Yaman Dede
Yaman Dede’nin Hayatı
Mesnevi okumayı tamamladığım günlerdi. Yakın akrabalarımdan bir hanımın evine konuk olduk. Söz Mevlana ve Mesneviden açılınca: ”Mesnevi aşığı bir insanın hayatını okuyorum şimdilerde. Siz de mutlaka okumalısınız” dedi ve masada duran roman kalınlığında kitabı elime verdi. Mustafa Özdamar’ın kaleme aldığı adlı eseri birkaç gün içinde okudum. İncelenen hayat; müthiş bir İslamî dönüş hikâyesiydi ve canlı tanıklarının dilinden aktarılıyordu. Beni çok etkileyen bu Hak aşığını siz değerli kardeşlerime bir nebze tanıtabilirsem kendimi bahtiyar addederim.
Yaman Dede kimdir?
Kayseri’inin Talas ilçesinde Rum esnaflardan iplik tüccarı Yuvan Efendi ile Afurani Hanımefendinin oğlu Diyamandi 1887 yılında dünyaya gelir. Henüz on aylık iken ailesi Kastamonu’ya göç eder. İlk tahsilini Rum Ortodoks Mektebinde yapan küçük Diyamandi, 1901de Kastamonu İdadisi(lise)ne girer. Yedi yıllık idadiyi birincilikle tamamlar. İdadide arkadaşları kendisine “Yamandî Molla” lakabını takarlar. Bir Rum çocuğuna neden molla lakabı takılmış, gelin Yaman Dedenin kendi ağzından dinleyelim:
Dönüşün Kapısı Farsça Dersi
Rüştiye birinci sınıfta iken 13 yaşımda idim. Bu sınıfta Arapça ve Farsça dersleri başlar. Bütün dersleri sevmeme karşın Türk Edebiyatı ile birlikte Arapça ve Farsça’ya pek düşkündüm. Rüştiye ikinci sınıfta ders yılının ortalarındayız. Farsça Hocamız, Şeyh Sadi’nin Gülistan’ını okuturdu. Arada sırada başka manzumeler de yazdırırdı. Bir gün siyah tahtaya yazdığı birkaç beyit kalbimi tutuşturmaya yetti. O beyitleri bugün gibi hatırlıyorum. Mesnevi’nin ilk beyitleri idi:
Bişnev in çün şikayet mî küned/Ez cüdâyîhâ hikayet mî küned
Kez neyistân ta mera bübrideend/Ez nefirem merd ü zen nalideend
Dinle neyden ki hikayet etmede
Ayrılıklardan şikayet etmede
Tahtaya yazılan ismi bana pek tatlı geldi. Okunan beyitler beni derinden sarstı. Son beyit ise içimi yaktı. O an içimde yanmaya başlayan aşk ateşini kelimelere dökmekte aciz kalıyorum.
Farkında Olmadan Mümin Olmak
Farsça dersinde başta Mesnevi olmak üzere Şark İslam Klasiklerinden beyitler ezberleyen, Din Dersinden gayrimüslim talebeler muaf olduğu halde sınıfta oturan ve bir Müslüman gibi İlmihal bilgilerini, Rasulullah’ın hayatını, inanç esaslarını öğrenen Diyamandi, farkında olmadan içindeki aşk ile mümin olmuştur. İslam’a duyduğu sevgi gün geçtikçe artmakta, bir taraftan tıpkı Farsça edebi metinler gibi aruz kalıpları ile rubailer, gazeller yazmaya çalışmaktadır. Ancak toplum, okul, arkadaş ve aile çevresinde halen Hıristiyan olarak tanınmaktadır. Arapça metinlerle birlikte hadisi şerif ve bazı ayetleri de ezberlemeye başlar. Yazdığı beyitler, edebiyat hocasının gözünü doldurur. Hocası bir şiirini şu mısralarla övecektir: Aferin yavrum güzel, hem de pek güzel……………..Aferin yavrum güzel gerçekten çok güzel
Manevi sûrî füyuzun berter etsin Lemyezel ……….Manevi sevinç ve ilhamlarını artırsın AllahLiseyi birincilikle bitiren Diyamandi, Arapça ve Farsça hocalarından özel dersler de alır. Üniversite tahsili için İstanbul’a hareket eder.
Genç Bir Avukat
İstanbul’da Hukuk mektebine giren Yamandi Molla, fakülteyi bitirdikten sonra devlet kademesinde görev alır. Bu esnada özel hocalardan edebiyat ve İslamî ilimler okumaya devam eder. Kendi ifadesine göre artık hidayet bulmuş, lisana dökemese bile kalpten Kelime-i Şehadeti çoktan kabul etmiş ve gizli Müslüman olarak yaşamaya başlamıştır. Meşhur mevlevi dedelerinden Ahmed Remzi Dede’den Mesnevî okur. Mesnevide Mevlana’nın mikrobu, serumu haber verdiğini görünce aşkı ve hayranlığı kat kat artar. Hatta Mevlana’nın hayata gözlerini yumacağı tarihi bir beyitte ebced hesabı ile ifşa ettiğine hayretle şahit olur. Mesnevi ve şerhlerini(açıklamalarını) kısa sürede okur.Bir yandan devlet kademesinde görevine devam ederken diğer yandan şiir çalışmaları sürmekte,
Ankara Radyosunda çeşitli Mevlevi büyüklerinin hayatını anlatan sohbet programı yapmaktadır. Bu programlar, devrin gazete yazarları ve ediplerinin dikkâtini çeker. Kısa sürede edebiyat ve ilim çevrelerinde yer edinir.
Aşıklar Kâbesi
Mevleviler arasında Konya; Aşıklar Kâbesidir. Yaman Dede de kırklı yıllarda sık sık Konya’ya sefer eder. Şeb-i Arus törenlerinin özel davetlilerindendir artık. Biri İstanbul’a gelse ve “Ben Konya’dan geliyorum” dese Yaman Dede “Demek Sultanımızın şehrindesiniz” der; alır, yedirir, içirir ikram eder!… Konya ve Mevlana onun için özel aşk bestesinin vazgeçilmez iki notasıdır.
Müslümanlığını İlanı
1942 yılından itibaren, başta azınlıklara mensup kız ve erkek liseleri olmak üzere çeşitli okullarda Türk Edebiyatı ve Farsça okutan Yaman Dede, devlet hizmetinden ayrılmış, eğitimciliğin yanı sıra serbest avukatlık yapmaya başlamıştır. Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde Mevlana konulu konferanslar verir. Ancak halen gizli bir mümindir. Namazını en kuytu semtlerin küçük mescitlerinde kılmakta, Ramazanda gizli oruçlar tutmaktadır. Kızı ve eşi inancından habersizdir. “Tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruçlar tuttum, ama ailem bunu hiç bilmedi!..” der hatıratında. Avukatlıktan çok zamanını lise derslerine, gençliğin manevi aşkı tanımasına ayırmaktadır. 15 Şubat 1942 de ismini değiştirir ve Mehmet Abdülkadir KEÇEOĞLU adını alarak nüfus idaresine ismini ve yeni dini İslam’ı tescil ettirir. Bu sırada 55 yaşındadır. Kırk yıldır sakladığı yeni kimliğini kuşanmış, ama o saatten sonra da aile içi sancı başlamıştır.
Ceketi Alıp Çıkmak
Üsküdar’daki evinde bir kış gecesi durumu kızı ve eşine açar. Karısı ve kızı o an feryadı basarlar. Haber Patrikhaneye kadar ulaşır. Dönemin Hıristiyan din adamları, ya Hıristiyanlığa dönmesi ya da karısından boşanması konusunda baskı yaparlar. Karısı bu ikilem karşısında kararlı bir tutum sergileyemez. Yaman Dede, zor ama cesur bir karar alır. Evden ayrılacak, yalnız yaşayacaktır. Yerde dizlere kadar kar, havanın keskin ayaz olduğu bir Şubat gecesi ailesini toplar ve: “Aşkımın bedeli bu yaşananlar. Sizler sakın üzülmeyiniz. Aşk, ıstırapsız olmaz. Size acı vermeye hakkım yok. Bu ev ve içindekiler size kalsın. Elveda!.. ”Ceketini alıp çıkmıştır artık. Üsküdar, Selamsız Yokuşundan iskeleye iner. Sabah ezanına kadar o soğukta sokakları ve sahili arşınlar. Sabah karşıda, Karaköy’deki avukatlık bürosuna geçer. Birkaç gece burada yatıp kalkar. Dostlarının, öğrencilerinin evlerine misafir olur bazı geceler. Kendi ifadesi iledür artık.
Hocaların Hocası
Azınlık okulları yanı sıra İstanbul İmam Hatip Okulu ve Y.İslam Enstitüsünde de Farsça derslerine girer. Bugün her biri kendi branşında otorite olan Prof.Dr.Hayreddin Karaman, Prof.Dr.Bekir Topaloğlu, Prof.Dr.Emin Işık,İstanbul Eski Müftüsü Selahaddin Kaya, Osman Nuri Topbaş gibi pek çok öğrenci Farsça’yı ondan öğrenir. Mevlana’yı onun gözyaşları içinde verdiği derslerden tanırlar. Allah, Rasülullah, Mevlana, Konya, Aşk deyince hüzün çöken, hemen ağlamaya başlayan ikinci bir kişinin görülmediği bu zatların beyanlarından anlaşılmaktadır.
İlginç Davranışları
Çoğunlukla içe dönük bir hayat süren Yaman Dede, çevresi ile haberleşmede daha çok mektubu kullanır. Büyük fikir adamları ve sanatçılarla olduğu kadar, ders verdiği azınlığa mensup öğrenciler, liseli gençlere de mektuplar yazmıştır. Bunlar edebi ölçüde kıymetli nasihat ve söz sanatları yüklü metinlerdir. Her hafta Pazartesi günleri akşam namazları ile Cuma namazlarını Eyüp Sultan’da kılmayı adet edinmiştir. Cumadan sonra “Haftalık haccımı eda ettim” diyecek kadar Eyüp ziyaretine önem verir.Konyalı Dr. Ali Kemal Belviranlı, ahbaplarından birkaç kişi ile Yaman Dedeyi hasta yatağında ziyaret eder. Dedeye, “Yanan Kalbe Devasın Sen” naatını bestelediğini söyler Ali Kemal Bey. Dede pek memnun olur ve misafirler koro halinde bu naatı okurlar. Önce hıçkırıklara boğulan dede, birden yatağından fırlar, cezbeye gelerek, semazenler gibi dönmeye başlar. Eşi Hatice Hanım içeri girerek:
”Lütfen okumayın… N’olur kesin… Yakında kalp krizi geçirdi. Bu cezbeyi kaldıramaz.” diye rica etmek zorunda kalır. Bir dönem sevgi kavramını kullanan Mason teşkilatına üye olur Yaman Dede. Kendisinden herhangi bir konuda ilmi rapor hazırlaması istenir. O da safça tutar İslamiyet’in üstünlüklerini anlatan bir rapor yazar. Ertesi gün dedeyi locadan ihraç ederler!…
İkinci Evliliği ve Vefatı
Dostlarının teşvik ve tanıştırması ile ilkokul öğretmenliğinden emekli Hatice Hanım’la hayatını birleştiren Yaman Dede, eski karısı ve kızını zaman zaman telefonla arayarak hediye ve ikramlarda bulunmayı ömür boyu ihmal etmemiştir. 1962 yılına gelindiğinde çok hasta olmasına karşın Acıbadem’deki evinden Bağlarbaşı’ndaki Yüksek İslam Enstitüsüne derslere gelmeye devam eder. O artık paltosu içinde zayıf, ceset gibi solgun, 75 yaşın yorgunluğuyla bedenini sürüyerek yürümektedir. 3 Mayıs 1962 Perşembe günü “Ölüm asûde bir bahardır” diyerek Hakka yürür. Öğrencileri ve yüzlerce seveninin omzunda Karacaahmet Mezarlığına defnedilir.
Bir İstirham
Karacahmet mezarlığının Küçük Selimiye Camii karşısındaki kapısından girişte yatar Yaman Dede. İstanbul’da yaşama bahtiyarlığına erenler, ya da yolu bir gün düşeceklere sesleniyorum: Bu Hak aşığını mutlaka ziyaret ediniz. Küçük Selimiye Camii kapısını arkanıza alıp Karacaahmete girdiğinizde 15 adım yürüyünüz. Durduğunuz zaman solunuzda asırlık bir servinin altında karısı Hatice Hanımla yan yana yatan Yaman Dedeyi göreceksiniz. Siyah, yosun kaplı mezar taşı üzerinde şunları okuyacaksınız: HuvelBaki
Mevlana Aşıkı Yaman Dede
Hakk’a kavuşmak için ircii emrine etti itaat. 1304-3.5.1962 Bütün Hak aşıklarına binlerce Fatiha…
Mehmet DOĞRAMACI
http://www.youtube.com/watch?v=ubF8-9D8tSE
Naatları – Şiirleri
Kalbindeki yangını mısralara dökmede ustadır Yaman Dede. Sıradan bir şair olmayıp edebi antoloji ve ansiklopedilerde hayatına yer verilecek kadar önemli bir kişiliktir. Yakın dostu Yahya Kemal, onu şu mısra ile övecektir:
Yüz sürdü gerçi pâyine çok Müslüman Dede
Mollâ-yı Rûm görmedi bundan Yaman Dede.
(Gerçi Peygamberin ayağının izine çok Müslüman dede yüz sürdü, ama Anadolu mollaları bundan daha yaman bir dede görmedi.)
Bugün mevlidhan ve tasavvuf musikisi sanatçılarının büyük bir vecd ile söyledikleri meşhur “Yanan Kalbe Devasın Sen” isimli naat onundur. İşte o naattan birkaç dörtlük:
Gönül hûn oldu şevkinden boyandım ya Rasûlallah
Nasıl bilmem bu nîrana dayandım ya Rasûlallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım ya Rasulallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Rasulallah
Yanan kalbe devasın sen, bulunmaz bir şifasın sen
Muazzam bir sehasın sen, dilersen runumasın sen
Habibi Kibriyasın sen Muhammed Mustafasın sen
Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Rasulallah
Mevlana’ya ve neye olan tutkusu ile de meşhur Ney şiirini kaleme alır:
İçi boş benzi sararmış ona aşıktır maye
Derdi hicran ile inler eder ah leylaye
Arz eder hıçkırarak aşkını hep Mevlaye
Bak neler söyletiyor Hazreti Mevlanaye!..
Bu cihanın ötesinden geliyor nağmeleri
Kanatır sineyi, kalbi, deler elbet ciğeri
Erişir mi buna kudret, buna insan hüneri
Bak neler söyletiyor Hazreti Mevlanaye!..
(Bak neler söyletiyor Hazreti Mevlanaye derken iki anlam vardır. Birincisi neyin Hz.Mevlana’ya söyletmesi, ikinci ve daha derini Mevlanın, yani Allah’ın neye söyletmesi.)
Başka bir naatta Rasulullah’a şöyle seslenecektir:
Ey Tanrımızın ma’kes-i envârı Muhammed
Allahımızın vâkıf-ı esrârı Muhammed
Mürsellerinin kâfile-sâlârı Muhammed
Her iki cihânın ulu serdârı Muhammed
Sen aşk-ı Hudâ hüsn-i Hudâ lutf-ı Hudâ’sın
Hallâk-i cemâlin gül-i gülzârı Muhammed
“Levlâk” ile taltîf olunan Şâh-ı Rüsûlsün
Biz ümmetinin yâr-i halâskârı Muhammed
Rahmeyledi alemlere gönderdi seni Hak
Nur etti nigâhın gazabı nar-ı Muhammed
Ümmi iken ümmetleri hayretlere saldın
İlmin edebi kutb-ı şerefbarı Muhammed
Sen havfı recanın ne büyük rehberi oldun
Kalbin en ulu vakıf-ı hüşyarı Muhammed
Aşıkların ah eyleyerek sine döverler
Hun oldu güneş, gördü de ruhsar-ı Muhammed
Gül yüzlü, güneş yüzlü Muhammed, meh-i taban
Çak oldu görüp pertev-i didarı Muahmmed
Derdinle senin handenuma derde bu gönlüm
Aşkın ile yak sen dil-i bimarı Muhammed
Aşkınla yanan âteş-i nîrân ile yanmaz
Dûzah çekemez âşık-ı ser-şârı Muhammed
Ümmetleri hüsrân ü mezellette bırakma
En sonra da bu Kâdir-i nâ-çârı Muhammed
Cananımın Harîminde (Sevgilimin Özel Odasında) başlıklı şiiri muhtemelen Mevlana Türbesini ziyaretlerinden birinde, Konya’da kaleme alınmıştır:
Geldim sana kan ağlayarak,sızlayarak bak
Aşkınla yanan benliğime durma, hemen ak
Ak,sönmesin ateş, alevim dinmesin ancak
Ağlat beni, inlet beni, ta haşre kadar yak
Artır, ne olur, ateşini bağrımı dağla
Yansın bu vücudum, fakat eksilmesin asla
Hicran ile yak, vasl ile yak, aşkına bağla
Ağlat beni, inlet beni, ta haşre kadar yak!…
Ağlatma Beni başlıklı şiir ise aşk yarasının çok farklı bir ifadesidir:
Yak sinemi ateşlere, efgânıma bakma
Ruhumda yanan ateşe nîrânıma bakma
Hiç sönmeyecek aşkıma imanıma bakma
Ağlatma da yak, hal-i perişanıma bakma!…
Yaşlar akarak belki uçar zerresi aşkın
Ateşle yaşar, yaşla değil yaresi aşkın
Yanmaktır efendim biricik çaresi aşkın
Ağlatma da yak, hal-i perişanıma bakma!..
Özdeyiş ve Tespitleri
-
Kur’an’ı o kadar çok sev o kadar çok sev ki; sevgi kavramı bile bu sevgine gıpta etsin!..
-
Namaz kılanların tamamı büyük bir cemaattir. İmamları mı? Allah!..
-
Okuduklarımı okumakla kalmaz, kadeh kadeh içerek ruhuma sindiririm.
-
Saadetin ölmez çiçekleri gözyaşları ile sulanırsa büyür.
-
Aldatıcı sağlık, hastalıktan daha kötüdür. Mütevazı görünen öyle kimseler vardır ki; kendilerini herkesten üstün görürler de tevazuu lütuf gibi etrafa saçarlar.
-
Allah hep lütfeder. Kahır gibi görünmesi bizim bakışımızın kötülüğündendir.
-
Okyanusa atılmak için şüphelerden, niçinlerden, akıldan, fikirden soyunmak gerek. Akıldan soyunursan baştan ayağa akıl olursun. İşte o an kovayı atar, okyanusa hortum salar, kana kana içersin hakikati.
-
Nasip ve kısmet varsa, imkân kendi kendine ortaya çıkar.
-
Istırapta nice nimetler gizli. Istırap vermişse bil ki nimeti gelecektir. Gökyüzü ağlamayınca çimenler gülmez der Mevlana.
-
Aykırı görmek bize yakışmaz. Biz “illallah” demeyiz her şeye “eyvallah” deriz.
-
İnsanların hedefi genellikle damladır. Din ve Tasavvuf ise kişiye deryayı bağışlar. Uyanıklar, dine ve tasavvufa yönelir.
-
Doktorun ustalığına güvenirsek verdiği ilaç acı da olsa, tatlı da olsa alırız. Allah’ın nimetlerini seviyor, belalarına kızıyorsak Ona güvenmiyoruz demektir!….
-
Yeni olacak hiçbir şey yok. Her şey ezelde olmuş ancak, şimdi görüntü perdeye yansıyor.
-
Onun rızasını kazanma ümidi içinde yaşamak; azabı zevke, cehennemi cennete çevirir.
-
Allah baha (değer) Allah’ı değil, bahane Allah’ıdır. Yaptıklarımız küçük ve değersiz diye düşünmeyiniz. Olabilir ki, o küçük iyilikler rahmetine bahane olur.
-
Her şeyin Hak’tan geldiğini bilince üzülmeye imkân kalır mı?..
-
Namaz kılmak!… Aman Allah’ım o ne büyük nimettir! Kanımla, gözyaşımla abdest alabilsem, kızgın saç üstünde namaz kılabilsem. Yanarak, kavrularak namaz kılabilsem. Namaz kanadını açmadıkça hakikate uçamazsınız!..
-
Namazın bir saniyesi yanında tüm kainat bir saman çöpü bile olamaz.
-
Eyüp Sultan, Allah’ın cennetinden bir parçadır. Ruhlar kaynar orada. Akşamları mermer mezar taşları ve yeşil serviler nurdan birer sütun olur Eyüp’te. Orası akşamları tamamen ahiretleşir.
-
Hakk’a bağlılığımız ölçüsünde ondan gelen her şeye derece derece razı oluruz.
-
Mısralarım, gözyaşlarımın kelimelere dönüşmüş halidir.
-
Sevgi ve bağlılık iki uçludur. Bir ucu mutlaka sevilendedir. Seviyorsanız, bilin ki seviliyorsunuzdur. Allah’ı seviyorsanız Onun da sizi sevdiğinden şüphe etmeyin.
-
Vücut babamız Hazreti Adem, ruh babamız Hazreti Muhammed’dir.
-
Yokluk ve fakirliğin baskısı arttıkça ruhun neşe ve zevki de artar.
-
İlahi aşkın verdiği yakınlık, kan bağından daha üstündür.
-
Halini şikayet etmek, nimetine küfürdür. Onun için derdimi kimseyle paylaşamam. Neden günaha gireyim ki?!..
-
Tasavvuf bilmek işi değil; duymak ve olmak işidir.
-
Köprü altında aç – açık yatan bile zil takıp oynamalıdır. Ondan gelen her şey hoştur ve tatlıdır. Çileler, lütufların habercisidir. Çilenin şiddet ve büyüklüğü gelecek nimetin büyüklüğünü müjdeler.
-
Büyük eserleri büyük aşıklar verir. İnsan, yandığı ölçüde yükselir. Ebediyet sırları ile Rabbani aşk arasında kuvvetli bir bağ vardır.
-
Mevlana’yı çocuklarımıza tanıtmak milli bir görevdir.
-
Dinlerin hakikâtine inenler, Allah’a yaklaşırlar. Hıristiyan ve Yahudiler dinlerini iyi inceleseler yolları mutlaka Aşk-ı Muhammedi’ye çıkar.