Yard. Doç. Dr. Mehmet Şanver
Çocuk, gelişmekte olan ve ailesinin yardım ve desteğine muhtaç olan bir varlıktır. Bu ihtiyaç birçok boyutu içermektedir: Beslenme, korunma, denetim ve gözetim, eğitim… (Terbiye kavramı, aslında bütün bu anlamları içeren bir kavramdır ve bu bakımdan “terbiye”nin eğitim kavramından daha geniş bir kapsama sahip olduğu söylenebilir.) Özellikle okul öncesi dönem, ailenin ve ebeveynin çocuk üzerinde en etkili olduğu dönemdir. Aile, çocuğun eğitiminde ve gelişiminde ilk ve en temel kurumdur. Anne-babanın yaşayışı, telkinleri, model davranışları, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişiminde olduğu kadar; hayata bakışında, dinî gelişiminde, milli, dinî ve toplumsal değerleri kazanmasında ve olayları değerlendirmesinde de birincil derecede önemlidir.
İbadethaneler (cami ve mescitler) ise, hayatımızın önemli bir parçasıdır ve tarih boyunca sosyal hayatımızın önemli bir unsuru olmuş ve pek çok işlev görmüştür. Camiler, dinî, ilmi, siyasi ve askerî pek çok faaliyetlerde hayatın merkezinde yer almıştır. Ancak sosyal hayatın gelişmesi ve kurumların çeşitlenerek işlerin bir kısmının bu kurumlara kayması sonucu, camilerin fonksiyonlarında bir daralma olmuştur. Bununla birlikte, camiler yine de toplum için önemli bir mekân olarak işlevini sürdürmeye devam etmektedir. Özellikle insanların dinî eğitimlerinde, toplumun dinî konularda aydınlanmasını sağlamada ve birlik beraberlik ruhunun korunması, sürdürülmesi ve pekiştirilmesinde camiler önemli bir işlev görmektedir. Bu açıdan camilerin çocuklar tarafından tanınması, bilinmesi ve sevilmesi çok önemlidir
Çocuğun dinî mekânları ve camileri tanıması, büyük ölçüde ailenin camilerle olan ilgisine ve irtibatına bağlıdır. Günlük hayatında ibadetlerini yapan, yapmaya çalışan ve camilerle yakın bir ilgi içerisinde bulunan ailelerdeki çocuklar da bu konulara karşı ilgili olmaktadırlar. Aksine, ibadetlere ve ibadethanelere ilgisiz, günlük hayatında ibadetlerden uzak kalan, hayatlarında bunlara pek yer vermeyen ailelerdeki çocuklar da bu konulara ilgisiz ve yabancı kalmaktadırlar. İbadet amacıyla veya ziyaret için zaman zaman camilere giden bir anne-babanın çocukları, bu mekânları onlarla birlikte ziyaret etme imkân ve fırsatını bulur. Bu ziyaretler, çocukların bu ortamları tanımalarına ve sevmelerine vesile olur.
Hz. Peygamber (s.a.s.) de, çocukların mescide (camiye) götürülmelerine özel bir önem vermiştir. Bundan dolayı sahabe çocukları, Rasulüllah (s.a.s.) ile beraber mescitte namaz kılmaya giderlerdi. Cabir b. Semura (r.a.), çocukluğundan ve Rasulüllah (s.a.s.) ile olan beraberliğinden bahsederken der ki: Ben Rasulüllah (s.a.s.) ile birlikte öğle namazını kıldım. Sonra ailesinin yanına çıktı, ben de onunla beraber çıktım. Hemen çocuklar Peygamber’i karşıladı. Peygamber (s.a.s.) onların yanaklarını birer birer sıvazlamaya başladı. Benim de yanağımı sıvazladı. Onun elinde bir serinlik ve bir koku hissettim. Sanki elini bir koku sepetinden çıkarmıştı.(Müslim, Fedâil, 80.)
Çocukların camilerle buluşturulması, onların sosyalleşmesi, bireysel ve toplumsal dinî gelişimleri açısından önemlidir. Çünkü çocuk, bu ortamda dinî ve içtimai heyecanı teneffüs etmekte, hayat boyu unutamayacağı duyguları yaşamakta ve tecrübe etmektedir. Bu ortamlarda çocukluk günlerinde yaşanan tecrübeler, çocuk üzerinde derin izler bırakmakta ve bunlar, sonraki yıllarda çocuk tarafından özlemle hatırlanmaktadır. Bir çocuğun, ilk defa bayram namazı için camiye gittiğinde hissettiklerine örnek olarak, Yahya Kemal’in Süleymaniye Camii’ndeki bayram namazı tecrübesini anlattığı şiirine bakıldığında bunu görmek mümkündür. Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adlı şiiri, bütünüyle şairin bir bay-ram sabahı yaşadığı duyguları tasvir ve terennüm etmektedir. Onun çocukluğunda Süleymaniye Camii’nde bulunması nedeniyle hissettiği duyguları konusunda ipuçları veren satırlara bakalım:
Bu satırlarda Yahya Kemal, o ortamda bulunmakla manevî bir iklime girdiğini, bulunduğu muhteşem iklimin büyüleyici ve etkileyici olduğunu, orada bulunan insanların (cemaatin) duruşundan, davranışlarından etkilendiğini belirtmektedir.
Yahya Kemal, çocukluk yıllarında gittiği ve kendisine bu şiiri ilham eden Süleymaniye Camii’ni şöyle anlatır:
“Milletimizin en büyük âbidesi olan Süleymaniye’de kaderin her cihetten mehîb (heybetli, azametli, muhteşem) ve güzel tecellisini görmemek muhaldir. Mimar Sinan gibi bir dâhî, kemâl yaşında olmasaydı, bu eser vücut bulmazdı; lâkin bânisi Süleymân gibi fâtih ve zengin bir padişah o mimara, bir şâheseri var etmenin sınırsız imkânlarını vermeseydi bu eser gene vücut bulmazdı. Genişleye genişleye, yüksele yüksele gitmiş uzun bir istilâ târihinin gene kemâl devrinde bu sanat mucizesinin zuhur edişi insanı ne kadar düşündürür.” Bu sözler, bir ibadethanenin bir insan üzerinde bıraktığı etkileri ve bunun neler düşündürdüğünü gösterir. Dolayısıyla çocukların ibadethaneleri ziyaretinin ve oralarda bulunmalarının onlara düşünce derinliği kazandıracağını ve onlarda felsefî bir gelişme sağlayacağını da söylemek mümkündür.
3-4 yaşlarından itibaren çocuklar camilere götürülebilirler ve götürülmelidirler. Tabii ki çocuklar ses ve gürültü yapabilirler ve yapacaklardır; ancak bu, hoşgörü ve anlayışla karşılanmalıdır. Çünkü çocuklar bu şekilde, yavaş yavaş, yetişkin gibi davranmayı ve zamanla cami adabına daha iyi bir şekilde uymayı öğreneceklerdir.
Çocuklar, cami ve ibadet adabını ancak o mekânda bulunup tecrübe ederek öğrenebilirler. Onlara camide nasıl davranacağına dair uyarı yapılırken, yaşının anlayış seviyesine göre sevecen ve şefkatle yaklaşmak gerektiği unutulmamalıdır.
Çocukluk yıllarında camide azarlanmış kişilerin yetişkin olduğunda camiye karşı sıcaklık hissetmediği görülmekte; camiye, cemaate ve hatta dine karşı bir önyargı oluşmaktadır. Camide azarlanan, kovulan veya fiziksel şiddet gören çocuk, cami cemaatini “kaba” ve “duygusuz” olarak tanımlar. Bu önyargı, dine karşı da yaygınlaşmaya başlarsa, yetişkinlik döneminde dine soğuk durabileceği hesap edilip bu sorumluluğa girmekten kaçınmak gerekir.
Çocukların yaş düzeylerine göre, cami ortamlarından etkilenmeleri farklılık gösterir. Yedi yaşlarına kadar onları, bulundukları camilerde gördükleri veya gözlemledikleri yetişkinlerin davranışları etkiler. Bir kısmı sadece namazın rekâtlarını sayar. Daha sonra ise, camilerde yapılan konuşma ve vaazlardaki sözler ve mesajlar onları etkilemeye başlar. Çünkü artık konuşulanlara kulak vermeye ve onlardaki sözlere dikkat kesilmeye başlarlar. Ama bütün bunlar, neticede çocukların camiyi ve namazı sevmelerine katkı sağlar.
Dolayısıyla aileler, öncelikle çocuklarına güzel modeller oluşturmalı, onları beraberlerinde bayram ve cuma namazlarına götürmeli ve/veya teşvik etmelidirler. Zaten çocuklar genellikle bu konuda istek-li olmaktadırlar. Ailelere ve anne-babalara düşen görev, onların bu istek ve arzularını kırıcı ve yok edici değil, teşvik edici ve destekleyici bir tutum içerisinde olmalarıdır.
Ancak bu arada anne-babalar, uygun zamanlarda camilere giriş çıkış ve orada bulunmanın gerektirdiği adap (uyulması gereken kurallar) konusunda çocukları şefkatle uyarıcı ve bilgilendirici olmalıdırlar.