Tayyibetü’l-Ezkâr
Yazan: Derviş Ahmed Peşkâri
Sadeleştiren: Ubeydullah Küçük
SUNUŞ
Okuyucularımıza sunduğumuz bu risale bundan iki yüz sene kadar önce, Medine’de, bir sene kalmış olan Derviş Ahmed Peşkarî’nin hatıralarıdır. O devirde Medine Osmanlı Devletinin hudutları içindeydi. O günlerde, Kutlu Peygamber Camii ve türbesi nasıldı?. Oralarda nasıl hizmet edilirdi?… Nasıl namaz kılınırdı?… Müslümanların bu yerlere karşı olan saygı, sevgi ve tazimleri ne derecedeydi?… Ne gibi edebler, merasimler, adetler vardı?… Derviş Ahmed Peşkarî bunları bir risale haline getirmiş ve ismine de «Tayyibetü’l-ezkâr» (Tatlı Hatıralar) adını vermiştir. Tayyibetü’l-Ezkâr risalesini Osmanlıcadan günümüz Türkçesine aktararak, okuyucularımıza sunuyoruz. «Tatlı Hatıralar» ı manevî zevk duyguları içinde okuyacaklarından eminiz.
Ubeydullah Küçük
Tayyibetü’l – Ezkâr
Rahman ve Rahıym Olan Allah’ın İsmiyle Başlarım
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd ü senalar ve Efendimiz Hazret-i Muhammed’e, Âline, Ashabına Salât-u Selamlar ettikten sonra:
Malûmunuz olsun ki, bu risalenin muharriri abd-i fakir serzâkiran-ı Koca Mustafa Paşa Derviş Ahmed Peşkârîzâde, Allah’ın inayetiyle ve evliyaullahın sayesinde 1206 (Hicri) senesinde, merhum Mollacıkzâde İshak Efendi Hazretlerinin oğlu Mehmed Ataullah Efendi Hazretleri Medine-i münnevvere kadısı iken onun maiyetinde tamam bir sene o mübarek şehirde mücavir (Resulullaha komşu) olarak yaşadım. Ve bu beldenin her bir hakikatine vakıf oldum. Kimini bizzat kendim gördüm, kimini başkalarından dinledim. Bu öğrendiklerimi kaleme alıp din kardeşlerime de duyurmak istedim; ta ki, okuyan ihvan (kardeşler) aşk ve muhabbete kapılıp ziyarete gayret etsinler. Oralara gitmeye muvaffak olanlar yahut şu risalemi okuyup manevi bir zevk duyanlar, bu esnada bol bol Salavat-ı Şerife getirenler bu biçare Derviş Ahmed’i de yad etsinler, hayır duada bulunsunlar. Cenab-ı Mevla risalemi okuyan kardeşlerimi yakın bir zamanda o mukaddes diyarın ziyaretiyle sevindirip şereflendirsin…
BİRİNCİ BAB
Medine Harem-i Şerifinin Vasfı
Malûmunuz olsun ki, Medine-i münevvere «Harem-i Şerifi»nin (Peygamberimizin mübarek camiine Medine Harem-i Şerifi denir) dört kapısı vardır. Biri «Babü’s-selâm», biri «Babü’r-rahme» biri «Babü’n-nisa» biri «Bab-ı Cibril»dir. İki penceresi vardır: Biri «Cibril» biri «Muvacehe»dir.
Harem-i Şerif, uzunluk ve genişlik itibariyle Ayasofya Camiinden büyüktür. Lakin yarısı çatı ile örtülüdür, yarısının üstü açıktır. Kapalı olan kısım da, açık olan kısım da camidir. Mescid-i Şerif içinde Hücre-i Şerif (Ve içinde Peygamberimiz ile Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in kabirlerinin bulunduğu türbe) çepeçevre kafes biçiminde madeni bir parmaklık (Şebike) ile çevrilidir. Minber ile bu parmaklık arasındaki kısma «Ravza-ı Mutahhare» adı verilir. Peygamberimizin mübarek başları bu taraftadır. Muvacehe-i şerif denilen pencere, Resulullahın sağ taraflarında bulunur. Harem-i şerifin hizmetiyle ve bekçiliğiyle vazifeli «Ağaların bulunduğu yere «Tekye» denir. Sol taraflarndadır. Peygamberimizin ve iki dostunun türbesinin etrafındaki parmaklığın iç kısmı «hücre-i şerif» adını taşır. Bu bölüme ancak sâhib-i feraset (*) ve diğer bazı vazifeli olanlar girebilirler. Başka hacılar ve halk parmaklık dışından, muvacehe penceresinden türbeyi ziyaret ederler. (Parmaklık içindeki türbenin dört tarafı duvarla örtülüdür, duvarlar Kabe örtüsüne benzeyen üzeri sırmayla işlenmiş değerli bir kumaşla kaplıdır.)
(*) Feraset.- Kabe ve Peygamber türbesi hademeliği, orayı süpürme işi ve sıfatı. Eskiden bu iş beratla insanlara verilir, onlar da her yıl oraya para ile birer vekil gönderirlerdi. Padişahın bu iş için gönderdiği vekile, ferâset-i şerife vekili denir ve bu ötekilerin başı olurdu.
Harem-i Şerifin dört mihrabı vardır: Mihrab-ı Nebi aîeyhisselâm, Mihrab-ı Süleyman aleyhisselam, Mihrab-ı Osman radıyallahu anh, Mihrab-ı Teheccüd… Mihrab-ı Nebi ve Mihrab-ı Süleymani’nin sağ ve solunda birer kapı vardır ki, Muvacehe-i şerife açılır. Muvacehe-i Şerif tarafı Babü’s-selam’dan huzura varıncaya kadar mermerle döşelidir. Babü’s-selam’ın solundan Muvacehe-i saadete varıncaya kadar bir buçuk zira’ yüksekliğinde üç kat ferraşin dolabıyla kesilmiştir. Sağ tarafı Mihrab-ı Osmani tarafıdır. Namaz kılınırken hacılar Babü’s-selam’dan doğru muvacehe-i şerife giderler. Namaza engel olmazlar. Zira cemaatin başları görünür, dolaplar bir set teşkil ederler. Eğer cemaat çok kalabalık ise, imam Mihrab-ı Osmani’de namaza durur. O zaman namaz kılınırken Babü’s-selam’dan kimse giremez. Mihrab-ı Nebi, türbenin parmaklıkları ile minber arasındadır. Bu kısma ravza-i mutahhare derler. Mihrab-ı Nebi’nin kapılarında şu hadis-i şerifler yazılıdır: “Benim kabrim ile minberim arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir. »Beni ölümümden sonra ziyaret eden sanki hayatımda ziyaret etmiş gibi olur» Mihrab-ı Süleymani minberin öteki tarafındadır. iki kapı da orada vardır. Birinde “Benim kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip olur» hadis-i şerifi yazılmıştır. Diğerinde “Biz seni müjdeleyici ve korkutucu bir Peygamber olarak gönderdik» mealindeki ayet yazılıdır.
Muvacehe-i Saadet üzerinde “Muhakkak ki, ameller niyetlere göredir- hadis-i şerifi yazılmıştır.
Harem-i Nebevi’de 637 kandil vardır. 226’sı yanar geri kalanları durur. 312 direk vardır. 227’si bayağı direktir. 27’si kaşî direktir. 57’si mermer direktir. Gayet latifdir. Bu mermer direkler Ravza’da ve Muvacehe’dedir. Kâşîler ağalar tarafındadır. Geri kalanı etraftadır. 5 minaresi vardır. Hepsinin en büyüğü «Reisiye» denilendir. Kapısı Muvacehe’ye karşıdır. Ezana ondan başlanır ve yine onda bitirilir.
İKİNCİ BAB
Hücre-i Şerifin Vasfı
Malûmunuz olsun ki, Hücre-i Şerifin kapisi 4 adettir. Biri Bab-ı Fatımatü’z-Zehra’dır. Biri Bab-ı Sami’dir. Biri Bab-ı Ravza-i mutahhare’dir. Buna Bab-ı Tövbe, Bab-ı Vekur dahi denir. Biri Bab-ı Muvacehe veya Bab-ı İcabe’dir. Hücre-i Şerifin etrafını çeviren parmaklıkların içine giren kimse «Arş’tan ve Kürsi’den şerefli olan yere girdim» diye yemin etse doğrudur. Zira, 4 hak mezhepte de Hücre-i Saadet’in içi Arş’tan ve Kürsi’den yücedir diye fetva verilmiştir.
70 kandil vardır ki, Şebike derununda (parmaklık içinde) yanar. İki büyük altun şamdan vardır. Biri Efendimizin baş tarafında, biri mübarek ayakları tarafında her gece yanar.
ÜÇÜNCÜ BAB
Hücre-i Şerif Hizmeti
Malûmunuz olsun ki, evvela hergün sabah namazından sonra mücavir ferrâşin ve bazı ehl-i muhabbet Harem-i Şerifin son kısmında yağ hazinesi denilen yere giderek bir araya gelirler. Dua edildikten sonra herkesin eline bir küçük bakraç yağ ve bir deste yağlı fitil verilir. Dört kimseye de birer yaldızlı ibrik ile zeytinyağı verilir. Sonra herkes salat-u selam getirerek Ravza-i Mutahhare’ye yönelirler. Bu esnada nöbetçi ağalar makamlarından kalkarak ellerinde birer ucu çengelli asa olduğu halde ferrâşların önüne düşüp salat-u selam söy-liyerek kandilleri birer birer indirip, ferrâşların önüne tutarlar. Onlar da eski fitilleri alırlar yerine yeni fitil koyup geçerek vazifelerini yerine getirirler. Daha sonra işrak (kuşluk) namazı kılınır, dağılırlar. Sonra kennaslar (süpürücüler) gelirler, Harem-i Şerifi süpürmeye başlarlar.
«Tamir» denilen Hücre-i Saadet’teki kandillere yağ koyma işi tamam olunca ayakta hazır bekleyen ağalar «Ya Kennas!» diye nida ederler, cümlesi birden Hücre-i Şerife girerler, tevhid ederek (kelime-i tevhid getirerek) süpürürler. Sonra cümle ağalar gelip rütbelerine göre ayakta hazır bulunurlar. Eğer içlerinde cürüm işlemiş birisi varsa amiri önüne getirirler. Bir miktar nasihatten sonra değnek vurulmasını emreder. Hemen o zaman iki kişi tutarak; huzura karşı mum hazinesi denilen yer vardır, onun içine götürüp falakaya koyarlar. Ağalar kapı dışında ayakta dururlar. Önce dua edilir, sonra Kelime-i Şehadet getirerek vurmaya başlarlar. Cürüm sahibi «Aman ya Resulallah!… Salli alen Nebi!…» diye feryat eder. Eğer bir kimse rica ederse kabul edilir. Etmezse Fatiha okuyuncaya kadar döverler.
Bu işlerden sonra o gün nöbetçi olan ağalar «Ashab-ı Suffe» mahallinde huzura karşı otururlar. Geri kalanları birer birer gelip Mihrab-ı Teheccüd’ün sağ tarafında bir direk vardır, bu direğe bir kere sırtlarını vurup, yaşlı ve kıdemli ağaların ellerini öper yemeğe giderler. Buna destur tabir olunur.
DÖRDÜNCÜ BAB
Gece Hizmeti ve Kandil
Uyandırma (Yakma) Adabı
Malûmunuz olsun ki, akşama yarım saat kalınca cümle ferrâşin ve ehl-i muhabbet birer bol yenli hırka giyip belinden bir şey bağlayıp hazır ve âmâde olurlar. Akşama 10 dakika kalınca, Harem-i Şerifin muvakkıti (namaz vakitlerini ve takvimi tespit eden vazifeli) tayin olunan ferrâşa işaret eder, o dahi yerinden hareket edip hazır bekleyen diğer ferrâşlara yüksek ses ile bir kere «Bismillah!…» diye nida eder. O zaman cümlesi birden sür’atle Şeyhü’l-Harem’in önüne varıp huzura karşı ayakta dururlar. Ferraşların şeyhi (reisi) gelip dua eder. Fatiha’dan sonra mum hücresinden iki büyük altın şamdan ile balmumlarını, birini Şeyhü’l Harem’e ve birini Naibü’l Harem’e verip gereken edeb ve tazim ile Hücre-i Saadet’e sokup birini baş tarafına, birini ayak uçlarına koyar. Peygamberin eşiğine yüz sürüp salat ve selam ederek dışarı çıkarken kandil uyandırmak için iki kimsenin ellerine birer ucu eğri şem’a verirler ve bir de helvacı külahı gibi bakırdan dökme bir şey verirler ki, şem’ayı içine tutup yere damlamaması için… Biri sağ taraftan ve biri sol tarafından dahil olup salat-u selam ederek büyük hürmet ve ululama ile hizmet ederler. Dışarıdaki kandilleri öteki ferrâşlar yakarlar. Bundan sonra ezan başlar. Namaz kılındıktan sonra herkes yerine gider.
BEŞÎNCİ BAB
Gece Hizmetleri
Malûmunuz olsun ki, yatsı namazı kılınıp cemaat gittikten sonra cümle ağalar ellerine birer güveyi feneri alıp teker teker Harem-i Şerifi köşe köşe gezerek Babü’s-selam’a gelip kaparlar. Eğer içeride bir kimse görseler «Bismillah!…» diye hitap ederek dışarı çıkarırlar. Zira Harem-i Şerifte dünya kelamı olmaz. Eğer Hücre-i Şerifte bir kimse olursa «La ilahe illallah!..» diye hitab ederler. Bu şekilde kapıları kapatırlar ve Babü’r-rahme önünde toplanıp huzura karşı yönelmiş vaziyette içlerinden birisi yüksek sesle bir kere salat u selam getirir, sonra cümlesi birden bir «Gülbank-i Muhammedi» çekerler ki, insanın her bir tüyü elbisesinden ok gibi dışarı çıkıp kalbi taştan olsa yağ gibi erir. Öyle heyecan ve heybet verici olur ki, insanın hislenmemesi imkansızdır. Sonra herkes yerlerine gider yatarlar.
Harem-i Şerif vazifelilerinin yattığı yer Babü’n nisa önündeki üstü açık meydandır. Huzura karşı orada yatarlar. Birer çadır gibi bezden şeyleri vardır. Başlarını Ravza-i mutahhareye verip imamelerini (Başlıklarını) çadırın tepesine koyup yan bedenleri çadır altında, yarıları dışarıda öyle yatarlar. Bir kimse dışarıdan görse saf saf kıyamda durduklarını zanneder. Zira kavukları çadırın tepesinde olduğundan her biri ayaktaymış gibi görünür.
Vakta ki, güneşin doğmasına üç saat kalır, müezzinlerin reisi dış kapı önünde bir kere «La ilahe illallah» diye nida eder. İçerideki nöbetçiler bunu duyunca «Muhammedur resulullah.. » diye seslenirler ve sonra kapıyı açarlar. Müezzin gelip huzurda minare kapısı önünde Muvacehe’ye karşı durup tazim ve aşkla bir kere salât u selam eder. Fatiha okur ve minareye gider. Orada okunan salat* şudur. «Allahümme salli ve sellim ve zid ve en’im ve barik ala es’adil-Arab ve’l acem ve Imamit – tayyibe vel-Harem Seyyidina ve Mevlana Muhammedin ve ala âli Seyyidina Muhammedin ve sellim ve radiyallahu teâlâ an küllis-sahabeti ecmain…»
Bunu okuduktan sonra «El – Fatiha» diye nida eder. Buna «Destur almak» tabir olunur. Sonra minarede tesbih ve tehlil okumaya başlar. Herkes evlerinde uykudan kalkar. Tesbihten sonra bir ezan okur ki «İlk ezan» derler. O anda bütün Medine halkı, hatta çocuklar bile Mescid-i şerife gelirler. Kimi Kur’an okur, kimi nafile namaz kılar, kimi tevhid (zikr) eder… Kimisi de ağlar. Bir mehabet, bir inilti, bir halettir ki, o manzarayı söz ile tarife imkan olmaz.
Ezandan sonra müezzin sala okur. Ta fecir oluncaya kadar. Fecir vakti olunca bir ezan daha okur ki ona «Vakt ezanı» derler. Bundan sonra müezzin iner tekrar huzurda bir «Fatiha» der. Bunu takiben cümle cemaat sünnete başlarlar. Sünnetten sonra kamet getirilir, şafii mezhebinden olanlar imamlarının arkasında sabahın farzını kılarlar. Çünkü şafiiler sabah namazını cümleden (diğer üç hak mezhebten) önce kılar. Hatta hanefilerle aralarında bir saatten ziyade fark eder.
Şafiiler selam verdikten sonra dersler başlar. Mektepler ve hıfza çalışanlar o zaman okurlar. Hanefi vakti girince ağalar ”Sala” diye nida ederler. Sonra kamet getirilir, namaz kılınır.
Harem-i Şerifin beş minaresi vardır. Her minarenin yedişer müezzini bulunur. Tamamı 35 müezzindir. Kennas denilen kayyumlar vardır. Vazifeli 25 hanefi imam bulunur. Şafii mezhebinden 12 imam, Hanefi 20 hatip, Şafii 10 hatip, Maliki 1 hatip, Hanbeli mezhebinden 1 hatip vazifelidir. Beş vakit namaz iki mihrapta kılınır. Biri Mihrab-ı Nebi, diğeri Mihrab-ı Süleymanîdir. Birinde Şafiiler; diğerinde Hanefiler kılar. Lakin nöbetle kılarlar. Mihrab-ı Nebide bir gün Şafiiler, bir gün Hanefiler kılar. Mihrab-ı Süleymani’de de aynı şekilde bir onlar, bir gün onlar… Mihrab-ı Osmani’de hac vakti ve Mirac’ta kılınır. Zira o zaman cemaat çok olduğundan böyle gerektir. Cenab-ı Hak bu satırları okuyan kardeşlerimi yakında bu mübarek beldenin ziyaretiyle sevindirip şereflendirsin. Amin…
ALTINCI BAB
Hücre-i Saadet’in Yıkanması
Malûmunuz olsun ki, Hücre-i Saadet senede üç kere yıkanır. Birisi Rebiülevvel ayının dokuzunda, birisi Recep ayının yirmibirinde, birisi de Zilkade ayının onsekizinde. Bir gün kandilleri, bir gün Hücre-i şerifi yıkarlar.
Hücre-i Şerifin yıkanması merasimi: Malûm ola ki, evvela Hücre-i Şerifin ağalar tarafında olan ve Bab-ı Şâmi tabir olunan kapısı açılır; ağalar üç bölük olup yıkarlar. Bir bölüğü bıçak şeklinde demirler ile kazırlar, bir bölüğü hurma dalından süpürge ve su ile yıkarlar ve bir bölüğü büyük süngerler ile silerek saf saf birbiri ardınca adap ile bu temizlik işini yapıp bitirirler. Bu esnada hasıl olan suyu Hücre-i Şerif dışında bekleyen Peygamber aşıkları ehl-i muhabbet şeker şerbeti gibi nûş ederek yüzlerine gözlerine sürerler. Hücre-i sâadet. hizmetine bakan ağalar, bazı ehl-i muhabbete ve beldenin ayan ve eşrafına hediye götürüp karşılığında azim bahşişler ve menfaatler alırlar.
Yukarıda anlattığımız şekilde Hücre-i saadet yıkanırken cümlesi bir ağızdan yüksek ses ile: «La ilahe illallah Muhammedür-Resulullah» diye zikr ederler. Dışarıdaki ziyaretçiler de bir ağızdan salat u selama başlarlar. Harem-i Şerifin (Caminin) içi öyle bir hal alır ki, orada bulunan herkesin vücutlarına bir titreme, bir sarsılma gelir, gözlerinden yağmur gibi yaş akmaya başlar. Bir mehabet, bir dehşet bir safa-yı ruhanîdir ki, anlatmak mümkün değildir. Mutlaka görüp yaşamak gerektir. Hemen Hak Teâlâ Hazretleri cümlemize o zevkle zevklenmek nasib buyursun. Amin…
YEDİNCİ BAB
Sultan-ı Enbiya Efendimizin Hizmetkârları ve Ağalar
Malûmunuz, olsun ki, Resullah Efendimizin (cami ve türbesinin) hizmetleriyle meşgul olan seksen ağa vardır. Kırkı acemidir, yani battal tabir olunur. Kırkı da hubzî denilen hizmet ehilleridir. Eğer biri ayrılırsa battallardan birini yerine koyarlar. Hubzi tabir olunan kırk ağanın on altısı Peygamber Efendimizin kapıcılarıdır. Bu bevvab denilen hizmet erbabına Şeyhül-Harem de dahildir. Bu onaltı bevvabm dördü zabittir (amirdir) ve yol ile olurlar. (Belli bir usul ve kaideye göre). Bunlar; Naibül-Harem, müsteslim-i Harem, hazinedar-ı Harem ve nakib-i Harem’dir. Ve bu onaltı bevvab nöbetle gecede dörder kişi Hücre-i Saadette hizmet ederler. Bir gün ve bir gece her ne fütuhat olursa nöbetçi ağalarındır, ona kimse karışmaz, hatta Şeyhül-Harem dahi onların biridir. Lakin bu dört zabit yol ile bu mevkie geçerler. Ama Şeyhül-Harem başka… Dışarıdan gelir. Adab ve erkanına hiç söz olmaz. Bu dört bevvab-ı Nebi’den gayri olan ağaların gerek acemiden ve gerek Hubzi’den her gün yirmibeş ağa Ashab-ı Suffe makamında iki diz üzere huzura dönük oturup kimi tilavet, kimi zikr ile meşgul olur. Gayet mübarek adamlardır. Leyi ü nehar (gece gündüz) onların dua ve muhabbeti üzerimize lazımdır. Allahu Teâlâ muhabbetleriyle kalbimizi doldursun. Amin..
SEKİZİNCİ BAB
Ferrâşiyet Hizmetine dair
Malûm ola ki, ilk başta konulan ferrâşiyet, her bir ferrâşiyet yirmi dörder kırat olmak üzere yüz kırk ferrâşiyettir. Bu yüz kırktan birisi yirmidört kırat olarak taht-ı padişahiye bağlıdır. Ve nısıf (yarım) ferrâşiyet — ki oniki kırattır — Mekke şerifine bağlıdır. Dörtte bir ferrâşiyet — ki altı kırattır — Hücre-i Sâadette ferrâşlara bağlıdır. Diğer çeyrek ferrâşiyet altı kırattır ve Nakib-i Ferrâşin’e bağlıdır Geri kalanlarının her biri kıratı altışar, yedişer, sekizer ferrâşiyet olarak üç-beşbin ferrâşiyet olup tekessür etmiştir. Herkesin bu devlet ile şereflenmesi için Yüce Osmanlı Devleti böyle olmasını uygun görmüştür. Cenab-ı Mevla, Peygamberimizin hürmetine bu devlet-i aliyyeyi, gelip geçecek çağların sonuna kadar devam ettirsin. Amin…
DOKUZUNCU BAB
Cuma Adetleri ve Cuma Namazı
Malûmunuz olsun ki, Cuma günü ezana bir saat kalarak müezzinler minarelerde salât u selâm okumağa başlarlar. Şehir halkının hepsi fevc fevc (akın akın) Mescid-i Nebevi’de toplanır, huzura (Peygamberimizin türbesine) karşı kimi nafile namazla kimi Kur’an okumak, kimi zikr ü tesbih ve tehlil ile meşgul olurlar. Müezzinler mahfelinde devr-hân (Kur’ an-ı Kerimin devamlı olarak hiç durmadan okunması) makamında birer müezzin nöbetle kaimen (ayakta dikilmiş olarak) huzura karşı yüksek ses ile «esselatu vesselamu aleyke ya Resulallah!» diye feryad ederler. Ta ezan vakti yaklaşıncaya kadar. Vakta ki ezan vakti girer bütün minarelerden ezan-ı Muhammedi okumağa başladıkları gibi cemaat sünnete başlarlar. Ezanlar tamam olunca herkes sünneti kılıp tamam ederler. Ezan biter bitmez hatib efendi huzur-ı saadette efendimizden destur alıp üç ayet-i kerime ve «innallahe…» kıraat ederken minber-i şerife tayin olan ağalardan birisi gelip büyük bir tazim ve hürmet ile minberin perdesini kaldırır, kapısını ve sağ ve solundaki sancakları açar. Minber hatib efendinin çıkmasına hazır olunca mahfel-den müezzinler salat ü selama başlarlar. Hatib efendi huzur-ı saadetten minbere yöneldiğinde önünde bir elinde asa bulunan çorbacı ve bir de minber müezzini denilen bir kişi elinde kılınç ve boynunda rida… Hatib başını şal ile örtmüş ve yanında bu zatlar olduğu halde ağır ağır âdâb ile gelip minber kapısından girip bir kaç basamak çıkıp oturur. Bundan sonra mahfeldeki müezzinlerin hepsi birden ayağa kalkar dururlar. Hatib efendinin önünde gelen müezzin minber kapısında hatib efendiye dönüp «Allahu ekber Allahu ekber…» diye ezana başladığı gibi mahfelde hazır olan müezzinlerin cümlesi bir ağızdan «Allahu ekber Allahu ekber…» diye ezan okumağa başlarlar. Bir aşağıdan bir yukarıdan bu üslub (bu şekil) ile tamam ederler. Sonra baş müezzin lağv (Cuma hutbesi esnasında susmak ve dinlemek) hakkında olan hadis-i şerifi kıraat edip sükût ederler. Hadisin meali şudur: «Hutbe okunurken birisi (yanındaki) arkadaşına sus (bile dese) kendisi susmamış olur. Hutbe okunurken sükûta riayet etmeyenin cuması yoktur.» ı’Tirmizi).
Bunu takiben hatib efendi hutbeyi okumağa başlar. Müezzinler tardiye (**) ve tasliye (**) ederler. Sonra namaz esnasmda hep birden tekbir alırlar. Selamdan sonra “Ya Rab, iğfir…» okurlar. Ayetül-Kürsi, tesbihat ve amin hep beraber sesli okunur. Hatta duadan evvel «Ya Latif… Ya Kâfi…» okurlar. Ama bunların böyle sesli okunması cumaya mahsustur. Diğer vakitlerde tekbirden başkası gizli (içten) okunur.
Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevi’de (Peygamber camisinde) Cuma namazının kılınması öyle bir topluluk ve meclis teşkil eder ki, herkes kendisinden geçer, bir ruhani (manevi) , zevk hasıl olur ki, dil ile anlatmak mümkün olmaz
( *) Tardiye: Radiyalîahu anh, diye duada bulunmak.
(**) Tasliye: Salat ü selam getirmek.
Mutlaka görmek gerektir. Hatta Medine’liler arasında öyle meşhurdur ki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem teklifsiz olarak beş vakit namazda cemaatte hazır bulunurlar diye uleması ittifak ediyorlar. «Zira biz ehl-i sünnet Müslümanlarının inancına göre Peygamber Efendimiz (Aleyhissalatu vesselam) kabrinde diridirler» derler.
Mü’min kardeşim… Hele bir düşünsene sen bu aleme niçin geldin? Bunca sene ömür tükettin. Geçim düşüncesi, uzun emel ve hayaller ile vakit geçirdin… Seninle gitmeyecek ve seni terk edecek şeylerin sevgisiyle oyalandın. Makam, mevki, mal, evlad gibi dünya zenginliklerinin sana fayda vermeyeceği bir vakit gelecektir. Bu, can verme vaktidir. Kimse o anda senin halini anlamaz, kimse sana imdad edemez. İşte o zamanda, kurtarıcımız olan Resul-i Ekrem ve Nebiyy-i muhterem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ziyaretine gitmemiş olmak kişiye büyük elem ve gam sebebi olur.
Ashab-ı kiram ve büyüklerimiz «Ey Sevgili Peygamber… Anam, babam, malım, çoluk çocuğum, ailem hep sana feda olsunlar!…» dememişler midir?
«Sen hemen gir yola, Allahu veliyyüttevfik (Allah başarı verir)…» Böyle de ve bir gün ol makama yüz sürüp ol cemaate katıl… Öyle bir cemaat ki, safın başında onsekiz bin alemin fahri Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz vardır. öyle bir yerde secde edeceksin ki, onun hakkında “Cennet bahçelerinden bir bahçedir…» hadis-i şerifi söylenmiştir. Bu saadete eren bir kimsenin dünya ve ahireti mamur olmaz da kimin olur?… Hatta Medine uleması, şu hadis-i şerifi zikr ederek büyük bir müjde daha vermektedirler: «Benim kabrimi ziyaret eden üzerine şefaatim vacib olur», yani şefaat etmem gerekir… Bu hadisteki müjde söyle açıklanıyor: Peygamberin şefaati mü’minler, yani iman ile göçenler içindir. Demek ki, kabrimi ziyaret eden ümmetim elbette iman ile giderler manasına gelmektedir. Peygamberimiz Muhbir-i sadıktır yani haber verdiği her şey doğrudur; Sadıkulva’dül emin’dir; yani haber verdiği her şey doğrudur, emindir.
Ölürken iman ile gitmek isteyen, maazallah (Allah saklasın) kötü bir şekilde ölmekten kurtulmak isteyen kimseler için bu hadis-i şerif ne büyük bir müjde ihtiva etmektedir.
Allah’a yemin ederim ki, her kim katışıksız (halis) bir niyet ile teveccüh ederse (yönelirse) fakir ise zengin olur, hasta ise şifa bulur. Suçlu ise affolunur. Güç işleri kolaylaşır, zelil ise aziz olur, her (meşru) arzusu hasıl olur… Cenab-ı Mevla bu risaleyi aşk ile kıraat eden kardeşlerime aşk-ı Muhammedi’yi ihsan edip keremiyle her birini o saadete mazhar eyleye. Amin. Bu biçareyi hayr ile yad edenlere cemalinin niyetiyle ikram eyleye… Amin. Bu fakirin meramı sadece din kardeşlerimi teşvik ile hac vazifesini eda etmeleridir. Bu farzı yerine getirmeyenler hakkındaki hadislerin tehdidinden kurtulup halas bulanlar zümresine girmelerini niyaz ederim. Bu risaleyi bu maksadla kaleme aldım. Cenab-ı Mevla tesirini yaratıp cümle ümmet-i Muhammed’i ve bu biçareyi iki cihanda sevindirsin ve niyetimle me’cur eylesin. Amin.
ONUNCU BAB
Mevlid-i Şerif Merasimi
Malûm ola ki, Mevlid gecesini. ihyadan sonra (rebiülevvelin 12’ci günü) sabah namazından sonra Babü’n Nisa önündeki meydana bir kürsü koyarlar. Muvacehe Penceresi karşısıdır. Medine’nin bütün eşrafı (ileri gelenleri) şehrin kadısı, Şeyhül-Harem ve sair ağalar, zabitân mertebe ve rütbelerine göre otururlar. Ziyaretçiler ve halk etrafına toplanırlar. Öd ve amber buhurları göklere yayılır. Mescid-i şerifin içi gül suları ile kokulandırılır. Hatiplerden beş kişi nöbetle kürsüye çıkarlar Arapça mevlid okurlar.Duadan sonra şerbetler içilir, herkes evlerine gider. Bu iş güneşin doğuşundan, kuşluk vaktine kadar tamam olur. O gün dükkanlar açılmaz, dersler okunmaz, kimse işiyle meşgul olmaz. Toplar atarlar, şenlikler ederler, büyük küçük güzel elbiselerini giyip birbirleriyle tebrikleşirler. Medine halkı bu mübarek güne büyük ehemmiyet verir çok hürmet gösterirler. Şehir ahalisi arasında «Büyük bayram» budur. Zira bu günde Fahr-i Alem Efendimiz dünyayı şereflendirmişlerdir. Öyle bir gün ki, alem yeniden can bulmuş, cihan O’nun nuruyla ışıklanmıştır. Diğer mübarek geceler, Ramazan, bayram, hac, kurban bunların hepsi o Yüce Peygamberin hürmetine ihsan olunmuştur… Kur’ân-ı Kerim O’na nazil oldu. Böyle kadri yüce bir zatın teşrifi günü büyük bayram olmaz da ne olur?… Bugün de bütün dünya meşgalelerinden el çekip sevinç göstermek cümle ehİ-i imanın boynuna borçtur. Medineliler de öyle ederler. Zevk u safa bulurlar. Arap kabileleri arasındaki güzel adet ve işlerdendir. Allah cümlemizin kalbinde aşk-ı’ Muhammedi’yi artırsın. Amin…
ONBÎRİNCÎ BAB
Receb-i Şerif Merasimi
Malûm ola ki, Receb-i şerifin 12’nci gecesi Medine halkı Hazret-i Hamza radıyallahu anh’ in türbesi yanında toplanırlar. Burası Medine-i münevvereye insan yürüyüşüyle birbuçuk saat uzaklıktadır. Uhud dağı yakınıdır. Hazret-i Hamza’nm türbesi müstakildir. Etrafı diğer Uhud şehidlerinin kabirleriyle çevrilidir. Bu savaşta Peygamberimizin dişleri kırılmıştı, onlar da orada gömülüdür. Kıblenin Kudüs’ten Mekke’ye tahvil edildiğini bildiren ayetin geldiği yer olan iki mihraplı cami oraya yakındır.
Medine halkı etrafa çadırlar kurup sabaha kadar şenlikler edip dualar ederler. Gerek şehirde, gerek etrafta bulunan çocuklar o gece fişekler atıp hacıların ve sürrenin selameti için duada bulunurlar. O gün İstanbul’dan sürre alayı Üsküdar’a geçer. Bir güzel adettir. Allah cümlemizi o meclise dahil eylesin. Amin.
Malûm ola ki Receb ayının 23’ünde civardaki Arap kabileleri güruh güruh gelmeye başlarlar. Üç gün, üç gece öyle kalabalık olur ki, hac vaktinden fazla olur. Hatta gerek kale içi, gerek harem-i şerifin içi bir insan denizi haline gelir. Ortalık inil inil inilder. Bunlar öyle aşıklardır ki, vasfa gelmez ve belde halkı bunlara «rikâb» tabir ederler. Hepsi hecinleriyle gelirler. Çoluk çocukları yanlarında, nafakalarıyla birlikte… Kimi Yemen’den, kimi Mekke’den, kimi Taif’ten, kimi Doğu’dan, kimi Yembo’dan, Avalim’den, Küba’dan fevc fevc… Şeyhler kabile kabile yüzleri tozlanmış, gözlerinden yağmur gibi yaş akarak kasideler okurlar, «Essalatu vesselamu aleyhe ya Şefielmüz-nibîn ya Resulallah el aman!» diye feryad-u figan ederek Harem-i şerife dahil olurlar. Yüzlerini sürerek huzura varıp yüce eşiğe sarılıp o derecede ağlarlar ki insan tahammül edemez. Bir adamın kalbi taş olsa yağ gibi erir. Bu hava içinde üç gün üç gece Harem-i şerifin içinde halka halka huzura karşı otururlar. İçlerinden birisi arabi elhan ile peygamberimizi öven bir şiir okumaya başlar. Cümlesi bir ağızdan ağlayarak «Merhaben bik ya Muhammed, merhaben merhaben!… Merhaben ya hilâl…» diye niyaz ve tazarru ve istirhama başlarlar. Harem-i şerifin içinde hazır olanların vücudlarına, ellerinde olmaksızın bir titreme gelir. Her bir kılı ok gibi elbisesinden dışarı çıkıp gözlerinden akan yaş tarife sığmaz. Kimse takat getiremez. Üç gün üç gece bu hal üzre olurlar. Dördüncü gün ki, Mi’rac gecesidir, ikindi namazından sonra Bâbü’r-rahme önünde huzura karşı bir kürsü koyup Peygamberimizin mucizelerine ve Mir’aca dair dini şiirler okunur, konuşmalar yapılır.Şehrin bütün ileri gelenleri hazır bulunur. Harem-i şerifin içi ve dışı ve o meydan o kadar kalabalık olur ki iğne atsan yere düşmez. Güneş batıncaya kadar salat-u selam ederler. Öyle heybetli bir meclis olur ki, vasfa gelmez. Arafat’taki hacılar misali… O gece de önceki gecelerdeki gibi ayinler yaparlar; şafii vaktinde sabah namazını kılarak cümlesi birden hecin develerine binmiş oldukları halde sabaha bir saat kala ağlayarak «Elveda ya Muhammed elveda» diye kasideler okurlar, tazarru ve niyazda bulunurlar ve beldelerine dönerler. Bütün belde halkı karşılamaya çıkıp bunların ah u eninlerinden duygulanıp ağlaya ağlaya evlerine dönerler. Belde içinde o gün kimse kalmaz. Ayrıca bunların vilayetlerine varıp tebrik ederler… Araplar buna hacc-ı Nebi diyorlâr. Senede bir kereye mahsus Efendimizi ziyaret için gelirler. Bu ziyaretin güzel bir iş olduğunda şüphe yoktur. Hemen Cenab ı Mevla kalbimizde Resulullah aşkını an-be-an-çoğaltsın.
ONÎKÎNCI BAB
Şaban Ayı ve Berat Gecesi
Malûm ola ki, Şaban ayının 15’inci gecesi Medine’nin bütün çocukları renkli kağıtlar ve teller ile süslü fenerler tedarik edip şehirde dolaşırlar. Bu fenerlerin her birisi 30, 40, 50 paraya alınır. Herkesin anası babası, fakir olsun zengin olsun alıverirler. Yetim olanlara zenginler alıverirler. Fener alayı yapıp bütün şehri devrederler. Her evden şem’a vs hurma verirler. Böylece çocukların gönlü hoş edilir ve yine adı geçen ayın 29’ncu günü bütün çocuklar şöyle bir merasim yaparlar, içlerinden birisi şeyhül-harem, biri kadı, biri hac emiri olur ve sur dışında mükemmel bir alay teşkil ederek Ramazan-ı şerifi içeri getirirler. Bu da Medine’nin kendisine mahsus bir merasimi, oradaki çocukların bir adetidir. Bu güzel şeyi Allah cümleye görmek nasip eylesin. Amin…
ONÜÇÜNCÜ BAB
Ramazan-ı Şerif
Malûm ola ki Ramazan-ı şerifte cümle Medine halkı Harem-i şerifte oruç açarlar. Evlerde o zaman bir erkek kalmaz. Taamları (yemekleri) hatunlar âmâde ederler (hazırlarlar). Herkes Harem-i şerifte akşam namazını kılar, misafir varsa alıp evlerine gelerek yemeklerini yerler. Yatsı namazı gelinceye kadar istirahat ve sohbet ederler. Medine Harem-i şerifinde akşamı beklemek, vakit gelince iftar edip namaza başlamak öyle zevkli ve ruhaniyetlidir ki vasfa gelmez.
Akşama yarım saat kala sakalar mahzenlerde muhafaza edilen buz gibi «Ayn Zerka» suyunu getirip herkesin önüne üçer beşer küçük testi ile koyarlar. Evli olanların hanelerinden oruç açmak için iftar sofraları gelir, bunlar da önlerine konur. Bir tepsi içinde ufak tabaklarla börek, peynir, hurma, helva… Üstleri örtülüdür. Bu minval üzere herkes huzura karşı yönelik vaziyette beklerler. Bu esnada kimi Kur’ân okur, kimi Delâil-i Şerif okur, kimi zikr eder, kimi boyun eğip ağlar… Harem-i Şerifin içi öyle bir hal alır ki, insan takat getiremez. Nur-i Muhammedi’nin parıltıları ortaya çıkar. Güneş batınca ezanlar okunmaya başlar, herkes sağında ve solunda olanlara «Tefaddal ya ahi» (Buyrunuz kardeşim) diyerek iftar ederler (oruç açarlar). Üç-beş dakika kameti geciktirirler. Bu esnada garip ve fakir kimseler gelirler. İftar sofralarındaki yiyecekleri onlara taksim ederler, onlar da sebeblenirler. Sonra kamet getirilir… Namazı kılarlar. Namazdan sonra herkes evlerine giderler, safalarında olurlar. Bu iftar Harem-i Şerifte üçyüz yerde olur. Hali vakti yerinde olanlar bir-iki lokma ile oruçlarını açarlar, sofralarda kalanlarla da fakir fukara karnını doyurur. îyi bir adettir. Zira Ramazana yakın etraftan bir çok fakir ve garip muslümanlar Medine’ye gelip toplanırlar. Benim zannıma göre, Medineliler bu fakir ve garip din kardeşlerinin karınlarını doyurmak maksadı ile Harem-i şerifte oruç açma adetini koymuşlardır. Hatırıma gelen fikir budur. Çünkü bu kadar çok fakiri evlere götürmeye imkan yoktur. Benim düşüncem budur. Ama bu zannım gerçeğe uymasa bile güzel bir adettir.
ONDÖRDÜNCÜ BAB
Teravih Namazı
Yatsı namazını tek cemaat halinde kıldıktan sonra ikişer rekat sünneti kılıp, otuz kırk yerde başka başka imamlar arkasında cemaat olup güruh güruh teravih namazını kılmaya başlarlar. Her imamın önünde birer güveyi feneri vardır. Kimi yeşil, kimi san, kimi kırmızı, kimi beyazdır. Türlü türlü renklerdedir. Harem-i Şerifin içinde kimi Allahu-ekber der, kimi okur, kimi selam verir, bir safa bir cümbüştür ki insan asla bıkmaz. Hatim ile kılan, sûre ile kılan var… Namaz tamam olduktan sonra mum alayı olur. Bu da görülmeye değer bir merasimdir… Çünkü her gece iki altın büyük şamdan ile balmumu Hücre-i Saadette yanar. Ama Ramazana mahsus olan sekiz şamdan vardır. Onlar otuz gece yanar. Her gece o şamdanları teravihten sonra edeb ve hürmet ile alay edip Harem’in nihayetindeki mum hazinesine götürürler. Merakla seyr edilecek bir törendir bu. Hücre-i şeriften mumlan çıkarma vazifesiyle meşgul olacaklara bir kaç gün evvel tezkere verirler. Tezkerede adı geçmeyenler bu hizmetin şerefine nail olamaz. Herkesi de tezkereye dahil etmezler. Şehrin ileri gelen ayan ve eşrafına, ulemaya müderrislere (medrese hocalarına), imamlara, hatiblere, belde hakimine ve onun maiyetindekilere mahsustur. Allaha şükürler olsun ki, evliyaullahın himmetiyle bu biçare derviş de bu yüce hizmet ile şereflendim. Şehrin kadısının maiyetinde bulunduğum için Resulullah hizmetçileri meyanına dahil oldum.
ONBEŞÎNCİ BAB
Mum Alayı
Malûm ola ki, evvela Şeyhül-Harem ve Naib-i Harem bol yenli birer ferace üzerine tarik-ı Sa’diye (Sa’diye tarikatı) nakibleri gibi birer şal bağlayıp uçlarını salıverirler. Cümlesi bu kıyafetle Hücre-i Saadet’in kapısına toplanırlar. Ona Bab-ı Sami (Şam cihetindeki kapı) derler. Ağalar tarafından meydana karşıdır. İçeriden nöbetçi ağalar gelir, kapısını açarlar. Sonra Şeyhül-Harem ve Naib-i Harem ikisi Hücre-i şerife girerler, diğerleri kapıda salat u selam ile beklerler. Şeyhül-Harem ve Naib-i Harem iki büyük altın şamdanı alıp ta’zim ile mum hücresine götürürler. Geriye kalan ve Ramazanda kullanılan sekiz adet şamdanı birer ağa ta’zim ile getirirler. Hücre-i Şerif kapısında bekleyen ve o yüce hizmete tezkere gereğince memur olan kişiler tezkerede nasıl yazıldı ise derece ve tertiplerine göre kaçıncı mum yazarsa onu alıp salat u selam getirerek dizilirler. O zaman Harem-i Şerifte yanan mihrap ve muvacehe mumlarını ferraşin birer birer alıp cümlesi gelirler alaya dizilirler. Hücre-i şerif mumları ileride ve Harem-i Şerifin diğer mumları arkada gitmeğe başlarlar. İki taraftan otuz-kırk ağa ferace ile eli asalı (bastonlu) dört çorbacı önünde ağır ağır ta’zim ile mum hazinesine giderken müezzinlerden biri Hücre-i Şerife karşı bir yüksek yerde yüksek ses ile efendimiz aleyhissalatu vesselamı vasfa başlar. Salat u selamdan sonra Ashab-ı Güzin efendilerimizi yad ettikten sonra İslam devletinin padişahına (Osmanlı sultanına) ve Mekke’deki Beyt-i Mukaddesi (Kabeyi) ziyaret eden hacılara ve diğer din ve devlet büyüklerine ve bütün ümmet-i Muhammed’e dua eder. Bu dua Fatiha ile nihayet buluncaya kadar mumlar hurma bahçesine varır. O mahalde Medine’nin çocukları gelip ellerinden mumları alıp sür’atle koşarak mum hazinesine götürürler. Daha sonra herkes yerlerine giderler. Ama bu meclis ve merasim o derece zevkli ve safalıdır ki, hiç kaleme gelmez. Bir kere görenin hayali gözünden gitmez. Cenab-ı Hak gitmeyenlere görmeyi ve bu fakire de tekrarını nasib eyleye. Amin…
ONALTINCI BAB
İmsak
Malûm ola ki, fecre bir buçuk saat kala herkes yemeğini yiyip birer ikişer Harem-i Şerife toplanıp halka halka otururlar. Mumların ışığı altında kimi Kur’ân-ı Kerim okur, kimi Delail-i şerif okur, kimi zikir ve tesbihat ile meşgul olur. Harem-i Şerifin içinde Kağıdhane çağlayanları gibi ibadet sadası asumana (göğe) çıkar. Ravza-i mutahharenin o güzel kokusu oradaki müslümanları mest eder. Melaike-i kiramın kanadlarının rüzgarı müşahede olunur. Minarelerde kasideler ve salat u selamlar okunur. Oradakiler bu ruhani zevkler ile gaşy olmuş iken vakit gelir. Hayır sahiblerînin vakıfları olan sakalar telatin kırbalar (deriden su kabı) ile buz gibi suları getirip yaldızlı taslar ile ümmet-i Muhammed’e dağıtmaya başlarlar, istekli olanlar içerler. Sonra vakit tamam olur, müezzinler ezana başlarlar. Tamam olunca Reisiye minaresinde ki müezzin inip Muvacehe-i saadette şebike-i şerifin (Peygamberimizin türbesinin etrafını çeviren kafesli parmaklığın) önünde huşu ve hudû ile durup bir kere «Allahu ekber Allahu ekber!…» deyip ezana başladığı gibi daha önce anlattığımız ibadet sesleri kesilir, ses sada kalmaz; orada bulunanlarda da takat kalmaz. Ne zaman ki müezzinler «Eşhedü enne Muhammeden Resulullah…» derler kişinin yakasını yırtıp dağlara düşeceği gelir. Öyle bir hal olur ki, insan tahammül edemez. Gözlerinin yaşı yağmur gibi akar, kimsede ihtiyar (irade) kalmaz. Ezandan sonra sünnete başlanır, sonra kamet getirilir. Şafii imamı ile sabah namazı kılınır. Hanefi vaktine bir saatten fazla vakit kalır. Sabaha dek dersler okunur, mektepler faaliyet gösterir. Güneş doğduktan sonra herkes evlerine gidip istirahate çekilir. Öğle vaktine kadar otuz gün otuz gece bu zevkle zevkyab olurlar. Allah cümleye bu devleti nasib eyleye. Amin…
ONYEDİNCİ BAB
Bayram Namazı ve Bayram Merasimi
Malûm ola ki, bayram namazı bir Şafii, bir de Hanefi olmak üzere iki ayrı cemaat halinde kılınır. Şafii mezhebine göre onbeş tekbir ile kılınır. Çünkü onlarda vacib yoktur. Tekbirlerin on ikisi sünnet, üçü farzdır. Namaza başlamadan önce müezzin «kıblekümullah» diye nida eder, iktidâ ederler. İftitah tekbiri bir, kıraat öncesi tekbiri altı, bağlama bir, rükû bir, yine kıraat öncesi dört, bağlama bir, rükû bir; hepsi onbeştir. İki rükû bir iftitah farzdır. Diğerleri sünnettir. Sonra hutbe okunup dua olunur. Daha sonra da cümlesi birden Muvacehe penceresi önüne varıp Peygamber eşiğine yüz sürüp salat u selam getirip, önce sevgili Peygamberimiz ile bayramlaşırlar. Sonra evlerine giderler.
Bir kere düşün! Bir bayram ki, onda Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bayramlaşıla, o ne mutlu bayramdır… Böyle bir devlet ile şereflenmek için mal ve para değil insan canını bile feda eder. Hemen Rabbimiz kalbimizden hübb-ı sivâyı (Allahtan gayri şeylerin sevgisini) kaldırıp Resulullahı ziyaret şerefiyle mahzun gönlümüzü sevindirsin. Amin.
—Beyt—
«Sakın bu fırsatı çıkarma elden,
Seni sen kayır sen umma elden»
Yukarıdaki beytin ifade ettiği üzere menzil-i maksuda doğru bir gün yola çık. (Ya Rabbi kolaylaştır!…)
Ramazan bayramında üç gün şenlikler edilir, kaleden toplar atılır. Halk birbirlerine gider gelir. Medinede kahvehane ve berber dükkanı yoktur. Ya Mescid’de, ya hanelerinde toplanırlar. Dükkan yüzü (dükkanı açıp ticarete dalmak) edebe aykırı görülür. Büyük küçük, talebe âlim, baba evlat cümlesi birbirlerinin ellerini öperler. Mâni değildir. Baba evladının ve evlat babasının… Birbirlerinin her nerede olursa olsun ellerini öperler, sakınma yoktur. Her namaz sonunda sağında ve solunda olan fakir veya zengin bay veya geda (efendi veya dilenci) ile el öpüşürler. Sünnettir derler. Güzel bir âdettir. Sahibini hıfz eyler, muhabbete vesile olur.
ONSEKÎZİNCl BAB
Peygamber’e Borcunu Arz Etme
Malûm ola ki, kamerî aylardan Zilkade’nin on yedinci gecesi, akşam ile yatsı namazı arası cümle şehir halkı Peygamberimizin saadetli huzuruna borcunu arz edip «Ya Resulallah, şu miktar borcum var. İhsan eyle!…» diye salat u selam ederek şebike’den içeriye buğday bırakırlar. Oraya biriken buğdayı ağalar alıp ekmek yapar ve bazı kimselere hediye ederler… Tecrübe edilmiştir. O sene hacılar gelip gittikten sonra bir kimsenin dünyada hiç bir bildiği, tanıdığı olmasa bile, borcu kadar bir para veya mal kendisine nasib olur. Hatta bu satırları yazan biçare din kardeşiniz o gece şöyle düşündüm: «Borcum yok, bu şereften mahrum olmayayım, benim de Resulullahın defterine ismim, kayd olsun.» dedim ve bir miktar buğday alıp «Ya Resulallah bu biçare Derviş Ahmedi ihsan hediyenle sevindir» deyip salat-u selam ederek bıraktım. Peygamber’ in yüzü suyu hürmetine o sene buğdaylar adedince bu fakire altın nasip oldu. İstanbul’dan beklenmiyen yerlerden mektub ile, surre ile akçalar zuhur etti. Hatta Erzurum’dan kırk kuruş geldi. İşte, Huzur’a borcunu arz etmek bu şekilde denenmiştir. Medine’nin esrarlı ve hikmetli işlerindendir.
BİRİNCİ HİKAYE
Malûm ola ki, Medine halkı şu vak’ayı anlatmışlardır. Bir kimse ailesiyle şöyle bir ahid yapmış: «Bu sene seninle kanaat edelim, hiç borç yapmıyalım. Zira her sene Huzur’a varıp Ya Resulallah şu kadar borcum vardır demekten utanıyorum…» Bu dediğini tutmuş ve o sene hiç borca girmemiş. Ama geçen seneden buğdaycıya bir altın borcu kalmış, lakin hatırından çıkmış. Vakta ki, halkın Peygamber huzuruna borçlarını arz ettikleri gece gelmiş, herkes toplanmış borcunu bildirmiş.
Ama, o zat, borcum yok diye gelmemiş. O kimse rüyasında (mana âleminde) gördü ki, Hücre-i Şerif açılmış, bir yüce divan kurulmuş, aleyhissalatu vesselam Efendimiz saadetle bir kürsü üzerine oturmuşlar, cümle ashab o mecliste hazırlar… Velayet Şahı Hz. Ali Efendimizin elinde bir defter var, o deftere göre sahabe efendilerimiz ehl-i Medine’yi birer birer huzura götürüyorlar «Ya Resulallah, filan oğlu filandır, şu kadar borcu var…» diye arz ediyorlar, Efendimiz de «verilsin» diye emir buyurduklarında Şah-ı velayet Hz. Ali Efendimiz elindeki deftere kayıt ediyorlar… Rüyayı gören kimse de huzura varıp Peygambere arz olundukta Efendimiz ona şöyle hitab etmişler: «Geçen seneden buğdaycıya bir altın borcu var verilsin, onun bu sene bize ihtiyacı yoktur.» Adamcağız ah u enin ile vücudu tirtir titreyerek şiddetle ağlaya ağlaya uyanınca yüzü üstü sürünerek Huzur-ı Saadete varıp Peygamberin eşiğine «Aman ya resulallah beni affeyle, ben kimim ki sana ihtiyacım olmıya… On sekiz bin alem sana muhtaçtır ya Resulallah, el-aman, el-aman!…» diye ağlayıp inleyerek tevbe ve istiğfar etmiş… Ve ondan sonra da ömrünün sonuna kadar borçsuz kalmamış diye anlatırlar. Bu yüzdendir ki, orada borçsuzluk övülen bir şey değildir. Resulullah ehl-i beldeyi kimseye muhtaç etmez… Onların kalp zenginliği ve düzgün halleri vardır. Hemen Cenab-ı Hak cümlemize hayırlı sonlar nasib eylesin. Amin…
İKİNCİ HİKAYE
Medine halkı arasında anlatılan şu hikâye çok meşhurdun Anadolu tarafından sadık bir Hak ve Peygamber aşığı gelip Medine’ye yerleşmiş. Orada evlenmiş, uzun müddet ikâmet ettiği için Hücre-i Şerifte bir hizmet ile şereflenmiş. Bir zaman geçtikten sonra humma hastalığına tutulmuş. Hummanın ateşi ile yanıp tutuşurken bir gün hatırına gelmiş ki «şimdi Anadoludaki vilayetimde olsaydım ve şu filan yoğurttan bir tas ayran içseydim…» Bu düşünceleri içinden geçirmiş, ama lisanıyla ne kendi kendine ne de başkasına bir şey dememiş. O gece Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem (âlem-i ruhaniyette) Şeyhül-Harem’e şöyle buyurmuşlar: «Burada bizim filan hizmetimizi, hacılar ile gelecek olan filan adama ver» demiş. Şeyhül-Harem hürmet ve edeb ile “Ya Resulallah, o hizmete ümmetinizden Medine’de oturan filan kimse bakmaktadır…» deyince Efendimiz şöyle buyurmuşlar: «O kimseye bizden selam eyle, varsın vilayetinde ayran içsin!» Ertesi gün Şeyhül-Harem hasta olan o zatın evine gitmiş, Peygamberin emrini tebliğ etmiş… O da yaptığı hatayı anlamış ve «emir yüce yerden, işittim ve itaat ettim, baş üstüne…» diyerek Anadoludaki beldesine dönmüş…
Bu kıssadan bize hisseler düşer. Önce bir gönülde iki muhabbet olmaz. Eğer bir kimse Medine’ye yerleşip Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme komşu (mücavir) olmak isterse kendisini başka şeylerin sevgisinden temizlemesi gerekir. Eğer dünya lezzetlerinden geçebilecekse gelsin, yoksa bir sene Medine’de misafir olsun, sonra memleketine dönsün. Her ne kadar misafirin kusuru var ise de mazurdur. Bu meselede İmamı Azam Efendimizin sözü üzere hareket etmek lâzımdır. Buyurmuşlar ki: «Bizim için hayırlı olan şudur: Medine’de olup da gönlümüz Bağdad’da olmaktansa, biz Bağdad’da olalım da gönlümüz Medine’de olsun…»
Yüce Allah gönlümüzden diğer bütün muhabbetleri çıkartsın ve kendi aşkıyla Resulünün muhabbetini doldursun. Amin…
ONDOKUZUNCU BAB
Veladet Merasimi
Ve dahi malûm ola ki, bir kimsenin bir çocuğu dünyaya gelse, Medine’nin âdetine göre, kırkıncı günü bir kat yeni elbise giydirip, tertemiz yıkayıp, saçını tarayıp gülsuyu ve gûlyağı ile kokulayıp akraba ve yakınları da yeni elbiseler giymiş oldukları halde akşam namazından sonra Hücre-i Saadete götürürler. Cümle ağalar Hücre-i Saadete dahil olurlar.
Çocuğu ya müsteslim, ya nakib-i Harem eline alıp «Destur destur yâ Resulallah» deyip salat-u selâm ederek puşide-i saadet’in (türbe örtüsünün) altına koyup üstünü örterler. Cümlesi kaaimen (ayakta) salat-u selama başlarlar. Yirmi dakika miktarı geçtikten sonra yine «Destur yâ Resulallah» diye masum yavruyu yerinden alırlar, anasına teslim ederek evine götürürler. Bu münasebetle ağalara bahşişler vermek adettir. Medine’de herkes bilir ki, ne kadar çok ağlar bir çocuk da olsa, hiç sesini çıkarmaz. Ekseri çocuklar türbe örtüsünün altından çıkartılırken ağızlarını oynatırlar. Peygamber Efendimizin mübarek elleriyle hurma yedirdiğini söylerler. Onun için Medine’de dünyaya gelenin başka beldelerde doğanlar üzerine bir rüçhanı (üstünlüğü) vardır. Peygamber elinden hurma yediği için. Medine halkına sevgi beslemek, Efendimize sevgi beslemek demektir (çünkü onlar, o yüce zatın hemşehrilerîdir). Cenab-ı Hak an-be-an kalbimizde muhabbetlerini çoğaltsın. Amin…
Bazı kimseler dillerine şu sözü pelesenk etmişler ve sık sık kullanırlar. Derler ki: «Karşımda Medine fıharası (dilencisi) gibi ne durursun’…” Allah korusun bu sözde, tahkir etmek (aşağılamak) niyet ve mânası olursa küfür sözü olmak tehlikesi vardır. El-hazer, el-hazer!… Böyle bir şeyden korkarak çekinip kaçınmak gerektir. Allah’ı ve Peygamberi seven muhabbet ehline hiçbir şekilde böyle konuşmak, bu türlü davranmak yakışmaz. Medineli bir müslümanı gördüğümüz yerde ayağa kalkarak hürmet ve sevgi göstermek üzerimize borçtur. Zira o, hem Efendimizin komşusu, hem gurbette olan bir kimse, hem de misafirdir. Onlara ikram ve hürmette bulunmak Efendimize râci’dir. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz komşularını pek severdi. Öyle olunca Resulullahın âşıkı olanlara lâzımdır ki, efendisinin sevdiğini sevip hürmet göstere. Medine halkının Anadolu halkına ettiği ikram ve ta’zimi bizim aynıyla onlara karşı gösterebilmemiz kudretimiz dışındadır. Bizler etsek akçe (para) ile ederiz. Lakin onlar hem malla, hem canla ikram ederler. Gece gündüz Rum ehline (Anadolu ve Rumeli Müşlümanlarına) can u gönülden dualar ederler. En fakirinin bir hacıya ettiği ikram yirmi kuruştan (o zamanın parasiyle) aşağı olmaz. Öyle cömert, ikramcı kimselerdir. Hatta Hac mevsiminde bir adamın evinde misafir olmasa, yemekler yedirilmese, Medineliler katında o kimse kusurlu ve ayıplı bir kimse olur. Zira derler ki: “Eğer sen adam olsaydın senin hanende da birkaç hacı misafir edilir, yedirilir içirilirdi.”
Bu sebeptendir ki, bildik bilmedik her kim olursa karşılarlar, rica ederek evlerine davet ederler, yemek yedirirler, çamaşırlarını yıkarlar, altlarına temiz döşekler sererler; velhasıl erkeği ve kadını öyle ikram ederler ki, senin onlara verdiğin ikramı (ücreti, bahşişi, hediyeyi) sana masraf ederler. Neticede seni mahcup ederler. Öyle olunca, bize layık değildir ki, beldemize gelen Medinelileri misafir etmekten yüz çevirelim.
Onların üstün vasıfları malûm iken böyle şeylere dikkat etmek lâzımdır. Öyle Hac edip hemen geri dönmek olmaz. Bir çok şeylere dikkat edebilmek için bir sene Medine’de mücâvir (komşu) olarak yaşamak gerektir. Bu esnada her şeye dikkat edilmeli, ahali ile kaynaşıp ülfet ve ünsiyette bulunmalıdır. Orada tam bir sene kalırsa bu sırları öğrenir. Cenabı Hak muhabbetleriyle kalbimizi doldurup daima haklarına riayeti bize müyesser kılsın. Amin.
YİRMİNCİ BAB
Baki’ Hakkında
Malum ola ki, Baki, denilen yer sur (kale duvarları) dışında mübarek bir yerdir ki, vasfa gelmez. Medine kalesinin Bab-ı Cum’a tarafındadır. Bütün mevtaları o kapıdan çıkarırlar. Bab-ı Cum’a ağalar tarafında Harre dedikleri yerdedir. İşte Baki’ dedikleri yer surların dışında etrafı duvarla çevrili bir mezarlıktır. İçinde başka başka kubbeler, türbeler, kapılar vardır. Asıl Baki’ mezarlığının dört beş yerde kapısı vardır. Baki’ içinde fıskıyye tabir ettikleri lahidler vardır. Ekseriya anın içine cenazeleri koyarlar. Hesaba gelmez. Rivayete göre yalnız ashab-ı kiramdan yetmiş bin kişi gömülüdür bu kabristanda.. Hele şehidlerin adedi hiç belli değildir. Ta başlangıçtan şu zamana kadar âhirete göçen Medinelileri ve Hac zamanı vefat eden hacıları kıyas et. Müstakil mezarlıklar da pek çoktur ama bu mezarlıkta garip bir esrar vardır. Bugün bir mevtayı defn etseler, ertesi gün üzerine bir gayrisini gömseler, önce defn olunandan eser yoktur. Mübarek toprağı tuzludur. Oraya tabut ile gömmezler, kadın olsun erkek olsun kefeniyle gömerler. Lahd yapıp, ağzını kerpiç ile örterek üzerine toprak korlar. Orada taaffün (kokuşma) olmaz. Hem, ilk büyüklerden öyle rivayet olunmuş ki, yarın mahşer günü hesapsız ve azapsız gül sepeti silkeler gibi Baki’ kabristanında yatan mü’minleri Cennete silkeleseler gerektir. Öyle mübarek bir mahalle defn olunmak değme bir kişiye mukadder olmaz. Eğer olursa bundan büyük saadet olmaz.
Gelelim Baki’deki kubbelerin altında yatan yüce zatlara:
• Hazret-i Osman Âhir-i Baki’de müstakil bir kubbedir. Radiyallahu anh.
• Onun karşısında Peygamber Efendimizin süt annesi Halime hatun radiyallahu anha validemiz bir kubbe altındadır.
• Baki’nin ortasında Efendimizin amcası Hazret-i Abbas radiyallahu anh yatar.
• Yine ortalarında Hazret-i Hasan, Hazret-i İmam Bakır, İmam Zeynel-Abidin yatarlar. (Allah onlardan razı olsun.)
• Yine rivayete göre Hazret-i Fatımatüz Zehra da onlarla aynı kubbe altındadır.
• Abdullah bin Mes’ud, Osman bin Maz’un (Efendimizin süt kardeşi). Peygamberimizin oğlu Hz. İbrahim bir kubbe altındadır.
• Hazret-i Ukayl ibn Ebi Talib (Hz. Alinin kardeşi) bir kubbedir.
• Peygamber Efendimizin kızları Rukıyye, Zeyneb, Ümmü Külsum ile Peygamber zevcelerinden yedisi bir kubbedir.
• İmam Malik bir kubbedir.
• Hz. Ömer’in oğlu Abdullah bir kubbedir.
Bunlar Baki’ kabristanı içindedirler. Hariçte Baki’ ile Kale kapısı arasında iki kubbe daha vardır. Birisi Sa’d bin Mu’az ve öteki Ebu Said el-Hudri hazretlerine aittir.
Bab-ı Sami tarafında şark canibinde Medineye bir buçuk saat mesafede Efendimizin amcası ve şehidlerin seyyidi Hazret-i Hamza müstakil bir türbede yatar. (Hak teala cümlesinden razı olsun.)
Kale içinde Bab-ı Mısr ile Bab-ı Sagir arasında hisar dibinde Uhud gazasında bayraktar iken şehid olup başını eline alıp adı geçen yere gelen Mâlik bin Sinan bir kubbededir. Medineliler her Cuma gecesi, ikindi namazından sonra büyük küçük, kadın erkek fevc fevc Baki’ mezarlığını ziyaret eder, mezarlık üzerine birer demet yonca yahut yeşillik koyarlar. Sünnet-i şeriftir diye bu âdeti hiç terk etmezler. Allah cümlemizi sünnet-i şerifine tâbi ve temiz şeriati üzere sâbit-kadem olanlardan eylesin. Amin…
YÎRMİBİRİNCÎ BAB
Cenazeler Hakkında
Malûm ola ki bir kimse vefat edince mutlaka mahkemeden «İcaze» denilen bir izin kağıdı alınmadıkça gassal (ölü yıkayıcı) cenazeyi yıkamaz. Bir senede kaç adamın vefat ettiği bu icazelerden malûm olur. Medine halkının adeti üzere cenaze sahibi kim ise orada hazır olan müslümanların hepsi onunla tokalaşırlar (başsağlığında bulunur, teselli ederler). Sonra cenazeyi alıp önünde zikrullah ederek Bab-ür Rahme’den harem-i şerife sokup doğru Huzur-ı Saadet’e götürürler. Peygamber Efendimizin türbesinin Muvacehe penceresine mevtanın başını tutup, ayakta durdukları halde salat-u selâm getirerek şefaat diğinde bulunurlar. Vakit namazından sonra cenaze namazını kılarlar. «Er kişi niyetine» demezler; «asla kıblekümullah» derler. Bazı 3-5 cenaze birden olur. Eğer mevtalar hep aynı cinsten ise, yani hep erkek veya hep kadın iseler cümlesine bir namaz kılarlar. Cenaze namazından sonra Bab-ı Cibril’den çıkartarak tevhid ile götürüp Baki kabristanına gömerler. Gassal ile mezarcı ikisi bir adamdır; mukataadır, Şerif tarafından iltizam olunur. Ağlaşma ve feryat yoktur.
Medine-i Münevvere’de doktor yoktur. Efendimizin duası vardır. Bir kimse hasta olsa su içirirler. Eğer geçmez ise Huzur-ı Saadet’e varıp dua ederler. Eğer yine geçmezse vakti tamam oldu diye hazır olurlar. Ölümden korkuları yoktur. Hepsi mübeşşer (aşere-i mübeşşere) gibidir. Zira büyüklerimizin bildirdiği üzere Medine körük gibidir; insanın içindeki kiri, pası (günahları) dışarıya atar. Elbet o nurlu şehirde olan Müslümanlar gerek diri olsun, gerekse ahirete göçmüş bulunsun cümlesi ehl-i saadet’tir. Cenab-ı Hak cümlemizi civar-ı Resulullahta sakin olan ehl-i saadet zümresine dahil eyleye… Amin…
Zira ehl-i beldeden çok kimse müşahede etmişler ki, başka beldelerde vefat eden ehl-i imandan bazı kimseler emr-i Hak ile Medine-i münevvereye nakl olunur imiş. Yani orada sakin olan ve medfun olan kimselerin ehl-i saadet olduğuna bu dahi şahittir.
Muhabbette yakınlık ve uzaklık yoktur. Kişi kimi severse onunla haşrolur. Kimde ki aşkın nişanı vardır, sonunda onu maşukuna kavuşturur. Hemen Cenab-ı Mevla kalbimizde Resulullah aşkını galip edip, ölümden önce müşahedesiyle ölümden sonra vuslat-ı civarıyle şereflendirsin. Amin…
YÎRMÎÎKÎNCÎ BAB
Hariç ve Dahilde Olan Havadisat
Malûm ola ki Medine içinde iç kale derler İstanbul’daki Yedikule gibi bir müstakil kalesi vardır. Ocaktır; ağası, neferleri vardır. Mahkemeye tabidirler, şehrin kadısına hizmet ederler. Muhzırları, tercümanı, çavuşu ocaklıdır. Şeyh ül-harem ağalığı da ocaktır. Nüvişti tabir olunan kethüdası ve neferler; vardır. Bunlar hücre-i şerife hizmet ederler Sipahi ocağı da vardır. Müstakil ağası ve neferleri vardır. Bu da Şeyh-ül Hareme tabidir. Kale ile sipah ağalığı ekmektir. İstanbul’dan çırak olunurlar (tayin edilirler). Bu üç ocağın gerek zabitleri, gerek neferleri silahlı gezerler. Ocaklı oldukları oradan malûmdur. Hatta mahkeme hademesi (memurları, muhafızları) silahla hizmet ederler. Gece gündüz mescide dahi öyle giderler. Sebebi şudur ki, sur haricinde bazı yerler vardır. Buralardan umumiyetle çapulcu araplar gelip deve, öküz gibi hayvanlar çalarlar. Bu yüzden herkes hazır bekler. Harekete geçmek gerekirse eve gitmeden herkes bulunduğu yerden seğirtir, hırsızların elinden çalıntı malları kurtarırlar. Devamlı şekilde çöl araplarından korku üzerine bulunurlar. Hatta Medine civarındaki Küba’ya ve Hazret-i Hamza’ya, Avalime vesair mesire bahçelerine bir iki kişi gidilmez. Beş, on kişi silahlanmış oldukları halde giderler.
Ocaklılar dışında şehir halkının hepsi küçük olsun, büyük olsun yanlarında birer seccade, birer çile (yay kirişi) ve birer asa (baston şeklinde uzun sopa) ile gezerler. Medine’de istihza (başkalarını alaya alma) ve riya (iki yüzlülük) yoktur. Birbirlerine gayet hürmet ederler. Fakir olsun zengin olsun, küçük olsun büyük olsun cümlesi ehl-i muhabbettir. Kalp itibariyle hepsi zengindir. Güzel yüzlü, fasih lisanlı ve yüksek ahlaklı insanlardır. Bir kimse birisiyle anlaşmazlık çıkarıp çekişse bir ötekisi gelip (Salli alen Nebi… Fatiha) dediği gibi o saat birbirlerini affeder, karındaş olurlar. Asla garez bilmezler. Din işlerinde müdahene (dalkavukluk) etmezler. Yalan nedir bilmezler. Zulümden, gadrden çok çekinirler. Yetimlerle fukara ve gariplere merhamet ederler. Bütün gidişatları sünnete uygundur. Böyle mübarek ve duası kabul edilen kimselerdir.
Kale dışına gelince: Bab-ı Mısr’ın önü meydandır. Karşısı evler ve mahallelerdir. Başta Mescid-i Nebevi vardır. Civarda Çeharyar Efendilerimizin mescidleri vardır. O mescidler de Cuma namazı kılınmaz. Sadece Mescid-i Nebi’de kılınır. Hatta Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın Medine”ye gelişlerinde ilk olarak o mescidde Cuma namazı kıldıktan sonra asıl şehre gelmeleri şimdi sünnet-i şeriftir. Bir kimse Medine’ye yerleşip oturmak maksadıyla gelirken önce Cumayı orada eda eder, sonra içeriye girer. Hatta belde kadısı dışarıya çıkıp Cumaya kadar orada ikamet eder. O Cumayı kılar. Caminin hatibine hil’at giydirir. Cuma namazından sonra ocaklılar gelir alay ile mahkemeye götürürler. Şehrin adeti böyledir.
Aşıklara Medine’yi tasvir etmek için hatırıma şöyle bir misal geliyor: Faraza Sultanahmed Camii Medine-i münevvere, önü At meydanı hacıların konakladığı yer, karşıdaki Defterhane Mescid-i Nebi, Mehterhaneye gelinceye kadar Çeharyar’ın mezkûr mescidleri ve mahalleler cümlesi bir hizadadır. Atmeydanının bir başında büyük Sakabaşı ve bir başında küçük Sakabaşı, Ayasofya tarafı Bab-ı Şam tarafı, önündeki emir-i hac, iki Saka arasında sürre emini… Bunlar mertebelerine göre çadırlarını kurarlar. Sair hacılar etrafında kurar. Sultanahmed’in Atmeydanına açılan kapısı Bab-ı Mısr, imaret tarafı bab-ı sagir ki İçkale kapısı’dır. Ayasofya tarafı Bab-ı Şam, kemer altı tarafı Bab-ı Cuma, yani Baki mezarlığı kapısı… Bu şekilde tasvir ettiğimde gidenlerin malumu olduğu üzere bundan açık misal olmaz. Hayalinde görmüş gibi olursun vesselam.
İki saat miktarı mesafede Küba mescidi vardır. Gayet mübarek yerdir. Ziyaret mahallidir. Hatta orada bir yer vardır, «Takva temeli üzerine kurulan mescid» mealindeki ayet orada indirilmiştir. Etrafı bağ, bahçedir. Her şey yetişir. Cümle sebzeler bulunur. Lakin lahana, pırasa, karnıbahar, enginar yoktur. Meyvelere dair herşey vardır. Kızılcık, erik, muşmula, armut yoktur. Lakin karpuz, üzüm, ayva, nar, elma çoktur. Hele nar ve hurması hiçbir yerinkine benzemez. Muz, hurma, bitek (?) bu üç şey İstanbul’da yoktur. Hurmanın çeşitleri ve cinsleri pek çoktur. Lakin bazısının ismi gaib olmuştur. Levn tabir olunan taze hurmaya hiç karar olmaz. Gerçi kiraz, vişne yoktur, ama karşılığında taze hurma vardır. Her bir türlü hurma Ademoğlu mizacıdır. Olgunlaşıncaya kadar yedi isim alır. Çiçeğine tal’ derler. İkinci ismi hilaldir. Üçüncüsü belahtır. Dördüncü zehv, beşincisi yesr, altıncısı ratb’dır ki taze hurma demektir. Yedincisi de temr’dir. Medine’de yetişen hurmaların cinslerine göre isimleri çelebi, acve, ehleyna, halva, temrinebi teybercelî, gureysiye, beyd, diyk, elberiat, Zehra’dır. Bunlar dışındakilere «levn» derler.
Medine’deki bahçelerin suları boldur. Havuzları vardır. Su çekmek için dolablara deve ve öküz koşarlar. Ekseri yonca ekerler. Halk sık sık buralara giderler. Onlar teferrüc etmeğe (gezip tozmağa) «mukabil olma» tabir ederler. Salı ve Cuma günleri öğle namazından sonra herkes giderler. Her biri bir şey götürürler. On kişi olur, on türlü yemek olur. Birbirine yük olmazlar. Bazan müstakil ziyafetler de olur. Cümlesi safa ehlidir, gam ve gussa (üzüntü, keder) yoktur. Onlar elem bilmezler. Allahu azimüşşan onlara Habibi (sevgili peygamberi) hürmetine daima kalb sevinci, refah ve safa ile vakit geçirtmektedir. Her günleri bayram, her geceleri Kadir gecesidir sanki… Havası, suyu gayet latiftir. Bir adam bir gün bir gecede yirmi beş kıyye (yaklaşık 25 litre) su içer, yine de bir zarar vermez. Bütün dertlere devadır. Bi’ri Hatim’den (Hatim Kuyusundan) gelen bu suya «Ayn Zerka» ismi verilir.
Medine’nin koyunu gayet semizdir. Eti gevrek ve lezzetlidir. Çok uysal ve yavaş hayvandır. Bir çocuk kulağından tutar götürür. Herkesin evinde birer sağmal keçi veya inek vardır. Yağı çiçekyağı (en ala tereyağı) mertebesindedir. Yüzlerine gözlerine ıtr-ı sahi gibi sürerler. Kûz (desti) ile satarlar. On kûz’u onbir-oniki kıyye gelir. İki, üç, dört riyale (para birimi) kadar verirler. Buğday ve arpayı irdeb ile satarlar. İrdebi yüzyirmi kıyyedir. On, onbeş, yirmi riyale kadar verirler. Hurma ve pirinci kile ile satarlar. Pirincin kilesi üç-yüz dirhem, hurmanınki bir buçuk kıyyedir. et, sebze, üzüm batman iledir. Batmanı iki-yüz dirhemdir. Cümlesi böyledir. Ekmeği evlerde yaparlar. Bazı bedevi kadınlar ekmek satarlar. Garibler (yolcular, Medineli olmayanlar) alırlar, şehir halkı almazlar.
Cenab-ı Mevla, Peygamber hürmetine Medine’ye öyle bir bereket vermiştir ki, en fakiri bile başka şehirlerin zenginleri gibi geçinir. Bereketi yüze bölmüşler, doksan dokuzu Medine’ye, biri bütün dünyaya taksim olunmuş. Bir adam günde iki kuruş masraf eylese bir kaç misafir ile üç-beş türlü nefis yemekler hazırlıyarak bolluk ve safa içinde geçinir gider. Bu anlattığım sırları her akıl almaz. Olur olmaz adamların sözüyle yolundan kalma, bu fırsat ele girmez, son pişmanlık faide vermez. Sorgu suale maruz kalırsın. Akıbetinden korkulur. Kardeşim, sizlere merhamet ederim. «Bütün mü’minler kardeştir» düsturu üzere halis (samimi, katışıksız) bir niyetle yazdım ki, yüce Allah okuyanın kalbinde aşk-ı Muhammedi’yi çoğaltsın, kendisine kerem kapısından ihsan edip onu zengin kılsın, pek yakında o mübarek yerlerin ziyaretiyle sevindirsin, neşelendirsin. AMİN.
Eğer bu abd-i aciz kardeşiniz Medine-i Mûnevverenin mânevi zevklerinden ve ruhanî safalarından bahs etmeğe kalksam, bunlar yazmakla söylemekle olacak şeyler değildir. Bu zevklerde öyle sırlar vardır ki, anlayıp tadabilmek için mutlaka yerinde görmek, yaşamak gerektir. Herkes istidadının ve itikadının derecesine göre bu esrara vâkıf olur. Medine’nin sırlarının kimi söz ile ifade edilip anlatılabilir, kimisi de anlatılamaz…
Bilhassa gecelerine hiç doyum olmaz. Allah biliyor ki, geceleri mübarek şehir o kadar aydınlıktır ki, halk fenerle gezmezler. Gerçi bazıları yanlarında fener taşır, ama onlar şehrin âyânı ve eşrafıdır (ileri gelenleridir). Fener onlarda rütbedir. Medine’nin geceleyin nurluluğu İstanbul’un bir haftalık mehtabı gibidir. Her gecesi münevverdir. Gündüzleri büyük bayram günü gibidir hep… Medinelilere Allah hiç elem vermez, daima kalb safâsı iledirler. Asla zaruret (sıkıntı) çekmezler. Bir ihtiyaçları olsa Huzur’a (Peygamberimizin mânevi katına) arz ederler. O gün, yahut ertesi gün mutlaka kısmet ve nimet kapıları önlerinde açılır… O yüce Peygamber komşularını (hemşehrilerini) kimseye muhtaç etmez.
Hindistan’dan, Yemen’den, İran’dan, Mâverâünnehr’den, velhasıl bütün İslam ülkelerinden Medine’ye hediyeler ve ihsanlar gelir. Cenab-ı Hak Peygamberi hürmetine Medinelilerin cümle işlerini âsân eder. Daha nice sırlar vardır ki, onları açıklamak doğru olmaz.
Hem de söze, yazıya gelmez şeylerdir. Ancak görmek ile bilinir. Allah cümleye nasib eyleye. Amin.
Ey din kardeşim!… Bu âciz derviş kardeşiniz, istidadım kadar Cenab-ı Mevla’nın mahrem ettiği esrarın bazı söze gelenlerini (dil ile anlatılabileceklerini) kaleme alıp, Medine-i mûnevvere’nin ahvalini yazdım ki, okuyan kardeşlerimin kalplerinde Resulullah aşkı ve sevgisi galip olup ziyarete teşebbüs etsinler. İnşaallah ziyaret nasip olur. O yüce Yaratanımız kerimdir. Allah dilerse, kul maksuduna (dilediği şeye) vasıl olur. Hiç şüphe edilmesin.
Bu risalemi kıraat eden ihvanımdan rica ve niyaz ederim ki, Allah ve Resulullah aşkına bu biçare dervişin akıbetinin hayır olması, iki cihan saadetine mazhar olması için dua buyursunlar. Dahi nice hayırlı dualarda bulunmalarını ümid etmekteyim. Bana dua eden kardeşlerimin din ve dünyalarının mâmur ve âhir ve akıbetlerinin hayırlı olması ve cümle maksudlarına vasıl olmalarını niyaz ederim. Amin yâ Mu’in, bi hürmeti Seyyidil Mürselin…
Derviş Ahmed Peşkârî Efendi