Fahri (Kulu) Efendi
(1297/ 1880 -1950)
Hadim’in Taşkent ilçesinde dünyaya geldi. Babası değerli ilim adamlarımızdan, Vehbi Çelik Hoca’nın da hocası olan, tanınmış müderrislerden Mehmet Efendi, annesi ise Ayşe Hanım’dır.
Fahri Efendi, daha yaşına basmadan annesini, iki-üç yaşlarında da babasını kaybetti. Bu yetim ve öksüz çocuğa Efe Dayısı ile anneannesi sahip çıktı. Onların himayesinde Taşkent Rüştiyesi’ni bitirdi. Daha 6-7 yaşlarında büyük okuma arzusu göstermesi üzerine dayısı onu, küçük yaşlarda Konya dışında bir dostunun yanına okumak için gönderdi ise de, gereken ilgi gösterilmediğinden tekrar Konya’ya dönmek mecburiyetinde kaldı. Konya’ ya getirilen Fahri Efendi, Sivaslı Ali Kemali Efendi’nin terbiye ve eğitimine verildi.
Bir gün Sivaslı Ali Kamali Efendi, Fahri Efendi yanında olduğu halde, Kapı Camii civarında Bahaüddin Efendi ile karşılaşıyorlar. Bahaüddin Efendi, Sivaslı Ali Kemali Hoca’ya, “Bu çocuk kim?” diye sorunca o da, “Taşkent’ten bize okumaya gönderildi.” cevabını veriyor. Bahaüddin Efendi, “Bu çocuğu bize verin” diyor. Bundan sonra Fahri Efendi Bahaüddin Efendi’nin terbiye ve eğitiminde yetişiyor.
Daha sonra Fahri Efendi, İstanbul’a gidiyor, çeşitli medreselerde zamanının meşhur hocalarından ders görerek icazet alıyor. Sekiz-on yıl süren bu tahsil hayatı sırasında, Sebilü’r-Reşad ve Beyanü’l-Hak ve İntibah gibi çeşitli dergi ve gazetelerde, ilmî, edebî, dinî ve fikrî yazıları yayımlanıyor.
Konya’ya döndükten sonra, Şeyh Muhammed Bahaüddin Hazretleri’ne intisap eden Fahri Efendi, bir süre şeyhinin hizmetinde bulunur. Şeyhinin irtihalinden sonra, vefatına kadar Nakşibendi tarikatının halifelik görevine devam eder.
Bir ara Sofya’da vaizlik görevinde bulunan Fahri Efendi, ana dili gibi Arapça, Farsça ve Rumca da bilir. Fahri Efendi, Ziya Efendi’nin müdürü bulunduğu Islah-ı Medaris’de müdür yardımcılığı görevinde bulunmuş ve pek çok öğrencinin yetişmesinde büyük hizmeti geçmiştir. Bu dönemlerde Konya’da neşredilen Meşrik-ı İrfan ve İntibah gazetelerinde de dikkat çeken yazılar da yazmıştır.
Medreselerin kapatılmasından sonra kısa bir süre imam hatiplik yaptıktan sonra evine çekilmiş, ömrünü ibadet ve taatla geçirmiş, irşat görevini ise vefatına kadar devam ettirmiştir. Büyük bir âlim, fazıl, edip, ahlaklı ve son derece nezih bir insan olan Fahri Efendi, hususi hayatında da mahvıyyet sahibi, taasuptan uzak, tasavvuftan kaynaklanan büyük bir hoşgörüye sahiptir. Bu vasıfarı dolayısıyla zamanının aydın ve mevki sahiplerinin hürmetini kazanmış, evi ziyaretçilerle dolup taşmıştır.
Hususi hayatında son derece tevazu sahibi olan Fahri Efendi, Peygamberi bir ahlaka sahiptir. Ev işlerinde herkese yardım eder; “Siz yorulmayın, biz yaparız” denildiğinde; “Benim de bir hizmetim bulunsun” der, misafirlerine bizzat hizmet eder ve sade kahveyi çok severlermiş.
Her şeyin en iyisini alır ve aldırır, sonra da onu birilerine hediye ederler, paltosuz üşüyen birini gördüler mi, paltosunu çıkarıp verirlermiş.
Kırk yaşları civarında güzel şiirler yazmış, pek çok dinî ve tasavvufî konuyu veciz bir şekilde mısralara dökmüştür.
“Ahrete İman” başlıklı şiirinin bir bölümü şöyledir:
Gözet ahkâm-ı Mevlâ ‘yı
Yarın ruz-i kıyamet var
Mücazât var mükafat var
Günahkâra ikabullah
Unutma zinhar ölmek var
Ölüp sonra dirilmek var
Çırılçıplak derilmek var
Bürür afaki Hayfullah
Meşhur Kaside-i Burde’yi nazmen tercüme edecek kadar Arapça bilgisine ve şiir gücüne sahiptir.
Fahri Efendi, keramet sahibidir de. Ziyaretine gelenlerin kalbinden geçenleri bilir, herhangi bir konuda soru sormak isteyenlerin sorularını sohbet sırasında, soru sorulmadan cevaplandırırmış.a
Bir zamanlar, Diyanet işleri Başkanlarımızdan Ahmet Hamdi Akseki, hemşerisi olan Çimili Hakkı Hocaları ziyarete gelmiş. Ahmet Hamdi Akseki, konuşma sırasında Muhyiddin-i Arabî’nin Füsus ve Fütuhat-ı Mekkiyye gibi eserlerindeki bazı bölümleri ezberlediği ve tercüme ettiği halde, Şeyh-i Ekber in ne demek istediğini anlayamadığını söylemesi üzerine. Hakkı Hoca; Fahri Efendi’nin bu konularda çok bilgili olduğunu, meselenin bir kere de ona açılmasını tavsiye eder. O akşam Hakkı Hocaların veya tenekeci Ahmet Efendi’nin evinde yapılan sohbet toplantısına Fahri Efendi de davet edilir. Sohbet sırasında konu açılır ve Fahri Efendi’nin fikri sorulur.
Fahri Efendi son derece mütevazı bir şekilde konuları açıklar ve her mesele sonunda da;
“- Böyle açıklayabilir miyiz, efendim?” diye, birer soru yöneltir.
Bütün meseleler birer birer çözülünce, Ahmet Hamdi Akseki hayretler içerisinde kalır. Fahri Efendi gittikten sonra, Hakkı Hoca’ya:
“- Yahu Hakkı! Bu nasıl adam, bu nasıl ilim?” diye sormaktan kendini alamaz ve gözleri yaşararak:
“- Ömrümüz boşa gitmiş! İlim buymuş!” der.
İşte Fahri Efendi öyle bir büyüktür ki, büyüklerin takdirini kazanmıştır. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, O’nun huzurunda iki dizi üzerinde oturur, bir şey sormazlarsa konuşmaz ve Fahri Efendi’ye büyük hürmet gösterirlermiş. Tek başına bu bile, O’nun büyüklüğünü ispata yeter sanırım! “ Çorapçı Ahmet Efendi adında birisi, işini ve evini İstanbul’a nakletmek istemiş. Hoca Efendi’den fikrini sormuş.
Fahri Efendi:
“- Konya’da otur, gitme.” tavsiyesinde bulunmuş.
Adam bu tavsiyeye rağmen, dostlarına:
“- Hoca Efendi, gitme dedi, ama başıma ateş de yağsa mutlaka İstanbul’a gideceğim.” demiş ve İstanbul’a gitmiş.
Çok geçmeden Ahmet Efendi’nin İstanbul’da evi yanmış ve perişan olmuş.
Bir gün bir Mevlevi grubu ziyaretine gelmiş. Fahri Efendi herkese yaptığı gibi, bunlara da bizzat hizmet etmiş. Bir ara dışarı çıkınca misafirlerin ayakkabısını çevirmiş. Mevlevilerce, ayakkabı çevrilince kalkıp gitmeleri gerekirmiş. Misafirler birbirlerine bakınıp, birdenbire kalkmak isteyince Hoca Efendi, daha sohbet bitmeden kalkmalarının sebebini sormuş, onlar da âdetlerini anlatmışlar. Bunun üzerine Fahri Efendi gülerek:
“- Burası Nakşî makamıdır. Bizde ayakkabı çevirmek, her halükarda yolculuğa devam etmek, ahiret yolculuğunu asla unutmamak manasına gelir.” nüktesini yapıvermiş.
Bu açıklamadan sonra Mevlevi gurup uzun süre oturup sohbet etmişler.
Fahri Efendi, son Mevlevî Postnişini Sıdkı Dede’yi çok sever ve hürmet gösterirmiş. Vefatlarından sonra da kabir taşlarını bizzat yazmışlar.
Şükrü Bağrıaçık Hoca’dan dinlediğim bir anıyı da nakletmek isterim Adamın birisi bir gün Fahri Efendi’yi evine yemeğe çağırmış. Ev tipik Konya evlerinden; bahçeli ve örtmesi (Mutfağı) dışarıda bir ev. Ev hanımları da mutfak önünde. Fahri Efendi’ye büyük saygı ve sevgileri var. Fahri Efendi tam bu sırada eve girmek üzeredir. Mutfak da oldukça uzaktır, ama Hoca Efendi hanımlara doğru şöyle bir dönüverirken, ev sahibine şu kısa açıklamayı yapar:
“- Görmek istediler de…”
Birisi, Hoca Efendi’ye gelerek:
“- Efendim! Sakal bırakmak isteriz, ne buyurursunuz?” diye sorar.
Fahri Efendi, çok anlamlı bir cevap verir ve:
“- Evladım! Eğer siz de bizim, gibi sakalı kirletecekseniz, hiç bırakmayın” deyiverir.
Damadı Muhterem Zeki Sakallı’ dan daha pek çok hatırasını tespit etmeme rağmen, bazılarının, hoca geçinen çok insanımızın hazmedemeyeceği türden olması sebebiyle nakletmek istemiyorum.
O, şairdi, hem din, hem de fen ilimlerine aşina idi. Arifane ve zarifane sözleri çoktu.
İşte onlardan bir tanesi:
“ İnsana en büyük azap, Allah’dan uzaklaşmasıdır.”
Buyurdukları gibi;
“Eğer tarikat-ı aliyenin bu kadar ince olduğunu bilseydim, bu yola intisap etmezdim.” derlermiş.
26 Temmuz 1950 tarihinde vefat eden Fahri Efendi, Hacı Fettah Kabristanı’nda Şeyhi’nin türbesinin güney yanına defnedilmiştir.
Kabrinin baş taşında:
Geldim iline müflis ve muztarrım İlâhî
Bir sadakaya nur-u cemâlinden İlâhî
Zenbil-i niyazım boş, dolduruver lütfen İilâhî
İhsanına anbarına medyunum İlâhi
Taşkentli Muhammed oğlu Fahreddin Kulu
26 Temmuz 1950
Ayaktaşında:
Ey Feridun-u zaman sen ihya ettin Konya’yı
Feyzin ile feyziyâb ettin Konya’yı
Ağlasın feryad edip durmasın ehl-i zaman
Böyle bir üstad-ı külden mahrum oldu ah vatan
Söyle Hilmi tarihini yazsın erbab-ı dilân
Bin üçyüz altmış altıda vefat etti Fahr-i Cinan
Taşkentli Muhammed oğlu Fahri Kulu
26 Temmuz 1950
Fahri Efendi’nin eşi Emine Hanım’dan dört oğlu, dört de kızı olmuştur. Küçük oğlu İbrahim Efendi halen sağdır. Tanınmış mimarlarımızdan H. Hüseyin Kulu ve Matbaacı Mustafa ve Fahri Kulu kardeşlerde Fahri Efendi’nin torunlarıdır.
KAYNAKLAR
Arabacı, a.g.e.s. 540-541;
Zeki Sakallı’dan naklen, Âsâr-ı Fahri Efendi, Konya 2005;
A. Osman Koçkuzu, Paşa Dairesi, Konya 2004, s. 71-75;
Fahreddin Kulu, Haydin Basâlim İzlere (Yayına Hazırlayan A. Osman Koçkuzu), Konya 2008, s. 7-11; M. Ali Uz, “Vefat Yıldönümünde Fahri (Kulu) Efendi”, Akademik Sayfalar, C.4. S.10, s. 73. Damadı Zeki Sakallı’dan alınan bilgi.