Koçkuzu’nun cenazesi, Araplar Ak Camisi’nde kılınan namazın ardından Araplar Mezarlığı’na defnedildi.
Cenaze namazına, Meram Belediye Başkanı Mustafa Kavuş, Karatay Belediye Başkanı Hasan Kılca, AK Parti Karatay İlçe Başkanı Mehmet Genç, İl Müftüsü Ahmet Poçanoğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssattar Yarar, Konya sivil toplum temsilcileri, ilahiyat fakültesindeki akademisyenler, öğrencileri ve sevenleri katıldı.
Konya medreselerinde yetişen müderrislerin son talebelerinden, hadis alimi Prof. Dr. Ali Osman Koçkuzu, çok sayıda öğrenci ve akademisyenin yetişmesine öncülük etti.
Konya’nın Karatay ilçesinde 1936’da dünyaya gelen Koçkuzu, Konya’nın manevi mimarlarından Hacıveyiszade Hacı Mustafa Sabri Kurucu Hocaefendi’nin tedrisinde yetişti. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünden 1963’te mezun olan Koçkuzu, 1988’de profesör oldu. Koçkuzu’nun başkanlığında kurulan “İlahiyat Eğitimi Destek Programı Kapsamında” sınavla alınan öğrencilere Arapça kaynaklardan temel İslami ilimler okutuldu. Dekan yardımcılığı, Temel İslam Bilimleri Başkanlığı ve Hadis Anabilim Dalı Başkanlığı yapan Koçkuzu, 2004 yılında emekli oldu.
Konya medreselerinde yetişen müderrislerin son talebelerinden Prof. Dr. Ali Osman Koçkuzu, hadis ilmine dair öğrendiklerini yeni nesillere aktararak ilim geleneğini yaşatmaya devam ettirdi.
Yeni adıyla Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesinden emekli olmasına ve ilerleyen yaşına rağmen ilmi çalışmalarına devam eden 84 yaşındaki Prof. Dr. Koçkuzu, “Türkiye’nin Yaşayan İlim Hazineleri” haber dosyası kapsamında hayat hikayesi, ilmi çalışmaları, akademik çalışmaları sürecinde tanık olduğu önemli olaylar ve tasavvuf ilmiyle ilgili 9 Mayıs 2020 tarihinde AA muhabirinin sorularını yanıtlamıştı.
“Konya’da açılan ilk Kur’an kursunda eğitim gördüm”
SORU: “Ülkemizin zor zamanlar geçirdiği yıllarda yetiştiniz, Türkiye’nin farklı dönemlerine şahitlik ettiniz. Yaşadığınız çeşitli zorluklara rağmen ilim/bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?”
ALİ OSMAN KOÇKUZU: “Karatay ilçesinin Araplar Orta Sinan Mahallesi’nde dünyaya geldim. Mahmut Şevket Paşa İlkokulunda başladığım eğitimimi 1949’da Uluırmak İlkokulunda tamamladım. Bulgur Tekkesi Camisi’nde ‘Küçük Çimili Hoca’ adıyla bilinen Mehmet Hakkı Özçimi’nin idareci olduğu Kur’an kursunda, Amil Sütdede, Hüseyin Tekinbaş, Sedirlerli Mustafa Efendi ve Şaban Haksever gibi yardımcı hocalardan eğitim alarak 1952’de hafız oldum.
Bulgur Tekkesi Camisi, Konya’da açılan ilk Kur’an kursuydu. Kur’an kursuna ilkokuldan sonra gidiyoruz. Özçimi Hoca, kursta 1,5 seneye yakın okuttu. Halbuki ben doğrudan doğruya hıfzedebilecek ve ezber yapmaya başlayabilecek yaştayım ama Hakkı Hoca, usulünü bozmayarak bana 1,5 sene daha yüzünden okuttu. Kalan süre içinde hafızlığımı bitirdim. Hacıveyiszade Mustafa Sabri Kurucu Hoca’nın tedrisatında dini ilimler öğrendim. Kurucu Hoca, şehirdeki imam hatip okulunun inşası ve ihtiyaçları için büyük emek verenlerden biriydi.
Hafız olduğum 1952 yılında Konya İmam Hatip Okuluna kaydoldum. Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmeye devam eden arkadaşlar imam hatip okuluna yakın bir binada kaldılar. Konya İmam Hatip Okulunda Hacıveyiszade Mustafa Sabri Kurucu, Hamit Özyakut, Mevlit Özer, Mehmet Ulucan, Fatih Göktay, Tahir Elliiki ve Osman Oktac hocalardan dersler alarak 1959’da mezun oldum.
Haciveyiszade Hocaefendi ile 1942’de tanıştım. O tarihte evimizi teşrif ettiklerini hatırlıyorum. 1944’ten itibaren Hocaefendi’nin oturduğu Durakfakih Mahallesi’ne taşındık. Bizim evimiz ile Hocaefendi’nin evi arasında 40-50 metrelik bir mesafe vardı. Ben 6-7 yaşında çocuğum ama onun imamlık yaptığı Pir Mehmet Paşa Camisi’ne gidip geliyor, zaman zaman evine de gidiyordum. Hocamın eşi ve ablalarımız bizi tanıyordu çünkü annemle muhabbetleri vardı. Alışveriş ihtiyaçları için bana görev veriyorlardı. Hacıveyiszade Mustafa Efendi Hoca’mız ile görüştüğümüz, kendilerinden istifade ettiğimiz, büyüklerimizle yaşadığımız çok kıymetli günlerdi. Ayrıca Hoca Efendimiz, imam hatip okulunda bize öğretmenlik yaptı.
Komşuluk günlerimizde Hoca Efendi ile irtibatımız arttı. Hafızlık tahsili yıllarımız olan 1949-1952 yıllarında Hocaefendi’yi daha yakından görme ve tanıma imkanımız oldu. Kendisi Bulgur Tekkesi Camisi Kur’an Kursu’nda bizlere ‘Ulum-ı diniyye’ dersleri okuturdu. İmam hatip okulunda tefsir, hadis ve fıkıh dersleri okutmuştur. İmamlık yaptığı camilerde sabah namazından sonra vaaz ederdi. Ayakta yaptığı bu konuşmalar aynı zamanda bir ders niteliği taşıyordu. Onun arkasında namaz kılmaya ve konuşmalarını dinlemeye gayret ederdik. Ayrıca aynı mahallede bulunmamız sebebiyle kendisi ile sık görüşme, dinleme ve dualarını alma imkanımız olmuştur. Kurucu Hocaefendi’nin yeğeni Ali Ulvi Kurucu ile ailesi o dönem Medine-i Münevvere’de yaşıyordu. Ali Ulvi Kurucu, Konya’ya her yıl veya 3-5 senede bir birkaç aylığına geliyordu.
“Muhammed Hamidullah çok terbiyeli, mükemmel bir zattı”
SORU: “İstanbul Yüksek İslam Enstitüsündeki eğitim sürecinizi anlatabilir misiniz?”
ALİ OSMAN KOÇKUZU: “İmam hatipten mezun olduğum yıl İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne başladım. Enstitüdeki eğitim sürecimde eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen, Türkiye’nin ilk İmam Hatip Lisesi Müdürü Mahmut Celalettin Ökten, mütefekkir, şair ve yazar Mahir İz, fıkıh ve hadis alimi Ahmet Davudoğlu, Ali Nihat Tarlan, Üsküdarlı Ali Efendi, Nihat Sami Banarlı ve Abdülkadir Karahan gibi sahalarında birikimli hocalardan ilim tahsil ederek 1963’te mezun oldum. Daha sonra Yozgat’ta üç yıl öğretmenlik yaptım. 1962’de Konya Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. 1963’ten itibaren rahmetli Hocam Muhammed Tayyib Okiç’in asistanı olarak Yüksek İslam Enstitüsünde çalışmaya başladım.
İstanbul’da 5-6 hoca vardı yaşlı. Onlar geliyor, derse devam ediyorlardı. Birkaç da genç hoca vardı. Onlar Mısır’da okumuş, gelmişlerdi. İmamlık görevini de yürüten Üsküdarlı Ali Efendi, Kur’an-ı Kerim hocamız olmuştu. Fıkıh ve hadis alimi Ahmed Davudoğlu yurdumuzun uygun bir odasında kalıyor, resmi dersleri dışında isteyen talebeleri okutuyordu. Muhammed Hamidullah Bey her sene üç ay kadar Paris’ten geliyor, Edebiyat Fakültesinde ders veriyor, seminerler yapıyordu.
Muhammed Hamidullah Hoca, hadis ve siyer alanında temayüz etmiş, son dönemde yetişmiş çok yönlü bir İslam alimiydi. Çok terbiyeli ve mükemmel bir zattı. Onun derslerinden azami derecede istifade etmeye çalışıyorduk. Ancak birtakım art niyetli, yeterli müktesebatı olmayan kişiler onun aleyhinde bulunuyor, derslerde anlamsız ve lüzumsuz sorular sorarak Hamidullah Hoca’yı rahatsız ediyorlardı. Biz bu faaliyetleri sevmiyorduk. Hepimizin Hamidullah Hoca’dan istifade etmemiz gerektiğine inanıyorduk.
Bir gün Hayrettin Karaman (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi) ile “Hoca’yı ziyaret ettik. Hamidullah Hoca’nın odasında biri arkalıklı, üç tabure vardı. Kendisi tabureye oturarak arkalıklı sandalyeyi bize ikram etmek istedi. Kabul etmemek için ısrarlarımız fayda vermedi. Birimiz tabure, birimiz sandalyede oturarak bir süre sohbet ettik. Hamidullah Hoca ellerini dizinin üzerinde düzgünce koymuş bir halde taburede oturuyor, sorularımıza cevap veriyordu. Sonunda hocamıza şu soruyu yönelttik, ‘Artık okul bitiyor. Mezuniyetten sonra nasıl bir alanda çalışmamızı tavsiye edersiniz?’ Cevap çok kısa ve netti. ‘Ne yaparsanız yapın, yaptığınız işi en güzel bir şekilde icra edin. Şu anda talebesiniz. En önemli işiniz bugünleri değerlendirerek iyi yetişmiş bir şekilde mezun olmak olmalıdır.’ dedi.
Sonra 1966’da Konya’ya geldik. Konya’da, Ankara’dan gelen İlahiyat Fakültesinin hocaları vardı. Hocalar geliyor bir, bir buçuk gün kalıyor. Onun dışında bizim fakültemiz devam ediyordu. Tayyip Bey (Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç) de Ankara’dan geliyor, bir veya bir buçuk gün burada derslere giriyor, onun dışında Ankara’ya gidiyordu. O da bazen tatil zamanlarında İstanbul’a geliyordu, bir, iki ay kalıyordu. Tayyip Hoca bize belli konuda çalışmamız için görev verdi ve o konuda çalıştık. Ondan sonra bitti. Bittikten sonra artık Konya’da belli görevler alıyorduk, öğretim üyesi olarak atandık. O tarihlerde bizim gayret etmemiz, bazı görevler yapmamız gerekiyordu. Bunun için belli şeyler vardı. Hatta bir müddet sonra kendi öğrencilerimizin dışında başka kişiler de bize görev için verilmişti. Onlarla da meşgul oluyorduk. Derken Hoca artık Konya’da kalmaz oldu. Pek ilgilenmedi devlet. Tayyip Bey de mecburen Erzurum’a gitti.”
“Mesnevi’nin tamamını bir grup talebe ile okuyup bitirmek nasip oldu”
SORU: “Tasavvuf ilmi, Hazreti Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi ve Mevleviliğin İslam medeniyeti açısından önemi nedir?”
ALİ OSMAN KOÇKUZU: “Yaklaşık 200 yıl önce Konya’nın Bozkır ilçesinde, ‘Hacı Memiş Efendi’ ismiyle bilinen Bozkırlı Muhammed Kudsi Efendi yaşadı. Hacı Memiş Efendi, dini ilimlerin yanı sıra ruh terbiyesi konusunda da mürşitti. Bozkırlı Muhammed Kudsi Efendi’nin oğullarından Muhammed Bahaeddin Efendi, pederi gibi bir din alimi ve manevi terbiye mensubudur. Evlatları Zeynelabidin, Rifat ve Ahmet Ziya efendiler birer müderris olarak babalarının yolundan gitmişlerdir. Tasavvufla ilgileniyorlar ama İslami ilmiler ön planda. Hatta bazen tasavvufun adı bile anılmıyor. Ancak bu büyük zatların başlattığı maddi ve manevi terbiye yolunu yok etmek için çalışanları esefle müşahede ediyoruz. Muhammed Bahaeddin Efendi diyor ki, ‘Bazı sufiler arasında şöhret bulan ‘Şeriat kabuk, hakikat ise öz gibidir’ sözü bizce yanlıştır. Böyle bir söze rıza göstermeyiz. Çünkü kabuk ile öz arasında bir zıtlık vardır. Her biri bir başka şeydir. Özet olarak deriz ki, şeriat, hakikatın aynısıdır.’ Eski dönemlerde zühd, ilimle birleşince Allah ve Resulü’nün istediği amel, ahlak ve kişiliğe sahip müminler çıkıyordu. Sahabede ilim ve istikamet ve takva ile zühd beraberdi ama bunlar ayrı ayrı kişilerde temsil edilmeye başlayınca olumsuzluklar ve çatışmalar ortaya çıktı. Huzursuzluklar ve üzüntüler meydana geldi.
Benim çocukluk ve gençlik yıllarımda kendilerini Mevlevi olarak tanıtan bazı insanların yanlış davranışları sebebiyle Hazreti Mevlana ve Mevlevilik zarar görmüştür. O günlerde bu insanların şahsında Mevleviliğe bakış pek müspet değildi. Konya’da uzun soluklu bir çalışma çerçevesinde Mesnevi’nin tamamını bir grup talebe ile okuyup bitirmek nasip oldu. Hatta büyük bir bölümü Kon TV’de yayınlandı. Bizim tespitlerimize göre Hazreti Mevlana Celaleddin-i Rumi büyük bir alim ve mutasavvıftır. Onun kendi eserlerinden sağlam bir şekilde tanınarak doğru olarak tanıtılmasını ihmal edilmemesi gereken bir görev olarak kabul ediyoruz. Ancak yıllardır yapılan Mevlana ihtifalleri ve diğer faaliyetler işin özüne pek yaklaşamamaktadır. Bizim arzu ettiğimiz husus, bu işlerle uğraşanların Allah ve Resulü’nü ve emirlerini çok iyi tanıyıp öğrenmeleri ve hayatlarında tatbik etmeleridir.”
“FETÖ, cemiyetimizin inanç dünyasını zedeledi”
SORU: “15 Temmuz darbe girişimiyle ülkemize ve milletimize yönelik hain niyetleri tamamıyla ortaya çıkan FETÖ’ye bakışınız nedir? Bu örgütün toplumumuza ve inanç dünyamıza verdiği zararlar nelerdir?”
ALİ OSMAN KOÇKUZU: “Fetullah Gülen’i 1968’de İzmir’de görmüştüm. Askerlik öncesi Konya Yüksek İslam Enstitüsünden üç arkadaş İzmir’e gitmiştik. Şehri tanıyan bir arkadaşımız bizi bir Kur’an kursuna götürdü. Orada arkadaşlarına Farsça okutan bir genç gördük. Adının Fetullah olduğunu söylediler. Ben Tekirdağ’da yedek subay olarak görev yaparken bir arkadaşımız Edirne’ye gitmiş. İzmir’de gördüğümüz Kur’an kursu hocası Edirne’de vaiz olarak görev yapıyor.
O gün garip, kendi halinde bir kurs hocası olarak görünen bu kişi, planladığı ya da kendisine verilen görev çerçevesinde yürüttüğü eğitim öğretim çalışmalarının gölgesinde, 15 Temmuz’da milletimizin başına çok büyük bir gaile açmıştır. Ülkemiz hala bu olayın yaralarını sarmakla meşgul. Bu hareket, cemiyetimizin inanç dünyasını zedelemiş, namazlı abdestli, Müslüman görünen inançlı insanlara karşı güven kaybına yol açmıştır. Bu hareketi, samimi olarak Said Nursi’nin kitaplarını okuyan kişilerle karıştırmamak gerekir.”
“Cami dersleri geleneğini ihya etmeye çalışıyoruz”
SORU: “Dini ilimler sahasındaki çalışmalarınızı anlatabilir misiniz?”
ALİ OSMAN KOÇKUZU: “İlahiyat öğrencilerinin özellikle Arapça ve İslami ilimler alanında geliştirilmesi için 1997’de, benim başkanlığımda ‘Dil Eğitimi Tahkik Merkezi’ kuruldu. Bu merkezdeki faaliyetler daha sonra ‘İlahiyat Eğitimi Destek Programı’ adıyla sürdürüldü. İlahiyat Eğitimi Destek Programı kapsamında 2 bin 500 saate ulaşan derslerde sınavla alınan öğrencilere Arapça kaynaklardan temel İslami ilimler okutuldu. Bu destek programında sertifika alarak mezun olanlar, Türkiye’deki çeşitli üniversitelerde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.
Akademiden emekli olmamın ardından bir talebe gibi okuma araştırma çalışmalarının yanı sıra tedrisimde ilahiyat öğrencileri ve akademisyenleri yetiştirdim. Bu kapsamda Hatip Et-Tebrizi’nin Mişkatu’l Mesabih adlı eserinin muhtasarı, Abdürrezzak es-San’ani’nin el-Musannef’i, Tirmizi’nin hadis külliyatı, İmam Tahavi’nin Şerhu Meani’l Asar’ı ile Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinin Kur’an-ı Kerim ve hadisler ışığında incelendiği okuma gruplarına dersler vererek cami dersleri geleneğini ihya etmeye çalışıyoruz.”