktır.

Hanımlar kendi aralarında, hanım bir imamla cemaatle namaz kılmak isterlerse, hanım imam, diğer hanımların ortasında durur, öne çıkmaz. (Çok az öne çıkabileceğini söyleyenler de vardır.) Ancak hanımların kendi aralarında, hanım bir imamın arkasında cemaatle namaz kılmalarına mekruhtur denilmiştir.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem hanımların cemaate çıkmalarına izin vermiştir. Ancak içinde bulunduğumuz zamanın şartlarını göz önünde bulunduran bazı âlimlerimiz, hanımların câmiye çıkmaları mekruhtur demişlerdir. Zira Aişe Annemiz, daha sağlığında, “Efendimiz bu günkü hali görseydi hanımları mescide çıkmaktan menederdi” diye buyurmuşlardır.

İkamet getirilirken cemaat hazır ve imam da mihrabın hemen yakınında ise “Hayye ale’l-felâh” denildiği vakit (diğer bir görüşe göre “hayye ale’s-salâh” denildiğinde) cemaat namaz için ayağa kalkmalıdır.

Eğer imam mihrabın yakınında değil de, arkadan geliyorsa, her saf, imam kendi yanlarından geçtikçe ayağa kalkmalıdır.

İmam câminin ön tarafından içeri giriyorsa, cemaat onu görünce ayağa kalkmalıdır. Aynı şekilde Cuma namazında da minberden inince ayağa kalkmalıdır.

İmam namaza “kad kâmeti’s-salâh” denildiğinde başlayabilir. İmam Ebû Yûsuf ise kametin bitmesinden sonra imam namaza başlamalıdır demiştir. Her ikisi de uygundur.

Cemaatin haline göre davranmak herhalde en uygun davranış olur. Cemaat az ise safların tanzimi daha kolay olacağından “kad kâmeti’s-salâh” denildiğinde namaza durulabilir. Cemaatin çok olduğu zamanlarda namaza durmayı ikametin sonuna ertelemek cemaatin safları tanzimine fırsat vereceğinden daha uygun olur denilebilir. İmamın uygun olanı yapması daha güzeldir.

İkamet başladığında câmiye giren kişi namaza durulmasını ayakta beklemez. Oturur ve diğer cemaatle birlikte ayağa kalkar.

İkamet getiren müezzin, ikamet getirirken yürümemeli, ayakta durduğu halde ikameti getirmeli, sonra safa katılmalı veya ikamete başlamadan namaz kılacağı yere gelerek ikamet getirmelidir.

İmam safları düzeltmeden namaza durmamalıdır. Ancak safları düzeltirken ikamet getirilmişse, ikametle tekbir arasında gereksiz şeyler konuşmamalıdır. Sadece safların tanzimi ile ilgili ikazda bulunmalı ve namaza durmalıdır.

Cemaat safların tanziminde acele etmeli, imamın ikazına ihtiyaç bırakmamalıdır.

İkametle tekbir arasında fuzûlî şeyler konuşmamalıdır.

İmamla birlikte tekbir alarak “iftitah tekbiri” sevabını kaçırmamalıdır.

Cemaatin çokluğu sebebiyle imamın hemen yanından itibaren saf tutulmuşsa, imamın ökçesi cemaatin ökçesinden önde olmalıdır.

Cemaatin arasında kadınlar olmamalıdır. Bu konuyu özel olarak ele alacağız.

İmamla cemaat arsında yol veya nehir olmamalıdır.

Sahrada, açıklıkta namaz kılınıyorsa saflar arasında iki saf sığacak kadar bir boşluk bırakılmamalıdır.

Câmi içinde saflar arasındaki boşluklar namazın sıhhatine engel değilse de araları doldurmak daha güzeldir. Ancak müezzinlerin bir sebebe bağlı olarak arkada kalması sakıncalı değildir.

İmamla cemaat arasında, imamın tekbirlerini cemaatin duymasına engel olacak yüksek bir duvar olmamalıdır. İmamın hareketlerini, tekbirlerini takibe engel olmayan duvarın dış tarafından imama uyulabilir. Aynı şekilde bitişik olan farklı mekânlarda imam takip edilebiliyorsa imama uyulabilir. Câminin alt katında veya yukarı mahfilde kılınan namazlar gibi.

Bazı câmilerimizde Cuma namazı kılınırken cemaat yollara taşmaktadır. Bu gibi durumlarda cemaat câmiye bitişik olarak ne kadar uzarsa uzasın sakıncalı değildir. Ancak araya yol girer de bir kısım cemaat karşı kaldırımda namaz kılacak olursa veya namaz kıldığı yerde imamın önüne geçecek olursa namazları olmaz.

Namazların sünnetleri kılınırken oturan bir kişinin sırtına doğru namaz kılmanın sakıncası yoktur. Sahabe açıklıkta namaz kılacakları zaman arkadaşlarını önlerine oturtur, onların sırtına doğru namaz kılarlardı. Ancak namaz kılana karşı yüzü dönerek oturmak doğru değildir, mekruhtur. Aynı şekilde yüzü bize dönük bir kişiye karşı biz de namaza durmamalıyız.

Arkasında namaz kılınan kişi, mahrem de olsa bir hanım olmamalıdır.

İmam tamamen mihrabın içinde olmamalıdır. Ancak cemaatin çokluğundan dolayı bunda zaruret varsa sakıncalı değildir.

İmam tek başına cemaatten çok yüksekte veya çok aşağıda bir yerde olmamalıdır. Bunun ölçüsü bir zira’ (65-70cm.) veya orta boylu insan boyudur denilmiştir.

Erkeklerle hanımlar aynı mekânda namaz kılıyorlarsa, imam selâm verdikten sonra erkekler biraz oyalanmalı, hanımların önce dağılmasına fırsat vermelidirler. Hanımlar kendilerine ayrılan yerde namaz kılıyorlar da giriş kapıları ayrı ise bu bekleme zaruri değildir.

Namaz esnasında özürsüz olarak göğsü kıbleden çevirmek namazın bozulmasına sebep olur. Yüzü başka tarafa çevirmek namazı bozmazsa da tahrimen mekruhtur.

Câmide namaz kılmakta olan âmâ kişi, gözleri görmediği için kıbleye karşı duramamışsa onu o haliyle bırakmamalı, sağa dön veya sola dön dememeli, ancak omuzlarından tutarak kıbleye karşı çevirmelidir.

Namazda sebepsiz yere, peş peşe olmamak üzere, birkaç adım yürümek mekruhtur. Ön safta açılma olursa bir veya iki adımla saf tamamlanabilir. Ancak sebepsiz yere peş peşe üç adım yürümek namazı bozar.

Namaz kılınan yerde, karşıda ve yanlarda resim ve heykel olmamalıdır. Arkada bulunması da mekruh ise de karşı ve yan taraflardaki kadar değildir. Şu halde sakınılmalıdır.

Cemâate gelen kardeşlerimiz de resimli veya üzerinde dikkat çekici yazılar bulunan elbiselerle namaza gelmemelidirler. Bazen sırtında resim olan gömlek veya montlarla namaza gelen gençlerimizin elbiselerindeki yazılar veya resimler, arkalarında namaz kılan kardeşlerinin namazlarında zihinlerinin meşgul olmasına dolayısıyla huzurlarının bozulmasına sebep olmaktadırlar.

Bazı gençlerimizin sırtlarında da Avrupalı sporcuların isimlerini görmekteyiz. Çoğunluğu hristiyan olan bu sporcuların isimlerini namazda da namaz dışında da bir müslüman evlâdının sırtında taşıması İslâm’ın izzeti ile bağdaşmayan bir durumdur. Hem gençlerimiz hem de anne ve babalar bu konuda titiz davranmalı, bu giysileri asla evlâtlarına giydirmemelidirler.

Görevli imam ve müezzini olan bir câmi veya mescidde namaz kılındıktan sonra tekrar cemaat halinde ezan ve ikametle namaz kılınması mekruhtur. Büyük cemaatin bölünüp parçalanmasına sebep olur. Ancak zarûreten, sonradan cemaatle namaz kılacak olanlar, imamın mihrabından başka bir kenarda, ezan ve ikametsiz olarak namaz kılmalıdırlar.

Cenaze namazında imam, cenazenin göğsü hizasında durur. Cemaat de en az üç saf tutmalıdır.

Cenaze namazında safların en üstünü, sevabı en çok olanı, en arka saftır. Çünkü safların ve cemaatin çok olması vefat eden kişinin daha çok bağışlanmasına vesile olur.

Özürsüz olarak cenaze namazını câminin içinde kılmak mekruhtur. Cenaze ve cemaatin bir kısmı dışarıda ise, onlara bitişik olmak şartı ile bir kısmının içeride kılması mekruh olmaz.

Cenaze namazında da hanımlar erkeklerin arkasında saf tutmalıdır. Bununla birlikte erkeklerle aynı safta olsalar namazları bozulmaz. Ancak diğer mahzurlar dikkate alınarak mutlaka hanımlar erkeklerin arkalarında saf tutmalıdırlar. Zira cenaze namazı mutlak bir namaz değil, vefat eden kişi için yapılan bir duadır.

 

NAMAZ ÂDÂBINA DAİR

Namaz, Allâh’ın emridir. İslâm’ın beş şartından biridir. İmanın dıştan görünüşü, müslüman olmanın tezahürüdür. Namaz dinin direğidir. Dini ayakta tutan ana unsurlardan biridir.

Namaza değer vermek, Allâh’ın emrine değer vermek, Allâh’ın emrini ciddiye almak demektir. Namazı ihmal etmek ise, Allâh’ın emrini hafife almak, ciddi görmemek demektir.

Diğer bir yönü ile namaz kılmak demek İlâhî huzura durmak, Allâh ile beraber olmak demektir. Secde hali, Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in de belirttiği gibi müminin Allâh’a en yakın olduğu haldir.

Onun için namaza gelen, namaza duracak olan bir mümin, hangi huzura duracağının, kime secde edeceğinin farkında olarak namaza durmalı, bu şuurla namaza başlamalıdır.

Günümüz Müslümanlarının en büyük dertlerinden, en ciddi şikâyetlerinden biri de, namazda istediği huzuru bulamaması, vesveselerden kurtulamaması ve istenildiği gibi bir namaz kılamamasıdır. Bunun birçok sebebi vardır denilebilir.

Biz, bu küçük risâlemizi okuyan kardeşlerimize âcizane bazı tavsiyelerde bulunacağız. Umarız ki gönüllerde, namaz için arzu edilen huzur elde edilmiş olsun.

Namazda huzur bulmak isteyen kardeşlerimizin her şeyden önce rızıklarına dikkat etmeleri gerekir. Zira yediğimiz lokmalar kanımıza karışmakta, kanımız kalbimizden dolaşmakta, kalbimizden geçen kan, gönül âlemimizde çok önemli tesirler meydana getirmektedir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de Peygamberlerine bile:

“Ey Rasûller! Tertemiz rızıklardan yiyin ve sâlih ameller işleyin. Ben sizin neler yaptığınızı çok iyi biliyorum” buyururlar. Bu hem bir emir, hem de sâlih amellerin ancak tertemiz rızıklardan elde edilebileceğinin en açık işaretidir. Rasüllerine verdiği bu emri Cenâb-ı Hak, inanan kulları için de tekrarlar ve buyururlar ki:

“Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğim şeylerin en temizlerinden yiyin”. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem bu âyeti okuduktan sonra bir kişiden bahsederler, seferi uzamış, saçı başı dağılmış, üzeri başı tozlanmış bu adam ellerini semaya kaldırmış Yâ Rabbî Yâ Rabbî diye dua etmektedir. Efendimiz buyururlar ki:

“Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve bu güne kadar hep haramla beslendi. Bu adamın hiç duâsı makbul olur mu?”. Faizle, yalanla, sahtekârlıkla, kul hakkıyla, devlet ve millet hakkıyla ve diğer gayr-ı meşru kazançlarla kirlenen bir kanla istenilen ibadeti yapmak, arzu edilen kalp huzurunu bulmak, kabul olunan bir duâda bulunmak mümkün olur mu?

Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem zikrettiğimiz hadislerinin başında buyurmuşlardı ki:

“Allah Tayyib’dir. Kusursuz güzel ve tertemizdir. Kullarından da ancak tertemiz ibadetleri kabul buyurur”.

Şu halde rızkımıza çok dikkat etmeliyiz.

Diğer bir önemli konu da, tahârete yani temizliğe dikkat etmektir. Bilindiği gibi namaz kılacak bir müminin bedeni, elbisesi ve namaz kılacağı yer temiz olmalıdır. Şer’an kirli bir beden veya elbise ile kılınan namazdan arzu edilen huzurun bulunması asla mümkün değildir. Onun için kardeşlerimizin tahâretlerine çok dikkat etmeleri, ihtiyaçlarını giderdikten sonra güzelce temizlenmeleri ve Allâh’ın huzuruna çıkmaya hazır bir şekilde namazlarına yönelmeleri gerekir. Namazlardaki vesveselerin çoğunun idrar sıçrantısı gibi kirlerden olduğunu unutmamak gerekir. Abdesti güzelce almak, abdest suyu sıçrantılarından sakınmak, abdest esnasında dünyalık şeyleri değil de namazı ve duracağımız huzuru düşünmek, istediğimiz namazı kılma konusunda bize çok yardımcı olacaktır. Namazlarında, bu konuya gereken değeri vererek istenilen hali elde etmek isteyen kardeşlerimiz, bu konuda onlara yardımcı olabilmek niyetiyle kaleme aldığımız “Tahâret Âdâbı” isimli risâlemizi okuyacak olurlarsa, çok güzel şeyler öğrenmiş olacaklardır.

Namazda huzuru bulabilmek için diğer bir önemli konu da, namaza durmadan zihni namaz için temizlemek, gönlü Allâh’ın huzuruna durmaya hazırlamak, mümkün olduğu kadar dünyevî duygu ve düşüncelerden kendimizi arındırmaktır. Bir diğer tabirle kulluk şuurunu kuşanmaktır. Meselâ şöyle bir namaz kılınız: Güzelce bir abdest alınız. Abdestte Allâh’a ibadetin zevk ve neşesini düşününüz. Fuzûlî şeyler düşünmeden, zihinde gayr-ı meşru hayaller canlandırmadan seccadenize geliniz. Namaza durmadan gönül âleminizde Allâh ile beraber olacağınızı, Allâh’ın bir emrini yerine getireceğinizi yani Allâh’ın huzuruna duracağınızı düşününüz. Böyle birkaç dakikalık bir tefekkürden sonra zevkle niyet edip büyük bir ta’zim ile tekbir alınız. “Sübhâneke” duasını, anlamını düşünerek okuyunuz ve böylece namaza devam ediniz. Göreceksiniz ki bu namaz çok farklı bir namaz olacaktır.

Günlük hayatımızdaki meşgalelerimiz, konuşmalarımız, hayallerimiz ve gördüğümüz şeyler namazdaki huzurumuzu doğrudan etkileyecek şeylerdir. Bir televizyon filmini seyrettikten sonra, şayet o filimde meşrû olmayan sahneleri izlemişsek, o görüntülerin tesirinden kurtularak istenilen huzurla namaz kılmamız asla mümkün olmayacaktır. Hatta bazen aylar beklide yıllar önce izlediğimiz meşrû olmayan bir sahne, Kâbe’nin karşısında namaz kılarken bile önümüze gelecek ve bizi huzurdan alıp götürecektir. Onun için Kur’an-ı Kerim “Mümin erkeklere söyle, gözlerini harama bakmaktan korusunlar…” diye emreder. Bu İlâhi emri çok ciddiye almak gerekir.

Bu kısa hatırlatmalardan sonra, namazı daha güzel kılabilmek için gerekli diğer şartları da hatırlayalım.

Namaza başlarken kalben niyet etmek yeterli ise de, dikkatimizi toplayarak daha huzurlu bir namaz kılabilmemiz için lisanen de niyet etmeliyiz.

Namazda gönlümüze gelen vesveseleri atmaya çalışmalı, bazı şeyleri özellikle düşünmekten sakınmalıyız. Elde olmadan akla gelen vesveseler fazla zararlı değilse de özellikle bazı şeyleri kendi irademizle düşünmemiz namazın sevabının noksanlaşmasına sebep olur. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem, kişinin kıldığı namazda ne kadar aklı başında ise o kadar sevabının olacağına işaretle “Bir kişi namazını bitirir ve ayrılır ancak kimine onda biri, kimine dokuzda biri, kimine sekizde biri, kimine yedide biri, kimine altıda biri, kimine beşte biri, kimine dörtte biri, kimine üçte biri, kimine de yarısı yazılır” buyurmuşlardır.

Namazda; kıyamda iken secde ettiğimiz yere, rukûda ayaklarımızın önüne, secdede burnumuzun yanlarına, otururken hemen önümüze bakmalıyız.

Erkeklerin başı açık namaz kılmaları mekruhtur. Takke kullanmalıyız. Sarık sarılması daha güzeldir.

Namazda okuduğumuz şeyleri kendi kulağımızla duymalıyız. Ancak sesli okuyup yanımızdakilerin aklını da karıştırmamalıyız. Kulağımızla duymadığımız okuma, sadece kalben okuma ile namazın kırâat farzı yerine getirilmiş olmaz.

Namazda daima kolayımıza gelen yerlerden okumalıyız.

Sağımıza selâm verirken, sağımızdaki melekleri ve sağ tarafımızdaki kardeşlerimizi, solumuza selâm verirken solumuzdaki melekleri ve sol tarafımızdaki kardeşlerimizi niyete almalıyız. İmam hangi tarafımızda ise o tarafa selâm verirken imamımızı da niyete almalıyız.

Bütün davranışlarımızda imamdan arkaya kalmalı, bilhassa tekbir ve selâmda mutlaka geri kalmalıyız. İmamdan önce tekbir alanın imama uyması ve hatta namazı geçerli olmadığı gibi, imamdan önce selâm verenin de namazının kabulü şüpheli ve belki de geçerli değildir.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem ezanla kâmet arasındaki duanın makbul olduğunu ifade etmişlerdir.

Revâtib sünnetleri, yani namazların evvelinde ve sonrasındaki sünnetleri mutlaka kılmalıyız. Onlar hem farza hazırlık, hem de noksanları tamamlayıcıdır. Bu sünnetler bizlere Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in hatıralarıdır. Sünnete ittiba O’nun şefaatine nail olmamıza vesile olacağı gibi, zaruret olmadan devamlı terk edilmesi halinde de şefaatten mahrumiyet korkusu vardır.

Namazların evvelinde ve sonrasında kılınan sünnet namazlar ile teheccüd, işrak, duhâ ve evvâbin namazı gibi farzların ve vaciplerin dışındaki bütün namazlara “nâfile namazlar” adı verilir.

Sünnet ve nafile namazlar oturularak da kılınabilir. Ancak sabah namazının sünnetini, mazeretimiz yoksa ayakta kılmak gerekir. Öğle namazının ilk sünneti gibi müekked sünnetleri de ayakta kılmak güzel olur.

Sabah namazının sünnetinde birinci rek’atta Kâfirûn Sûresi’ni ikinci rek’atta İhlâs Sûresi’ni okumak sünnettir.

Oturularak kılınan namazdan, ayakta kılınan namazın yarısı kadar ecir alınır.

Sabah, öğle, akşam ve Cuma namazının sünnetleri, yatsı namazının son sünneti müekked sünnetlerdir. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem bunları devamlı kılmış, çok önemli bir mazereti olmadan terk etmemiştir.

İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti gayr-i müekked sünnettir. Efendimiz Sallâllahü Aleyhi ve Sellem bunları bazen kılmış, bazen terk etmiştir. Sebepsiz yere terk etmemelidir. Zira bütün namazların büyük ecri vardır. Yarın kıyamet gününde kabul olunmuş bir rek’ate bile çok ihtiyacımız olacaktır. Öyle ise imkân varken kılabildiğimiz kadar çok namaz kılmalıyız.

Başlanmış olan nâfile namazların bozulması halinde kaza edilmesi, yani yeniden kılınması, Hanefî Mezhebi’ne göre vâciptir.

Nâfile namazlar -mekruh vakitlerin dışında olmak şartı ile- her vakitte kılınabilir.

Nâfile namazların her rek’atinde kırâat farzdır.

Nâfile namazlarda Fatiha’dan sonra her rek’atte sûre okumak vâciptir.

Nâfile namazlar mutlak niyetle yani vakit zikretmeden sadece “niyet ettim Allâh rızası için namaz kılmaya” diyerek kılınabilir.

Namazların niyetlerinde kıbleye yöneldiğimizi söylemek de güzel olur.

Sadece farz ve vacip namazlarla kaza namazlarında hangi vakit veya hangi namaz olduğunu belirtmek gerekir.

Gündüz kılınan nâfile ve sünnet namazlar iki veya dört rek’at olarak kılınabilir. Yatsı namazının farzının dışında ve kaza namazları dışında, gece kılınan nafile namazları ikişer rek’at halinde kılmak daha güzeldir.

Nâfile namazlarda, bir selâmla, gündüz dört rek’atten fazla, gece sekiz rek’atten fazla kılmamalıdır. Gündüz en çok dördüncü, gece sekizinci rek’atte selâm vermelidir.

Dört rek’at olarak kılınan gayr-ı müekked sünnet ve nâfile namazlarda birinci oturuşta “tahiyyâttan” sonra “salli ve bârik” okunur ve ayağa kalkılınca “sübhâneke” ile başlanılır.

Nâfile namazlar binek üzerinde, araba veya otobüste kılınabilir. Farzlar kılınamaz.

Uçak ve gemide farzlar da kılınabilir.

Bir mü’min yalnız kıldığı namazda istediği kadar uzun sûre okuyabilir.

Sünnet kılarken ikamete başlanılırsa;

– Öğle namazının ilk sünnetinde birinci veya ikinci rekâtta isek, ilk “tahiyyattan” sonra selâm verir, imama uyar, farzı kıldıktan sonra, o ilk sünneti yeniden dört rekât olarak kılarız.

– Öğle namazının ilk sünnetinin üçüncü veya dördüncü rekâtında isek, namazımızı hemen tamamlar, sonra imama uyarız.

– İkindi ve yatsı namazının ilk sünnetinde birinci veya ikinci rekâtında isek, ilk oturuştan sonra selâm veririz. İkindi namazının sünnetini farzdan sonra kılmayız. Ancak yatsı namazının ilk sünneti her ne kadar gayr-i müekked bir sünnet ise de farzdan sonra kılınabilir. Zira bu vakit nafileler için geniş bir vakittir.

Sabah namazında câmiye geldiğimiz zaman ikamet getiriliyorsa çabukça sünneti kılar, sonra imama uyarız. İmam namaza başlamışsa, şayet sünneti kıldığımız takdirde cemaate yetişebileceğimizi tahmin ediyorsak, hemen sünneti kılar, sonra imama uyarız. Sünneti kıldığımız zaman imama yetişemeyeceksek sünneti terk eder, imama uyarız. Bu sünneti farzdan sonra artık kılmayız.

İmam Fatiha Sûresi’ni okumaya başladıktan sonra “sübhâneke” okunmaz.

İmama uyanlar sübhânekeden sonra eûzü besmele çekmezler.

İntikal tekbirlerini ve “semi’Allâhü limen hamideh” demeyi, gerekli hareketle beraber yapmalı sonraya bırakmamalıyız. Yani rükûya eğilirken tekbir getirmeli, rükûya tam eğildiğimizde tekbir almamız bitmiş olmalı. Rükûdan kalkarken “semi’Allâhü limen hamideh” demeli, kalkınca bitmiş olmalı. Secdeye varmadan tekbiri almalı secdeye varınca tekbir tamamlanmış olmalı. Diğer hareketlerimizde de buna dikkat etmelidir.

“Tahiyyatta” kelime-i şehadet getirirken sağ elin başparmağı ile işarette bulunanlar çok dikkatli olarak bu işi yapmalıdırlar. “Eşhedü ellâ ilâhe” derken şehadet parmağı kaldırılmalı, baş parmakla orta parmak daire şeklinde toplanmalı, diğer parmaklar da kıvrılarak sanki yumruk yapılmalı, “illallâh” demeden şehadet parmağı mutlaka indirilmeli, el diz üstündeki normal haline dönmelidir. Bu dikkati gösteremeyecekler bunu yapmayı terk etmelidirler.

Vitir namazında üçüncü rekâtta “kunut” tekbirini alırken elleri aşağıya salmadan tekbir almalıdır. El bağlı olduğu yerden kulağa götürülmeli, tekbirle tekrar bağlanmalıdır. Eli aşağıya saldıktan sonra tekbir için kulağa götürmek bid’attir.

Dua ederken elleri semaya doğru bir müddet açık tutmadan sadece yüze sürmek bid’attir. Eller omuz hizasında biraz semaya doğru açık kalmalı, sonra yüze sürülmelidir.

Secdede veya diğer zamanlarda ayaklar yerden kesilmemelidir.

Rükûdan sonra secdeye giderken pantolon çekilmemelidir. Bilhassa pantolonun ütüsü bozulmasın diye bu işi yapmak çok sakıncalıdır.

Erkeklerin kısa kollu gömlekle namaz kılmalarında aslında sakınca yoktur. Ancak uzun kollu gömlek ile namaz kılmak, namaz edebine daha uygundur. İslâm büyükleri fıkhî yönden müsade edilse de kısa kollu gömlekle namaz kılmayı hoş karşılamamışlardır. Uzun kollu gömlekle namaz kılanlar da, gömleklerinin kollarını toplamış, manşetlerini kıvırmış veya sıvamışlarsa, onları açmalı, tabîî hali ile namazlarını kılmalıdırlar. Uzun kollu gömleğin sıvanmış/kıvrılmış kolu ile namaz kılmak mekruhtur.

Sabah ve ikindi namazlarından sonra imam selâm verince cemaatin yerlerinden kalkarak câmi içinde dağılmaları uygun bir davranıştır.

Sabah namazının sünnetini evde kılanlar câmiye giderlerken yolda fuzûli şeyler konuşmamalıdırlar.

Sünnetleri evde kılmak uygundur. Ancak aralarda, gelirken giderken namazın huzuruna uygun düşmeyen şeyler konuşmamalı, bilhassa göze sahip olmalıdır. Bu arada zikir ile meşgul olmaya çalışmalıdır.

Vitir namazını geceye, teheccüd sonrasına bırakmak daha faziletlidir.

Abdestimiz sıkışmış halde namaz kılmamız mekruhtur.

Namazda esneme gelirse mümkün olduğu kadar esnememeğe çalışmalıyız. Yutmaya muvaffak olamazsak sağ elimizin içi veya dışı ile ya da sol elimizin dışı ile ağzımızı kapatmalıyız. Esneme sesi de çıkarmamalıyız.

İmam olan kardeşlerimiz selâm verirlerken sağa selâmı uzatmamalıdırlar. Bilhassa “es-selâmü” kelimesinde “lâm” harfi uzatılmamalıdır. Zira imamdan önce bu lâfzı söyleyerek namazını imamdan önce bitirenlerin namazları şüpheli bir hale gelebilir.

Rükû ve secdelerimizde tesbihleri zamanımız müsaitse üçten fazla beş, yedi ve daha fazla söyleyebiliriz. Yalnız tek sayı olmalıdır.

Dar pantolonlarla kılınan namazlar, rükû ve secdede uzuvlar belli olacağı için mekruh olurlar. Bu mekruhluktan kurtulmak için ya bol pantolon giymeli ya da üzerine cübbe veya benzeri bir şey giymelidir.

Pijama ile namaz kılmamalıyız. Temiz bile olsa, başkalarının yanına çıkamadığımız bir kıyafetle Rabbimizin huzuruna çıkmamız uygun olmaz.

Yaşı uygun hale gelmiş, câmi veya mescidde cemaatin huzurunu bozmayacak çocuklarımızı cemaate götürerek onları cemaate devama alıştırmalıyız. Bu onların hem namaza alışmalarına hem de cemâate alışmalarına vesile olacaktır. Unutmayalım ki çocuklarımız namazı bir şuur haline getirir ve Allah’ın emri olduğunu iyice benimserlerse artık ömürleri boyu namazı bırakmazlar. Aksi takdirde küçüklüğünde namaz iyice ruhunda yer etmemiş olan yavrularımıza sonradan namaz kıldırmak çok zor olabilir. Bu konu tamamen biz ebeveynlerin mesuliyeti altındadır. Dedelerimizin “ağaç yaş iken eğilir” sözünü unutmamalıyız. Câmide çocuklarımızdan gelen ufak tefek rahatsızlıklara da büyüklerimiz sabretmelidirler. Küçüklüğünde basit sebeplerden azarlanıp sonra namazı bırakan birçok insanımız vardır.

Namazlarımızdan sonra yaptığımız dualarda hem kendimiz dua etmeli hem de imamın duasına âmin demeliyiz. İmam olanlar daima cemaat için de dua etmeli, çoğul lâfızlar kullanmalı, tüm ümmet için dua etmelidirler.

Namazda sağımızla solumuzla oynamamalıyız. Namazda orası burası ile oynayan biri hakkında Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem “kalbinde haşyet-huzur olsaydı organlarında da olurdu!” buyurmuşlardı.

Namaza durmadan önce ağzımızdaki yemek kırıntılarını temizlemeliyiz. Namazın içinde bu kırıntılarla meşgul olmamızın melekleri rahatsız ettiğini Peygamber Efendimiz haber vermişlerdir.

Abdest alırken veya namazdan önce misvak kullanmak Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in sünnetidir. Efendimiz misvak kullanmaya çok önem vermişler ve ısrarla tavsiye etmişlerdir. Bu sünnete mutlaka uymalıyız. Ayrıca misvak kullanıldıktan sonra kılınan namazın ecrinin misvak kullanılmadan kılınan namaza göre yetmiş misli daha fazla olduğunu da bilmeliyiz.

Farz namazlardan sonra, ecdâdımızın âdeti üzere okunan aşr-ı şerîfi, safların arka tarafında bulunan bir kârinin okuması durumunda, okuyana dönerek dinlemeliyiz. Bu şekilde davranmak, okunan Kur´ân-ı Kerîm’e olan saygının gereğidir. Bu durum sâlih selefimizin bizlere tavsiyesidir. Ancak saflarda sıkıntı varsa dönülmeye de bilir. Ben kıbleye yönelmiş halde dinleyeceğim, diyen olursa kendisine bir şey demeyiz. Ancak büyüklerimiz kırâatta bulunan kişiye dönülmesini tavsiye etmişlerdir. “Mihrâbiye” dediğimiz bu aşırları imamların okuması veya müezzinlerimizin mihraba geçerek okumaları çok daha uygun bir davranıştır. Nitekim ecdâdımız bu aşırlara “mihrâbiyye” demiştir. Şu halde mihrapta okunması daha uygundur.

Bağ ve bahçede çalışırken giydiğimiz temiz ayakkabılarla namaz kılınabilir.

Kış mevsiminde mest giyiyorsak, onlarla tuvalete girdiğimizde idrar sıçratmamak için dikkat etmeliyiz. Sıçrantı olduğundan şüphe edersek temizlemeliyiz.

Tabanı kalın kösele olan mestlerden giyenler secdede mestin tabanının yere değmesi için ayağın uç tarafını mümkün olduğu kadar kıvırmalıdırlar. Zira secdede ayak parmaklarının alt kısımlarının yere değmesi gereklidir. Mestsiz namaz kılanlar da secdede ayak parmaklarının uçlarını kıbleye doğru kıvırarak ayaklarının altlarının yere değmesini temin etmelidirler. Ayaklarının uç kısımlarını veya üst kısımlarını yere koyarak ayaklarını dik tutanlar bu şarta uymamış olurlar. Bazı görüşlere göre bu durum çok sakıncalıdır.

Çorapları kirli olanların çoraplarını çıkararak çıplak ayakla namaz kılmaları sakıncalı değildir. Ancak örfümüzde çıplak ayaklı olmak hoş karşılanmadığı için câmi veya mescide gelirken çoraplı olarak gelmek daha güzel olur kanaatindeyiz. Ancak çoraplarımız da temiz olmalı, etrafımızı kokusuyla rahatsız edecek çoraplarla asla câmiye gelmemeliyiz.

 

SANDALYEDE NAMAZ KILMANIN HÜKMÜ:

Son zamanlarda câmilerimizde bellerinden veya dizlerinden rahatsız olan kardeşlerimiz sandalyede namaz kıldıkları için bu soru çok sorulmaktadır. Sağlığı yerinde olanların ayakta namaz kılmalarının gerektiği hepimizin bildiği bir durumdur. Bilhassa namazların farzlarını, sağlığı yerinde olanlar asla oturarak kılamazlar.

Ayakta namaz kılamayan kardeşlerimiz, yere oturarak, gerekiyorsa ayaklarını da kıbleye doğru uzatarak namazlarını kılarlar.

Ancak bellerinde veya dizlerinde rahatsızlıkları olan kardeşlerimiz, ayakta veya yere oturarak farz namazlarını kılamıyorlarsa, oturmak ve kalkmak imkânsız ya da çok zor hale gelmişse, oturmak ve kalkmak bellerindeki veya dizlerindeki rahatsızlıklarını daha da artıracaksa, namazlarını asla ihmal edemeyecekleri için ancak o zaman sandalyede namazlarını kılabilirler. Rükû ve secdeleri îmâ ile yaparlar. Bir rahleye, masaya veya yastığa secde etmelerine de gerek yoktur. Biraz eğilerek rükû, ondan biraz daha fazla eğilerek secde yaparlar. Elleri dizlerinin üzerinde durur.

Nafile namazlar, genel olarak oturarak kılınabilirse de zaruret olmadan oturarak kılındığında, ayakta kılınan namazdan alınan sevabın yarısı alınır.

En doğrusunu Allâhü Teâlâ bilir.

 

SÜTRE EDİNME

Namaz kılan kişinin önünden gelip geçenlere siper olması için secde ettiği yerin hemen dışına koyduğu engele “sütre” denilir. Açıklıkta namaz kılanların sütre edinmeleri sünnettir.

Sütre 65 cm. veya daha uzun bir çubuk, bir baston olabileceği gibi herhangi bir eşya veya tabiî bir engel de olabilir. Uygun bir sütre bulunamadığında öne konulan küçük bir cisim bile sütre olabilir.

Önünden başkalarının geçme ihtimali bulunan yerlerde namaz kılanlar bir ağaç gerisinde veya bir sütun arkasında namaz kılmalıdırlar. Bir sandalye veya herhangi bir eşya da sütre yerine geçer.

Toprağın sertliği sebebiyle sütreyi dikemeyenler baston, kamçı veya benzeri bir şeyi secde mahallinin önüne, enine doğru yere koyarlar.

Sütre yapacak bir şey bulamayanlar önlerine yere dik veya kavisli bir çizgi çizerler.

Dikilecek bir şey bulunamazsa ayakkabı, elbise, kitap, çanta ve benzeri şeyler de sütre yerine geçer.

Serilmiş bir seccade varsa, ayrıca sütre şart değildir. Zira seccade,başkalarının namaz kılanın hemen önünden geçmesine engeldir.

İmamın önündeki sütre cemaatin de sütresi sayılır.

Öne dikilen sütreyi tam iki kaşın ortasına değil de sağ veya sol kaşın hizasına almalıdır. Sağ kaş hizasına almak daha güzeldir. Bu puta tapanlara benzememek içindir.

Namaz kılan, önünden geçen dalgın bir kişiyi eliyle engelleyebilir veya “sübhânallâh” diyerek ikaz edebilir.

Erkekler kırâatlarını yükselterek de ikaz edebilirler.

Kadınlar sağ ellerini sol ellerinin üzerine vurarak geçeni ikaz ederler.

Sütreye yakın durmak sünnettir.

Namaz kılanın namazı, önünden geçilmesi sebebiyle bozulmaz. Ancak bilerek geçen mükellef bir kişi günahkâr olur. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem “Namaz kılanın önünden geçen kişi, bunun mesuliyetini bilse, orada kırk gün (kırk ay veya kırk yıl) bekleyip geçmemesi, kendisi için daha hayrlıdır” buyurmuşlardır. Diğer bir rivayette “yüz yıl beklemesi onun için daha hayrlıdır” buyrulmuştur. Zira namaz kılan Rabbinin huzurundadır. Çok mühim bir ibadeti îfâ etmektedir. Onun önünden kasıtla geçmek hem o şahsa hem de ibadete saygısızlıktır.

Sütre gerisinde namaz kıldığı halde, bir kişi namaz kılanın önünden geçmek isterse, Peygamber Efendimiz namaz kılanın ona mutlaka engel olmasını istemişler “onu göğsünden iterek engellesin” buyurmuşlardır.

Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’de cemaatin çokluğu ve izdiham sebebiyle bu konuya riâyet çok zor olmaktadır. Hiç olmazsa secde mahallinin dışından geçmelidir.

Ancak istisnâi olarak, Kâbe-i Muazzama’yı tavaf edenler de namaz kılanlar gibi olduğundan, Makam-ı İbrahim’de ve tavaf mahallinin kenarında namaz kılanların sütre edinmelerine gerek yoktur. Bu kişilerin önlerinden geçenlere engel olmaları da gerekmez denilmiştir.

Câmilerimizde namazların sünnetlerini kılan veya cemaate yetişemediği için namazını sonradan kılan kardeşlerimiz, başkalarını sıkıntıya sokmamak, başkalarının vebale girmesine sebep olmamak için cemaatin geçeceği yerlerde değil de uygun yerlerde namazlarını kılmalıdırlar. Mümkün olduğu kadar câminin ön tarafına doğru ilerleyerek arkadan gelenlere yer bırakmalıdırlar. Sonradan gelenlerde namaz kılanlara saygı duyup önlerinden geçmemelidirler.

 

SAF ARALARINDA KADINLARIN BULUNMASI:

“MUHÂZÂTÜ’N-NİS”

Cemaatle namaz kılarken aynı imama uymuş cemaatin arasında, aynı hizada, safların arasında namaz kılan kadınların bulunması Hanefî mezhebine göre sakıncalıdır.

İlmihal kitaplarımızda “Kadınların Muhâzâtı” veya “Muhâzâtü’n-Nisâ” bölümlerinde anlatılan bu konuyu çok kısa ele alacağız.

Erkeklerle kadınlar aynı imama uymuş ve aynı farz namazı kılıyorlarsa, erkeklerin arasındaki kadınlar, erkeklerin namazlarının ifsadına sebep olurlar. Onun için hanım kardeşlerimiz erkeklerin arasında asla olmamalılar, arkalarında saf tutmalıdırlar.

Eğer kadınlar erkeklerin arasında saf halinde iseler, kadınların safının arkasında kalan bütün erkeklerin, safların sonuna kadar namazı bozulur.

Erkeklerin safının arasında üç kadın bulunursa, bu kadınların sağındaki bir erkeğin, solundaki bir erkeğin namazı ile arkalarındaki saflarda, o kadınların arkasına gelen saflardaki üçer erkeğin namazları bozulur.

Erkeklerin saflarının arasında iki kadın bulunursa, bu iki kadının sağındaki bir erkeğin, solundaki bir erkeğin namazı ile yalnız arkalarındaki safta bulunan iki erkeğin namazı bozulur. Daha arka saftaki erkeklerin namazlarına bir şey olmaz.

Erkeklerin saflarının arasında bir kadın bulunursa, o kadının sağındaki, solundaki birer erkeğin namazı ile arkasındaki bir erkeğin namazı bozulur. Diğerlerinin namazlarına bir şey olmaz.

Aradaki kadın erkeğin annesi, kızı veya eşi de olsa fark etmez, namaz bozulur.

Arada duvar veya sütun varsa namaz bozulmaz.

Kadınlar alt katta veya üst katta olurlarsa, dikey olarak aynı hizada olmakla namaz bozulmaz.

Kadınların sağ veya sollarında açıklık bulunursa, arada boşluk olursa sağ ve sollarındaki erkeklerin namazı bozulmaz.

Cemaatle değil de münferiden sünnet veya nafile kılarken bu beraberlikten dolayı erkeklerin namazı bozulmaz. Ancak kadınlar yabancı ise, sürtünme varsa mutlak sakıncalıdır.

Kadınlar imama uymuyorlar da cemaatin arasında oturuyorlarsa, erkeklerin namazı bozulmaz.

Cenaze namazında bu beraberlik, erkeklerin namazının bozulmasına sebep olmaz. Yani cenaze namazında erkeklerin saflarının arasında hanımlar olsa, erkeklerin namazını bozmaz. Ancak cenaze namazında da hanımların arkaya durmaları veya ayrı durmaları daha güzeldir. Hanımların safların aralarında bulunmaları; farz, Cuma ve teravih gibi rükû ve secdesi olan namazlarda mahzurludur.

Beş altı yaşındaki ve daha küçük kız çocuklarının saf aralarında bulunmaları sakıncalı değildir.

Bilhassa Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’de karşımıza çıkan bu durumda hanım kardeşlerimiz çok dikkatli olmalı, kendilerine ayrılan yerlerde namazlarını kılmalıdırlar. Aksi halde büyük bir vebal yüklenmiş, ciddi bir günaha sebep olmuş olurlar.

 

BİRİNCİ SAFIN FAZİLETİ

Cemaatle kılınan namazlarda birinci safın fazileti pek büyüktür.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem “İnsanlar ezan okumanın ve birinci safta namaz kılmanın sevabının ne kadar çok olduğunu bilseler, aralarında kur’a çekmekten de başka çare bulamasalar, buna ancak kur’a ile karar verirlerdi” buyurmuşlardır. Yani, ezan okumak ve birinci safta namaz kılmak o kadar değerlidir ki, insanlar bu sevabın hakikatini bilseler, birbirleriyle yarışırlar, aralarında bu meseleyi halledemeyip kura çekmek mecburiyetinde kalırlarsa, buna ancak kura ile karar verirlerdi, denilmektedir. Efendimiz ayrıca erkeklerin saflarının fazilet bakımından en üstününün, sevabı en çok olanın birinci saf, hanımların saflarının en üstününün de en son saf olduğunu ifade etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz Sallâllahü Aleyhi ve Selem, Allâhü Teâlâ ve meleklerinin birinci safta namaz kılanlara salât ettiğini söylemişler, kendileri de birinci saftakilere istiğfarda bulunmuşlardır.

Bu, câmiye erken gelmeye, safları düzgünce tanzime, namaza rağbete teşvik gibi birçok hikmetler taşır.

Namaz esnasında semadan inen ilâhi rahmet önce imamın üzerine, sonra hemen arkasındaki kişin üzerine sonra onun sağındakilerin üzerine, sonra solundakilerin üzerine iner. Daha sonra da diğer saflara intikal eder. Bu rahmetten, Allâh ve meleklerin salâtından, Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in duasından nasip alabilmek için namaza erken gidip ön safta yer almaya çalışmalıdır.

 

CEMAATLE NAMAZIN FAZİLETİ

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem namazı cemaatle kılmaya, câmiye devama çok büyük önem vermişlerdir. Bir hadis-i şerifte cemaatle kılınan namazın evde veya dükkânda yalnız kılınan namazdan yirmi beş kat daha faziletli olduğu ifade edilmiştir. Diğer bir sahih rivayette de cemaatle namazın yirmi yedi derece üstün olduğu söylenmiştir.

Cemâat dini olan İslâm günde beş defa Müslümanları Allâh’ın evinde toplayarak onların birbirlerinden haberdar olmalarını, birbirlerinin dertleri ile dertlenmelerini, Cenâb-ı Hakk’ka topluca ibadet ve iltica etmelerini, bir ve beraber olarak her türlü hadisede daha güçlü olmalarını, düşmanlarına karşı daha kuvvetli görünmelerini temin etmiştir.

Cemâat halinde olan insanlar şeytana karşı da daha güçlü olurlar, nefse de daha az fırsat verirler, dolayısıyla daha az günah işlerler. Çünkü inananlarda Allâh’tan korkma duygusu ile birlikte insanlardan utanma hissi de vardır. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem şeytanın helake sürüklemek istediği insanı cemâatten kopararak yalnız bıraktığına sonra da onu günahlara düşürerek mahvettiğine işaret etmişlerdir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, cemâate devam etmeyenlerin evlerini yakmak istediklerini söylemektedirler.

Câmiye cemâate meşru özürlerinden dolayı devam edemeyenler, evlerinde iki kişi oldular mı cemâatle namaz kılarak, cemâatle namaz kılma sevabı elde edebilirler.

Cemâate devam edenlerin, gönlü câmi ve mescidlerde takılı olanların yani beş vakti cemâatle edâ edenlerin, kıyamet gününde arşın gölgesinde olacakları müjde edilmiştir.

Yeryüzünün en değerli yerleri mescidler ve câmilerdir. Bu mübarek mekânlar Allâhü Teâlâ’ya en sevgili yerlerdir. Cemâate devamla câmileri mamur edenler de Allâh’a sevimli olanlardır.

Câmiye giderken her sağ adımla manevi derece bir derece artırılır, her sol adımla bir günah silinir. Evine dönünceye kadar bu ecir kendine verilir. Her adım için on sevabın olduğuna dair rivayet de vardır.

Cemâate devam edenlerden ecri en çok olanlar, evi câmiye en uzak olanlardır.

Câmiye giderken atılan her adıma sadaka ecri vardır.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuşlardır: “Karanlıkta mescidlere devam edenleri kıyamet gününün tam nuruyla müjdeleyiniz!” Karanlıkta kılınan namazlar akşam, yatsı ve sabah namazlarıdır.

Cemâatle namaz için evinden çıkan mümin, tekrar dönünceye kadar Allâh’ın koruması altındadır.

Salih insanlar ecirlerinin çok olması için câmiye giderlerken küçük adım atarlardı. Eve dönerken değişik bir yoldan dönerlerdi ki, o yol da câmiye gidip geldiklerine şahitlik etsin.

 

CUMA NAMAZINA HAZIRLIK

İnananların bayram günleri olması sebebiyle Cuma namazına Perşembe gününden hazırlanmalıdır. Tırnaklar kesilmeli, tıraş olunması gerekli yerlerin tıraş edilme zamanı gelmişse, gereken yapılmalıdır. Perşembe akşamından Cuma gecesinin başladığını unutmamak gerekir. Yatsı namazını bilhassa câmide cemâatle kıldıktan sonra fuzûlî şeylerle meşgul olmadan abdestli bir şekilde erkence yatılmalıdır. Cuma geceleri çok kıymetli gecelerdir. Mutlaka teheccüde kalkılmalı, gece değerlendirilmeli ve sabah namazı câmide cemâatle kılınmalıdır.

Mümkünse işrâk namazı beklenilmeli ve kılınmalı, kuşluk namazı da vaktinde edâ edilmelidir.

Ayrıca Pazartesi ve Perşembe oruçlarına devam ederek Perşembe günleri oruçlu olmaya çalışılmalıdır. Zira bu günler haftalık amellerin Cenâb-ı Hak’ka arz olunduğu günlerdir.

Cuma namazının öneminin büyüklüğü sebebiyle mümkün olduğu kadar câmiye erken gitmelidir.

Kimi kardeşlerimiz Cuma namazı için câmiye gelmekte ancak câmiye hemen girmek yerine câminin bahçesinde oturmaktadırlar. Bu büyük bir mahrumiyettir. Bir an evvel câmiye girmeli, ibadetle meşgul olmalıdır. Câmide sadece oturmak bile ibadettir.

Cuma namazına hazırlıkta şu hususlara dikkat etmelidir:

Cuma namazı için özellikle gusül abdesti alarak erkence câmiye çıkmalıyız.

En güzel elbiselerimizi giymeli, çamaşırlarımızın temiz olmasına dikkat etmeliyiz.

Evimizde bulunan en güzel kokuyu sürünmeliyiz.

Mümkünse namaza yürüyerek gitmeliyiz. Bunda daha büyük ecir vardır.

Yolda giderken gereksiz şeylerle meşgul olmamalı, fuzûli şeyler konuşmamalı, bakışlarımıza sahip olmalı, gözümüzü haramdan korumalıyız.

Evden çıkınca imkân bulabilirsek sadaka vermeliyiz.

Dışarıda oyalanmadan hemen câmiye girmeli, saflardaki yerimizi almalı, daha önce gelenler olmuşsa onların omuzlarından atlayarak geçmemeliyiz.

Mümkün olduğu kadar ilerleyip en ön saflarda yerimizi almalıyız.

Yerimize oturmadan tahiyyetü’l-mescid kılmalı, ardından dua etmeliyiz.

Varsa va’zı dikkatlice dinlemeliyiz.

Va’z yoksa Kehf Sûresi’ni okumalı, ardından zaman kalırsa dua ve zikirle namaz vaktini beklemeliyiz.

Okunan ezanı dikkatlice dinlemeli, müezzine icabet etmeli sonunda ezan duasını okumalıyız.

Cuma namazının ilk sünnetini kılmalıyız.

İmamın okuduğu hutbeyi büyük bir dikkatle dinlemeli, bu arada asla konuşmamalı, kimse ile meşgul olmamalı hatta konuşana sus bile dememeliyiz.

Hutbe esnasında elbisemizle, seccademizle veya başka bir şeyle meşgul olmamalıyız.

Hutbe ile farz namaz arasında da konuşmamalıyız.

Namaza niyet ederken imama uyduğumuzu söylemeliyiz. Ayrıca, diğer namazlarda gerekmediği halde “Cuma namazının iki rekât farzına” diye rekât adedini de niyette söylemeliyiz.

Farzdan sonra duayı ihmal etmemeliyiz.

Son sünnet, zuhr-i âhir, vakit sünnetinden oluşan diğer namazlarımızı da kılıp, tesbihimizi de çekip câmiden öyle çıkmalıyız.

Uzun uzun dua etmeyi ganimet bilmeliyiz.

Câmiye erken gelmek ne kadar faziletse, geç çıkmak da o kadar fazilettir.

Cumanın ilk sünneti kılınırken imam hutbeye başlarsa vaciplere dikkat ederek çabukça namazı tamamlamalıdır.

Cuma namazına sonradan yetişen kişi, cemaatin yolu üzerinde bir yerde namaz kılıyorsa, imamın selâm vermesini beklemeden, “tahiyyâtı” okuduktan sonra kalkıp kaçırdığı rekâtı tamamlayabilir.

Namazdan sonra câmi içinde veya dışında cemaatin musâfaha etmeleri kimi hocalarımız tarafından bid’at olarak değerlendirilmektedir. Dostluk ve kardeşlik bağlarının günden güne zayıfladığı, insanların birbirinden uzaklaştığı günümüzde bu musâfahalaşmayı iyi niyetle yapanlar inşâAllâh mesul olmazlar diye düşünüyorum. Yine de en doğrusunu Allâhü Teâlâ bilir.

Anne baba ve âile efradımızın Cumalarını tebrik etmeli, büyüklerin ellerini öpüp dualarını almalıyız. Vefat edenlerin mümkün olursa kabirlerini ziyaret etmeli, mümkün olmazsa okuyacağımız Fatihâlarla onları hatırlamalıyız.

Telefonla da olsa uzakta olan akraba, dost ve arkadaşların Cuma günlerini tebrik etmeyi de alışkanlık haline getirmeliyiz.

 

TESBİH ÇEKME ÂDÂBI

Namaz kıldıktan sonra çekilen tesbih Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in ashabına tavsiyesidir. Fakir olan bazı müminler Efendimize gelerek kendilerinin maddi imkânları olmadığı için zengin kardeşleri gibi hayır ve hasenatta bulunamadıklarını söylerler. Peygamber Efendimiz de onlara her namazdan sonra otuz üç defa “sübhânallâh”, otuz üç defa “elhamdülillah”, otuz üç defa “Allâhü ekber” demeleri halinde zengin kardeşlerinin tasadduk ile elde ettikleri sevabı aynen elde edeceklerini müjde eder. İşte o günden beri bu ecri arzu eden Müslümanlar bu tesbihlere namazlarından sonra devam etmektedirler.

Bu tesbihlerin sayıları Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem tarafından tespit edildiği için sayıya dikkat etmelidir.

Bu tesbihleri elin parmaklarıyla çekmek en faziletli olanıdır. Zira Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem parmakları ile çekerlerdi.

Bu zikirlerin tesbihle çekilmesinde de hiçbir sakınca yoktur deriz. Zira Hz. Aişe annemizin bir ipe düğümler atarak onu tesbih gibi kullandığına, ashabın çakıl taşlarını sayarak çektikleri zikirlerin adedini tespit ettiklerine dair rivayetler vardır. Kimilerinin kullandığımız tesbihlere bid’attir demelerine itibar etmememiz gerekir. Bilhassa artan sayılarda, mesela bir kardeşimizin bin defa tevhit çekmek istemesi halinde bunu parmaklarla sayması çok zor olacaktır. Şu halde tesbih kullanmak yerine göre büyük kolaylıktır.

Câmilerde ve evlerimizde tesbihleri ayakaltına koymamak gerekir. Zira o, Allâh’ı zikretmemize vesile olmakta ve bu mübarek vesile için vasıta olmaktadır. Saygı duymalı, tesbihlerimizi ayak basılmayacak yerlere koymalıyız. Bilerek asla üzerine basmamalıyız. Üzerine basılması muhtemel yerlerden tesbihleri kaldırmalıyız.

Bazı kardeşlerimiz câmide kardeşlerine tesbihi atarak vermekte veya tesbihi çektikten sonra kenara atmaktadırlar. Bu durum da saygıda noksanlıktır. Tesbihi elden ele vermeli, kullandıktan sonra edeplice yerine koymalıdır.

Cemaatin geçecekleri yerlere, saf ortalarına koymamalıdır ki, kimse görmeden onun üzerine basmasın.

Tesbihe başlarken okuduğumuz Ayetü’l-Kürsî’yi tesbihimize değil de kendi vücudumuza üflemeliyiz. Hatta okuduklarımızı avucumuza üflemeli, vücudumuzu avucumuzla mesh etmeliyiz. Sünnete uygun olanı budur.

Zamanımız müsait ise, tesbihleri çekmeden bir Fatiha Sûresi, bir Ayetü’l-Kürsî, on Ihlâs Sûresi, bir Felâk Sûresi bir de Nâs Sûresi okumalıyız.

Cebimizde taşıdığımız tesbihimize de saygı duymalı, onu elimizde oyuncak etmemeli, sağ cebimizde taşımalıyız.

Tesbih çekerken sağ elle çekmeli, tesbihimizi bacaklarımızın arasında değil de kaldırarak veya hiç olmazsa dizimizin önünde tutarak çekmeliyiz.

Tesbihi boyuna takarak taşımak sakıncalı değilse de, hoş karşılanmamıştır.

Tesbih taşımak şart değilse de, yerine göre bizim İslâmî kimliğimizin işaretidir.

 

CÂMİDE KAZA NAMAZI KILMAK

Namaz geçirmek çok büyük bir günah, çok ağır bir vebal olduğu için bir müminin meşru bir mazereti olmadan, bilerek namaz geçirmesi asla düşünülemez. Ancak her ne olursa olsun geçirilen namazlar kaza edilmelidir. Bilhassa son zamanlarda yaygınlaştırılmaya çalışılan, bilerek geçirilen namazlar kaza edilmez görüşüne asla itibar etmemeli, geçirdiğimiz namazlar varsa, Rabbimiz kabul buyurur ümidiyle ve duasıyla hepsini mutlaka kaza etmeliyiz.

Ancak, namaz geçirmek büyük bir günah, çirkin bir ayıp olduğu için, vaktiyle namaz geçirdiğini herkese ilân edercesine câmide, mescidde veya toplum içerisinde namaz kaza etmek mekruh sayılmıştır. Bu bir ayıptır ve bu ayıbı gizlice telâfi etmelidir denilmiştir.

Şu halde mümkünse geçirdiğimiz namazlarımızı evlerimizde kaza etmeliyiz.

Her namazdan sonra bir kaza kılmayı âdet edinen kardeşlerimizin, câmide kaza kılacaklarsa, hiç olmazsa câminin tenha bir yerine, kimsenin görmeyeceği bir köşesine çekilmeleri tavsiye olunur.

Yahut başkalarının diğer namazları kıldıkları zamanlarda, belli etmeden kaza kılmalıdırlar. Bu konuda âlimlerimiz o kadar hassas davranmışlardır ki, cemaat içerisinde kaza kılanlar, kıldıkları namazın kaza namazı olduğu bilinmemesi için, vitir kaza ederlerken üçüncü rekâttaki kunut tekbirini almamaları, bunun yerine selâm verdikten sonra sehiv secdesi yapmaları tavsiye olunmuştur. Çünkü İslâm, namaz geçirerek bir büyük günah işlese de inananların mânevî şahsiyetlerinin korunmasına büyük özen gösterir. Bu gerçeği bilen âlimlerimiz, onu korumak ve töhmet altında koymamak için böyle tavsiyede bulunmuşlardır.

Sünnet namazlar yerine kaza namazı kılınmalıdır diyenlerin de sözlerine Hanefî Mezhebi’nden olanlar itibar etmemelidir. Bu sünnet namazlar bize Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’den hatıra ve tavsiyedir. Sünnet namazları kılmalı, ayrıca kaza namazlarımız varsa onları da mutlaka edâ etmeliyiz. Onlar Rabbimize karşı borçlarımızdır. Farzların kazası elbette sünnetlerin kılınmasından daha önemlidir. Dengeli ve disiplinli bir hayat neticesi hem sünnetler kılınır hem de kaza namazları edâ edilir.

Bir namazda asla iki niyet de olmaz. Sünnetleri kılarken hem sünnete hem de kazaya niyet edin diyenlere de itibar etmeyiniz.

Bilindiği gibi kaza kılınırken sünnetler kaza edilmez. Sadece farzlarla vitir namazları kaza edilir. Ancak sabah namazının sünneti, geçirildiği gün, kuşluk vaktinde kılınırken, farzla birlikte kılınır. Zira her ne kadar güneş doğmuş, asıl vakit geçmişse de, öğle vakti henüz girmemiştir.

Kaza namazı kılacak kardeşlerimiz konunun teferruatını ilmihâl kitaplarımızdan veya hocalarına sorarak öğrenmelidirler.

 

ÖĞLE VE YATSI NAMAZININ SON SÜNNETİNİ DÖRT KILMAK

Öğle ve yatsı namazlarının iki rekât kıldığımız son sünnetlerini dört olarak kılabiliriz. Bunun büyük ecri vardır.

Bu namazların dört kılınması durumunda, gayr-ı müekked sünnetler gibi kılınır. Yani ilk oturuşta “tahiyyattan” sonra salât ü selâmlar “salli ve bârik” okunur ve üçüncü rekâta kalkınca “sübhâneke” ile başlanır.

Konumuzla ilgili hadis-i şeriflerde Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadırlar:

“Kim öğle namazının farzından önce dört rekât, sonra dört rekât kılacak olursa Allâhü Teâlâ onu cehenneme haram kılar!”[1]

“Kim yatsı namazından sonra mescidden çıkmadan dört rekât namaz kılacak olursa, o namazı kadir gecesinde kılmış gibi ecir alır!”[2]

Hemen hemen bütün fıkıh kitaplarında bu konuda geniş bilgi vardır. Kıldığımız iki rekât son sünnetleri dörde tamamlamakla bu ecri biz de alabiliriz.

Ayrıca akşam namazının son sünneti de dörde tamamlanabilir.

 

RÜKÛDAN SONRA SÖYLENECEK HAMDLER

Rükûdan kalktıktan sonra “Allâhümme Rabbenâ ve leke’l-hamd” dedikten sonra, “hamden kesîran tayyiben mübâraken fîh” diyebilir, “Kemâ yembeğî li celâli vechike ve li azîmi sültânike” diye ilâve edebiliriz.

Abdullah b. Ömer Radıyallâhü Anhüma şöyle buyurmuşlardır:

“Bize Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem namaz kıldırmışlardı. Başını rükûdan kaldırırken “semi’allâhü limen hamideh” dediler. Namaz kılanlardan biri “Rabbenâ ve leke’l-hamd, hamden kesîran tayyiben mübâraken fîh” diye ilâve etti. Nebî Sallâllahü Aleyhi ve Sellem (namazdan sonra) dört defa “bu sözlerin sahibi kim?” diye sordular. (O kişi yanlış bir şey yaptığını zannederek ortaya çıkmaya cesaret edemiyordu). Nihayet “Benim Yâ Rasûlullah” dedi. Peygamber Efendimiz buyurdular ki: Beni hak dinle gönderen Allâh’a yemin ederim ki, otuzdan fazla meleği bu hamdin sevabını önce ben yazacağım, Rabbimin huzuruna ben götüreceğim diye aralarında yarışırlarken gördüm.”[3]

Yine Abdullah b. Ömer Radıyallâhü Anhüma Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in onlara şöyle bir hadiseyi anlattığını aktarır:

“Allâh’ın kullarından bir kul, “Yâ Rabbî leke’l-hamd kemâ yembeğî li celâli vechike ve li azîmi sültânike” diye hamdetti. Kulun bu hamdinin sevabını yazmak iki meleğe çok ağır geldi. Nasıl yazacaklarını bilemediler ve “Yâ Rabbî! Şu kulun bir söz söyledi, sevabını nasıl yazacağımızı bilemedik” dediler. Allâhü Teâlâ kulunun ne söylediğini bildiği halde “kulum ne söyledi” diye sordu. Melekler: “Yâ Rabbî leke’l-hamd kemâ yembeğî li celâli vechike ve li azîmi sültânike” dedi, diye cevap verdiler. Cenâb-ı Hak buyurdular ki: “kulumun ne söylediğini aynen yazın ve mahşer günü vermek üzere sevabını bana bırakın.”[4]

Namazda rükûdan kalktıktan sonra “semi’allâhü limen hamideh” dedikten sonra şöyle diyebiliriz: “Allâhümme Rabbenâ ve leke’l-hamd, hamden kesîran tayyiben mübâraken fîh, kemâ yembeğî li celâli vechike ve li azîmi sültânike”. (“Azîm” kelimesindeki “z” harfi, keskin ya da peltek “ze” harfi değil, “Tı” harfinden sonra gelen “Zı” (ظ) harfidir).

“Rabbenâ leke’l-hamd” derken, baş kısmına “Allâhümme” diye ilâve etmek de uygundur. Zira kelime ve harf arttıkça sevap da artar.

 

EZAN DİNLEME ÂDÂBI

Ezan, İslâm’ın en önemli şiârlarından biridir. Bir beldenin İslâm beldesi olduğunun işaretidir. Müslümanlara Allâh’ın emri olan namaz vaktinin geldiğini hatırlatır ve onları Allâh’ın evine, câmi ve mescidlere çağırır. Tevhid dini olan İslâm’ın esaslarının günde beş defa âleme ilânı demektir.

Ezana saygı imandandır. Ezan başladı mı mümkünse her şeyi hatta Kur’an-ı Kerim okumayı bile bırakmalı ve ezanı dinlemelidir.

Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem ezanı dinlerken müezzine icabet etmemizi, onu takip ederek onun söylediklerini tekrar etmemizi istemişlerdir.

Ezanı şöyle takip etmeliyiz.

Müezzin “Allâhu Ekber” diye tekbirleri alınca aynen onunla birlikte bu tekbirleri tekrar etmeli, “Eşhedü ellâ ilâhe illallâh” ve “Eşhedü enne Muhammede’r-Rasûlullah deyince, biz de aynen söylemeliyiz.

“Hayye ale’s-salâh” ve “hayye ale’l-felâh” dediği zaman biz, aynen tekrar etmeyip “lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” deriz.

Devamındaki tekbirleri alınca yine aynen tekbir alır ve “lâ ilâhe illallâh” dediği zaman aynını söyleriz.

Sabah namazının ezanında “essalâtü hayru’m-mine’n-nevm” dediği zamanda ise “sadakte ve berirte” diyerek veya “mâşâAllâhü kân, vemâ lem yeşe’ lem yekün” diye cevapta buluruz.

Ezan bitince Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’e salât ve selâm getirir, arkasından ezan duasını okuruz. Ezan duası şudur:

“Allâhümme Rabbe hâzîhi’d-da’veti’t-tâmmeti, ve’s-salâti’l-kâimeti, âti Seyyidenâ Muhammedeni’l-vesîlete ve’l-fadîlete ve’d-deracete’r-rafî’ate, veb’ashü mekâmen Mahmûdeni’l-lezî ve’adteh. İnneke lâ tühlifü’l-mîâd.”

Bu dua içerisinde geçen vesile makamını kendisi için isteyene Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Selem: “Ona şefâatim helal olur!” yani ona şefâat ederim buyurmuşlardır.

Müezzinin okuduğu ezanı aynen yukarıda izah ettiğimiz gibi tekrar edenler için de, “o mutlaka cennete girer!” buyurmuşlardır.

Bu duadan sonra şu ikrarların ilâve edilmesi de hadis-i şeriflerde tavsiye edilmiştir.

“Ve ene eşhedü ellâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, ve enne seyyidena Muhammeden abdühû ve Rasûlühu. Radıytü bi’llâhi Rabben, ve bi’l-İslâmi dinen ve bi Muhammedin Sallâllahü Aleyhi ve Selleme Rasûlen”. Bu ilâveyi yapanların da geçmiş günahları affedilir diye müjde edilmiştir.

Ayrıca ezan bittikten sonra yapılacak duanın kabul olunacağı da, Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem tarafından haber verilmiştir.

Ezan dinlerken Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in istediği gibi takip etmeyip, müezzin ezanı bitireceği zaman en sonda “lâ ilâhe illallâh” diyeceğinde, cemaatin sesli olarak müezzinin öncesinde sadece “lâ ilâhe illallâh” demeleri katiyetle doğru olmayan, Peygamber Efendimizin uygulama ve emrine ters olan bir durumdur. Önüne geçilemeyen bu yanlış uygulamayı bizim kaldırmamız gerekir.

Ezan okunmaya başladığı zaman bazı kişilerin söyledikleri “Aziz Allâh” sözünün de sünnette olmadığını görüyoruz. Şu halde bid’attir denilebilir. Ancak Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem şehadetler okunduğu zaman “ben de, ben de” buyurarak da müezzinine iştirak eder ve onu tasdik ederlerdi.

 

KIBLEYE KARŞI SAYGI

İslâm edep dinidir. Efendimiz: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” buyurmaktadırlar. On dört asırlık İslâm tarihi, Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’den başlayarak ashâb-ı kiram ve salih selefimizin güzel ahlâk örnekleriyle doludur. Peygamber Efendimiz’in “İnsanlar en çok Allâh korkusu ve güzel ahlâk ile cennete girerler!” buyurmaları sebebiyle konuyla ilgili olarak birçok eser meydana getirilmiş, ahlâk konusu özel bir konu olmuştur.

Bu güzel ahlâkın içinde kıbleye karşı tükürmemek de önemli bir yer almış, bu çirkin davranışta bulunanlar çok ayıplanmışlardır.

Bu ayıplamanın kaynağı Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Selem Efendimizin tembih ve ikazlarıdır. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi: “Sizden biriniz namaz kıldığı zaman Allâh Azze ve Celle onun karşısındadır, o kişi Allâhü Zü’l-Celâl’in huzurundadır, karşı tarafa tükürmesin!” buyurmuşlardır. Namazda karşı taraf kıbledir. Kâbe-i Muazzama İslâm’ın en önemli şiârlarından biridir. Kâbe-i Muazzama’ya ve kıble tarafına saygı imanın gereğidir.

Bir zat bir topluluğa imamlık yapmıştı. Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem de gördüğü halde o kişi, namazdan sonra kıbleye karşı tükürdü. O zat namazı bitirdikten sonra Efendimiz buyurdular ki: “Bu kişi bir daha imamlık yapmasın.” O kişi daha sonra o cemaate tekrar imamlık yapmak istedi. Arkadaşları Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in sözünü hatırlatarak onu imamlıktan menettiler. O adam bu durumu Efendimize sordular. O da: “Evet” buyurdular ve o kişinin imamlık yapmamasını bizzat kendilerinin istediğini ifade ettiler. Hadiseyi aktaran kişi diyor ki: Herhalde Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem o kişiye “Allâh ve Rasûlüne ezâ ettin” buyurdular. Benzer bir hadisede de “Allâh ve meleklerine ezâ ettin” buyurmuşlardır.

Çok uzak mesafelerden gelerek hadis almak istediği zatın evine çok yaklaşan bir muhaddisin, hadis almak istediği kişi kıbleye karşı tükürünce hadisini almaktan vazgeçtiği ve “böyle çirkin bir işi yapanın rivayeti alınmaz” dediği büyüklerimizin anlattığı misallerdendir.

Kıbleye karşı tükürmek böyle çirkin bir davranış olunca, kıbleye karşı ayak uzatmayı da salih selefimiz uygun görmemişler, bundan sakınılmasını istemişlerdir. Salih selefimiz nasıl misafirin, büyüklerin, anne ve babanın, âlimlerin huzurunda ayakları uzatarak oturmak hoş değilse, edebe uygun değilse, Allâh’ın Beytinin bulunduğu tarafa, kıbleye doğru tükürmek ve ayak uzatmak da doğru değildir, demişlerdir.

Tuvalette, banyoda veya diğer yerlerde ihtiyaç giderirken ya da yıkanırken ön ve arka taraflarımızın kıbleye gelmemesine dikkat etmemiz gerektiği de hepimizin bildiği bir saygı kuralıdır.

RASÛLULLAH Sallâllahü Aleyhi ve Sellem EFENDİMİZİN NAMAZLARDAN SONRA OKUDUĞU BAZI DUALAR

Allâh’ümme e’innî alâ zikrike ve şükrike ve husni ‘ibâdetike.

Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr. Allâhümme lâ mâni’a limâ a’tayte, velâ mu’tıye limâ mena’te, (velâ râdde limâ gadayte), velâ yenfe’u ze’l-ceddi minke’l-ceddü.

Allâhümme innî es’elüke fi’le’l hayrât, ve terke’l münkerât, ve hubbe’l-mesâkîn, ve izâ eradte bi ‘ibâdike fitneten fakbidnî ileyke ğayra meftûnin.

Allâhümme innî e’ûzü bi rıdâke min sahatike, ve bi mu’âfâtike min ‘ukûbetike, ve e’ûzü bike minke, lâ uhsî senâen aleyke, ente kemâ esneyte alâ nefsike.

 

Sabah, ikindi ve akşam namazlarının farzından hemen sonra on defa:

Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerike leh. Lehü’l-mülk. Ve lehü’l-hamd. Yuhyî ve yümît. (Ve hüve hayyün lâ yemût). Bi yedihi’l-hayr. Ve hüve alâ külli şey’in kadîr.

 

Sabah namazından sonra yedi defa:

Allâhümme ecirnî mine’n-nâr.

 

Sabah ve ikindi namazlarından sonra üçer defa:

Estağfirullâhellezî lâ ilâhe illâ Hû. El Hayye’l-Kayyûme ve etûbü ileyh.

 

Sabah namazından sonra üç defa:

Sübhânallâhilazîm ve bi hamdihî.

Bu duâları, âyet olmadıkları için böyle Türkçe harflerle yazdık. Aslında Arapça olan bu duâların harflerinin bu şekilde hakkını vermek, hakkıyla telaffuz etmek mümkün değildir. Onun için kardeşlerimizin bu duâları Arapça asıllarından öğrenip okumalarını tavsiye ederiz. Bir de elbette öğrenmemiz gereken başka daha çok duâ vardır. Onları da ihmal etmemeliyiz.

 

SON SÖZ

Câmiler ve mescidler, mukaddimede de söylediğimiz gibi Allâh’ın evleridir, mübarek mekânlardır, kudsî yerlerdir. Câmi ve mescidlere gereken saygıyı göstermek iman işaretidir. Bu mübarek mekânlar, genellikle Allâhü Teâlâ’nın rızası için vakfedilmiş yerlerdir. Buralarda kimsenin mülkiyet hakkı kalmaz, tamamen Cenâb-ı Hakk’kın mülkü hükmünde olur.

Herhangi bir vakfın, vakıf haline gelebilmesi için usulüne göre resmen tescil edilmesi gerekir. Ancak bundan câmi ve mescidler, kabristanlar ve vasiyet suretiyle olan vakıflar müstesnadır. Câmi veya mescid olarak inşa olunan bir yer Müslümanlarca namaz kılınmaya başlanıp ibadet edilmeye devam edilince vakfedilmiş bir ibadethane haline gelir.

Bu kudsî yerlere saygıda kusur etmemelidir.

Câmi ve mescidlerin imarı hem onları inşa etmekle, hem de cemâate devam edip içini doldurmakla olur. Câmi ve mescidleri mamur edenlerin ahiretleri de mamur olur. Cennete girip cemâl görmek bütün inananların en ulvî gayesidir.

Şayet bu ulvî gayenin elde edilebilmesine yardımcı olabilmek için, azıcık da olsa katkıda bulunabilmişsem, benim için en büyük bahtiyarlıktır. Kardeşlerimin duâlarını istirham eder, bütün kardeşlerime Yüce Rabbimden iki cihan saâdeti niyaz ederim.

Allâh bütün inananlardan razı olsun.

Dr. Abdurrahman BÜYÜKKÖRÜKÇÜ

08.01.2009 – KONYA

 

Rabbimizin rızasını arzu ederek yazdığımız bu küçük risale inşâAllâh kardeşlerimiz için faydalı olur. Okuduktan sonra bir kenara koymamanızı, bir başka kardeşimize vererek onun da faydalanmasını temin etmenizi rica ediyor, dualarınızı bekliyoruz.

 

[1] Tirmizî, Ebvâbü’s-Salât, 317; 2/292 Hadis no: 426, 427, 428; Ebû Davûd, Salât, 296; 2/52 Hadis no: 1269;

İbn-i Mâce, İkametü’s-Salât, 108; 1/367; Hadis no: 1160.

[2] Müsnedü’l-İmami’l-A’zam, 114. 175/99; Fethü’l-Kadîr, 1/315; el-Hidâye, 1/66.

[3] Müsnedü’l-İmami’l-A’zam, 114. 105/27.

[4] et-Terğîbü ve’t-Terhîb, 2/440.

Paylaşabilirsiniz...