Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)
40 HADİS
40 HADİS
1
اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ قُلْنَا: لِمَنْ )يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟( قَالَ: لِلَّهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِ وَلأئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ
(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.
Müslim, İmân, 95.
2
اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُق
İslâm, güzel ahlâktır.
Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.
3
مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ
İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16. (daha&helliip;)
Esmâü’n-Nebi

Allah Resulü’nün Çok Boyutlu İklimi: Esmâü’n-Nebi
Mehmet Nezir GÜL
Esmâ
Canlı cansız her bir nesnenin, varlığın bir ismi vardır. Allâhu Teâlâ, Hz. Âdem’i yarattıktan sonra ona, eşyaların, çevresindeki varlıkların isimlerini ve insana has bir eylem olarak konuşmayı öğretmiştir.[1] O günden itibaren insanlar konuşmuş, eşyaya, insanlara ve hatta hayvanlara bile sayısız isim vermiştir.
Bizler birbirimizi isimlerimizle, bazen de sıfat ve unvanlarımızla çağırırız.
İsimlerimizin olduğu veya anıldığı yerlere kulak kabartırız.
Bir metinde ismimiz varsa daha ilgili oluruz. Dikkatimizi ister istemez oraya yoğunlaştırırız.
Bizimle aynı ismi paylaşan birinin yaptığı güzel bir hareketten kendimize bir pay çıkarırız. Bazen de tersine, bizimle aynı adı taşıyan birinden dolayı, adeta gizli bir utanç ve suçluluk duyarız.
Güzel ve anlamlı bir isme sahip biriyle karşılaşınca, ismi bizde olumlu bir etki bırakır. Anlamı bozuk, yanlış veya anlamsız bir isimle karşılaştığımızda ister istemez bundan olumsuz etkileniriz.
Evet, isimler her halükarda, bir şekilde bizi etkilemektedir. (daha&helliip;)
Efendimiz (sav)’in Mübarek isimleri
Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek isimleri
Abdullah: Allah’ın kulu.
Âbid: Kulluk eden, ibadet eden.
Âdil: Adaletli, doğru, doğruluktan, haktan ayrılmayan.
Ahmed: En çok övülmüş, sevilmiş.
Ahsen: En güzel.
Alî: Çok yüce.
Âlim: Bilgin, bilen.
Allâme: Çok bilgili.
Âmil: İşleyici; iş ve hareket adamı.
Aziz: Çok yüce, çok şerefli.
Beşîr: Müjdeleyici.
Burhan: Sağlam delil.
(daha&helliip;)
Şemâil’ün-Nebi
Hz. Peygamber’in Şemaili
Şemail, kelime yapısı bakımından ‘şimal’in çoğuludur. Arapça’da, bu kökten türeyen kelimelerin birbirinden farklı, hatta birbirine zıt değişik manaları vardır. Bu nüanslardan birisi de; huy, tabiat, karakter, hal ve hareket, tavır ve davranış anlamıdır. Şimal‘in bu manalarda kullanılan nüansının çoğulu şemail kalıbı ile kullanılmaktadır.
İslam alimler, kelimeyi bu geniş lügat manalarından alıp, bir şahsın hayat hikayesini, yani biyografisini anlatan bir terim haline getirmişlerdir. Kelime zamanla daha da özelleştirilerek, sadece “Hz Peygamber’in beşerî yönünü, yaşama üslubunu ve şahsi hayatını anlatan” bir terim hüviyetine büründürülmüştür.
Şemail’in müstakil bir dal olarak ortaya çıkışı, h. III. asrın ikinci yarısı (m. IX. asır) sonlarına doğrudur. Şemail kelimesini ilk defa kullanan ve onu sistemleştirip muhtevasını tayin eden İslam aliminin Tirmizî olduğu bilinmektedir. Nitekim gerek ondan önceki dönemde, gerek çağdaşı muhaddis ve tarihçiler arasında bu tabiri kullanan bir başka isme rastlanmamaktadır.
Tirmizî’nin “Kitab’üş-Şemail” adlı eseri, 55 bölüm (bab) ve bir hatimeden oluşmaktadır. Tirmizî’nin Şemail’i, üzerinde en çok şerh, haşiye, talik ve tercüme çalışması yapılan klasik eserlerin ilk sıralarında yer almaktadır. Şemail nevine Tirmizî ile başlayan katkılar, ondan sonraki İslam alimlerince de devam ettirilmiştir. (daha&helliip;)
Kaside-i Bürde
Kaside-i Bürdenin Hikayesi
Büyük bir şair ve edib olan Muhammed İbn Said el-Busirî Hazretleri (ö: 1295m./İskenderiye) bir gün evine giderken, yaşlı bir zat önüne çıkarak sorar:
– Ey Busirî! Bu gece Rasulullah’ı rüyanda gördün mü?
– Hayır, görmedim.
İhtiyar, başka bir şey demeden uzaklaşır. Busirî’nin gönlünde ise, o andan itibaren müthiş bir şekilde Peygamber aşkı ve muhabbeti yerleşir.
İşte o gece rüyasında Rasul-i Ekrem (A.S.)’i görür. Uyanınca, içinin neşe ve huzurla dolup taştığını fark eder. Bunun üzerine Rasulullah’ı metheden birçok kaside yazar.
Bir zaman sonra, şairin vücudunun yarısı felç olur. Artık yürümekten acizdir. Nihayet, Peygamber’e olan sevgisini dile getirdiği 161 beyitlik muhteşem kasidesini yazarak, bunun hürmetine Yüce Allah’tan şifa diler. Kaside-i Bürde adıyla meşhur bu şiiri bitirdiği gece, Peygamber Aleyhisselâm’ı rüyasında görür ve kasidesini huzurunda okur. Allah Rasulü bundan memnun kalarak, mübarek elleriyle Busirî’nin felçli azalarını sıvazlar, bürdesini (hırka-i şerifini) de ona giydiriverir. Busirî Hazretleri uyanınca, hastalıktan şifa bulduğunu görür ve hayretle Allah’a şükreder. (daha&helliip;)
Mevlid-i Şerif
Mevlid-i Şerif
SÜLEYMAN ÇELEBİ VE ESERİ
Mevlid-i Şerîf, 1351’de doğduğu tahmin edilen Süleyman Çelebi’nin yazmış olduğu ve Hz. Peygamber’in hayatını safha safha anlatan “Vesîletü’n necât” (Kurtuluş Vesîlesi) adını verdiği manzum bir eserdir.
Rivayete göre Süleyman Çelebi, Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in diğer peygamberlerden farkı olmadığı şeklindeki bazı vaizlerin ifadelerine içerleyerek, O’nun üstünlüğü ve O’na duyulan sevgiyi en güzel şekilde anlatabilmek için bu eseri yazmıştır. Mübarek gecelerde, doğumlarda, düğünlerde, çeşitli merasimlerde tevşihlerle ve Kur’ân tilavetleriyle süslenerek musiki nağmeleriyle okunması güzel bir âdet olarak yerleşmiştir. Mevlid-i Şerîf bestelenmiş ve bestesi de uzun bir müddet okunmuş olmakla birlikte irticalen, her defasında farklı güzelliklerde okunması daha cazip olduğundan belli bir süre sonra bu beste unutulmuştur. Tahminen o beste de icra edilen makamlardan oluşmaktaydı. (daha&helliip;)
40 Hadis-i Şerif Tasavvufî Şerhi
Sadreddin Konevi (ks) Hazretlerinden
40 Hadis-i Şerif’in Tasavvufî Şerhi
Mukaddime
Allah’a hamd olsun..
Ki O, zâtı ile zâtında ve zâtı için esma ve sıfat tecellileriyle tecelli eder.
Ve O, sıfatının çokluğu ile, zâtının birliğinde zâhir olur.
Sonra O nimetlerinin ve iyiliklerinin zuhur yerlerinde isim ve sıfatlarının gömleklerine bürünür de görünür.
Yine O, öyle bir zattır ki, kendi kendini gizlemiştir ve saklanmıştır.
“Nerede?” derseniz; deriz ki, “Gayb hali tekliğinde… hem de şanına yakışan bir gizlilikle.”
Delilini isterseniz; işte O’nun kavli:
“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim. Halkı, bilinmem için yarattım… “
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İ (S.A.V.) SEVMENİN 11 ALAMETİ
1) Rasulullah (s.a.v)’e uymak , O’nun (s.a.v.) sünnetini işlemek, söz ve fiillerine tabi olmak, emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak, güçlük içinde olsun kolaylık içinde olsun, kızmış halinde olsun kızmamış halinde olsun, O ‘nun (s.a.v.) edepleriyle edeplenmektir. Bunun şahidi ise Allahu Teala’nın Kurandaki şu ayetidir:
“Habibim de ki: Eğer ALLAH’ı seviyorsanız bana uyunuz ki; ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ALLAH son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Ali İmran Suresi 31. Ayet) (daha&helliip;)
Nâme-i Saâdet
Peygamberimiz (Sav)’in Tebliğ Mektupları
Hz. Muhammed (sav)’in çeşitli ülkelerin krallarına ve bazı eyaletlerin valilerine yazdığı tebliğ mektuplarından bir kısmının orijinalleri günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Hükümdarların ve halklarının en güzel ve hikmetli şekilde hak dini yaşamaya davet edildiği bu mektuplar, Peygamber Efendimiz (sav)’in üstün ahlakının, bağışlayıcılığının, hoşgörüsünün ve tebliğ gücünün tarihi örneklerindendir.
Yüce Allah’ın, Kuran-ı Kerim’de “Alemlere Rahmet” olduğunu bildirdiği Peygamber Efendimiz (sav), kendisine bu şerefli görev vahyedildiği ilk andan yaşamını yitirdiği ana kadar Rabbimiz’in dinini tebliğ etmiştir. Hz. Muhammed (sav)’in bu tebliğleri sırasında izlediği yöntemlerden en etkili olanlardan biri ise şüphesiz çeşitli ülkelerin hükümdarlarına yolladığı mektuplar olmuştur. Bu mektuplardaki hikmetli, etkileyici ve ılımlı üslup, pek çok kişinin hak din İslam’ı tanıyıp kabul etmelerine vesile olmuştur. Kuşkusuz Peygamberimiz (sav)’in tebliğindeki bu hikmetli üslup tüm Müslümanlar için bir örnektir. (daha&helliip;)
KUTSAL EMANETLER
Milletimiz, asırlardır Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’e derin bir muhabbet beslemiş, ona duyulan aşk büyük bir sevgi atmosferi oluşturmuştur. Öyle ki, bu sevgi onun şahsıyla sınırlı kalmamış, onun yakınlarına, yaşadığı yerlere ve kullandığı eşyalara kadar bu sevgi geniş tutulmuştur.
Hz. Peygamber’in eşyası, vefatından sonra dört halife ve ashab tarafından teberruken muhafaza edilmiş, sonra Emevî ve Abbasî ileri gelenleri, Hz. Peygamberden, dört halifeden ve diğer İslam büyüklerinden kalan hatıraları büyük bir özenle korumuşlardır.İşte Hz. Peygamber’in aziz hatırası olarak korunan bu eşyalara Mukaddes emanetler (Emanat-ı Mukaddese) denmiş ve bunların manevî değerinin çok büyük olduğuna inanılagelmiştir. (daha&helliip;)
Delailü’l Hayrat
En güzel senâlar Efendimiz (s.a.s.) içindir
Asırlardır mü’minlerce okunan Delâil-i Hayrat, adeta bir salavat-ı şerife deryası gibidir. Onun yazılış hikayesi ise çok ilginç bir hikayeye dayanıyor.
Muhammed Süleyman el-Cezûlî Hazretleri günün birinde yolculuk esnasında abdest tazelemek ihtiyacı hissetti. Fakat yanında su yoktu, etrafta da ne bir dere, ne de bir su kaynağı görünüyordu. Şöyle kısa bir araştırma sonunda bir su kuyusu buldu. Fakat kuyudan su çekmek için ne bir kova, ne de bir ip vardı. Ne yapacağını bilemedi, durdu.
Nasıl yapayım da bu kuyudan suyu çıkarayım diye çare düşünürken, civardaki evlerden birinin önünde kendisine bakmakta olan bir kız çocuğu gördü. Hemen ona hâlini arz ederek bir kova ile ip getirmesini istedi. Evinin önünde bekleyen kız çocuğu, çaresiz bir şekilde kuyunun başında bekleyen bu yaşlı pir-i fâniye kim olduğunu sordu. Zamanın kıymetli âlimlerinden olan Muhammed el-Cezûlî Hazretleri kendisini tanıtınca kız çocuğu hayretle: “Bütün insanlar sizin ilminizden istifade eder, bir müşkülü olduğu zaman sizden yardım beklerken, siz kuyudan bir kova su çıkarmaktan aciz kalmışsınız!” dedi. Bunun üzerine, “Evladım hiç kuyudan ipsiz, kovasız su çıkarılır mı, bu nasıl olur?” deyince, kız çocuğu kuyunun başına gelip, bazı şeyler okuyarak kuyunun içine üflemeye başladı. (daha&helliip;)
Hadis-i Şerifler
HZ. PEYGAMBER DEVRİ KRONOLOJİSİ
Mekke Dönemi (daha&helliip;)
Peygamberimizin (s.a.v.) Ecdâd-ı Âlîsi (Dedeleri)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam, Hz. İbrahim aleyhimesselâm’ın büyük oğlu Hz. İsmail aleyhimesselâm’ın neslindendir. Soyu Adnan’a kadar kesin olarak bellidir. Efendimizin Adnan’dan gelen kesintisiz bilinen nesebi sırasıyla şöyledir:
- Adnân
- Ma’âd
- Nizâr
- Mudar
- İlyâs
- Müdrike
- Huzeyme
- Kinâne
- Nadr
- Mâlik
- Kureyş (Fihr)
- Gâlib
- Lüey
- Kâ’b
- Mürre
- Kîlâb
- Kusay
- Abdümenâf
- Hâşim
- Abdülmuttalib (Dedesi)
- Abdullah (Babası)
Peygamber Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir nesep zinciridir. Bir hadisi şerifte Resulü Ekrem Efendimiz:
“Ben nesilden nesle seçilerek intikal eden Adem oğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum Hâşim Oğulları ailesinden neşet ettim” (Buhari) buyurmuştur.
Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme işi şöyle anlatılmıştır:
“Allah, Hz İbrahim’in oğullarından Hz. İsmail’i, İsmail oğlularından Kinâne oğullarını, Kinâne oğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşim oğullarını, Hâşim oğullarından da beni seçmiştir.” (Tirmizi)














