Kutlu Gece Mevlid Kandili Mesajı
23 Ocak 2013 Çarşamba Günü akşamı Mevlid Kandili, yani Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’in, ay takvimine göre doğduğu gecedir. Hz. Peygamber, kamerî aylardan Rabîu’l-evvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi Mekke’de dünyaya gelmiştir. Yeryüzünde önemli gelişmelere sebep olan bu kutlu doğum, insanlık tarihinin en önemli olaylarından birisidir.
Çünkü onun dünyaya geldiği dönemde, insanlar her türlü değer ölçülerini yitirmiş, yollarını şaşırmışlardı. Küfür ve haksızlık gönülleri karartmış, Allah’a giden yoldan uzaklaştırmıştı. Sosyal hayat bozulmuş, ahlak tamamen kokuşmuştu. Kadınlar esir muâmelesi görüyor, bir eşya gibi alınıp satılıyor, kız çocukları acımasızca diri diri toprağa gömülüyordu. Dünyada insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey olan huzur, can ve mal güvenliği kalkmış gibiydi. Dünyanın bir çok köşesi kanlı boğuşmalara sahne oluyordu. Cihanın ıslâhı bir peygamberin gönderilmesine muhtaçtı. Bütün ümitler, Yahudi ve Hristiyan dinlerinin müjdelediği(1) âhir zaman peygamberine yönelmişti. Bütün dünya, karanlıklar içinde, bu kurtarıcının gelmesini dört gözle bekliyordu.
İşte Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), böyle bir zamanda dünyaya gelmişti. Bu gecenin sabahı gerçekten de nurlu bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş, aydınlık bir devir açılmıştı. Bir fazilet güneşi ve hidâyet meş’alesi olan Sevgili Peygamberimizin gönderilişi, Yüce Allah’ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”(2) Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle O, âlemlerin Rabbinden, “âlemlere rahmet olarak gönderildi.” (3)
Hz. Peygamber, yirmi üç yıllık peygamberlik dönemi boyunca putperestliğin yerine tevhidi, zulmün yerine adâleti, düşmanlığın yerine kardeşliği, sürtüşmenin yerine dayanışmayı getirme gayreti içinde olmuştur. Toplumda barışın hâkim olmasını hedeflemiştir. Doğruluk, nezâket, güvenilirlik, adâlet, hoşgörü ve cömertlik gibi ahlâkî davranışlarıyla insanlara örnek olmuştur. Buna karşılık; kan dâvâsı, gasp, soygun, şiddet, intikam, kin beslemek, içki, kumar, hırsızlık, yetim malı yemek, yalan, gıybet, çekememezlik, koğuculuk gibi fert ve toplumun huzurunu bozan davranışlarla mücâdele etmiştir. Bütün bu faaliyetlerin sonucu olarak, vahyin ışığında, mükemmel kişiliğiyle ekonomik, sosyal, kültürel ve ahlâkî alanlarda gerçekleştirdiği faaliyetler sayesinde “cahiliyye” olarak nitelendirilen ve temel özellikleri; bilgisizlik, putperestlik, kabîle asabiyeti, zorbalık, zulüm, haksızlık, başıbozukluk, merkezî otoriteden yoksunluk, adaletsizlik, barış ve nizamdan uzak bir hayat, çocukları öldürmek, vahşiyâne hareketler, kan dâvası gibi davranışlar olan bir dönemi kapatarak yerine barış ve huzurun hâkim olduğu yepyeni bir toplum oluşturmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra da Müslümanlar, onun uygulamalarını bilgi ve düşünce süzgecinden geçirerek hayatlarına uygulamışlardır. Onun zamanında nüveleri oluşan yapıdan faydalanarak kısa süre sonra orijinal bir medeniyet, yani İslâm medeniyetini kurmuşlardır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ilme verdiği önem, İslâm dünyasında ilmin ve ilim kurumlarının oluşmasına ve gelişmesine zemin hazırlamıştır. Sağlık ve temizliğe verdiği önem, kişilere sağlığı koruma konusunda örnek olmasının yanında sağlık kurumlarının ve tıp bilimlerinin gelişmesine yol açmıştır.
Sosyal yardımlaşmaya ve dayanışmaya, yetimlerin, yaşlıların, yoksulların ve özürlülerin sorunlarına eğilmesi, vakıflar ve diğer sosyal yardım kurumlarının oluşmasına etkide bulunmuştur. Adâlete verdiği önem, adlî kurumların oluşmasını etkilemiştir. Çalışmaya, üretime ve ticarete verdiği önem, İslâm dünyasında ekonomik canlılığa vesîle olmuştur. Aileye, akraba dayanışmasına ve akrabalar arasında yardımlaşmaya verdiği önem, aile kurumunun sağlam bir şekilde ayakta durmasının yanında, belki günümüzde bile büyük ölçüde olumlu etkisine şâhit olduğumuz gelir düşüklüğü sebebiyle ortaya çıkabilecek bunalımların önlenmesine vesîle olmuştur. Estetiğe ve güzelliğe verdiği değer, İslâm sanatlarının doğuşuna temel teşkil etmiştir.
Gayr-i müslimlere dînî, hukûkî ve adlî özerklik vererek, kültürel kimliklerini korumalarına müsâde etmesi ile, çok sayıda dinî kültürel grubun bir arada yaşayabileceğinin en güzel örneğini göstermiştir. Bu davranışı ile ayrıca hoşgörünün gelişmesine öncülük etmiştir. Bu tutumu daha sonraki yüzyıllarda müslümanlar için örnek olduğu gibi, öteki medeniyetler için de bir model teşkil etmiştir. (4)
İnsanlığın her zaman ve mekânda Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği ilâhî mesaja ve bu mesajın hayata geçirilmiş şekli olan onun sünnetine ihtiyacı vardır. Çünkü İslâm sadece Kur’an’dan ibaret değildir. O, Hz. Peygamber’in şahsında açıklanmış, hayata geçirilmiş ve bizzat onun öncülüğünde kurumlaşmış bir dindir. Allah Rasulü, bir taraftan Kur’an’ı tebliğ etmiş, bir taraftan onu açıklamış ve uygulamaya koymuş, diğer taraftan da Kur’an’ın değinmediği konularda tamamlayıcı rol üstlenmiştir. Bu açıdan, Hz. Peygamber’in ve dolayısıyla sünnetin dinde önemli bir yeri vardır. Onun bu konumu, Kur’an’da çeşitli açılardan dile getirilmiştir. Buna göre; bazen Peygamber’e mutlak itaat etmeyi, ona karşı çıkmamayı, onun verdiği hükümlere boyun eğmeyi emreden (5) bazen onun Kur’an’ı açıklamakla yükümlü olduğunu bildiren (6), bazen haram ve helâl kılma yetkisine sahip olduğunu belirten (7), bazen de müslümanların uyması gereken güzel bir örnek olduğunu gösteren (8) âyetlerin Kur’an’da yer aldığı görülür.
Kur’an’da yer alan bu âyetler açıkça gösteriyor ki, Hz. Peygamber olmadan, Kur’an’ı anlamak, dîni tam olarak uygulamak mümkün değildir. Ayrıca, Kur’an’ı açıklama ve yürürlüğe koyma yetkisini Peygamber’e tanımak ya da tanımamak, insanlara değil, yalnızca Allah’a ait bir yetkidir. Bu yetkiyi, Peygamberine bizzat Cenab-ı Hak tanımıştır. Muhtelif gerekçelerle sünneti reddedip, İslâm’ın sadece Kur’an’la anlaşılması gerektiğini savunanların iddiası dün olduğu gibi, bugün de önyargılı ve gayr-i samîmî bir anlayışın ürünü olmaktan öteye geçemez. Şurası muhakkak ki, bir müslüman için, dînî ve dünyevî ayrımı gözetmeksizin Hz. Peygamber’in örnekliği kaçınılmazdır. Onun gönderiliş gayesi, kendisine verilmiş olan risâlet görevinin insanlığa ulaştırılması ve bu amaç doğrultusunda bir toplumsal yapının kurulmasıdır. Bu amaçla söylediği sözler ve yaptığı uygulamalar, kimi zaman farz, kimi zaman haram, kimi zaman müstehab, kimi zaman da mübah diye nitelendirilen hükümlere kaynaklık etmektedir. Bu durum, Kur’an’ın buyrukları doğrultusunda, Hz. Peygamber’e itaatin ve onu örnek edinmenin bir gereğidir. (9)
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (10) buyuran Hz. Peygamber’in, gerçekten, güzel ahlâkla yoğrulmuş hayat tecrübesini araştırmaya, ondan yararlanmaya, her zaman olduğu gibi bugün de çok ihtiyacımız vardır. Sevgili Peygamberimiz’i, onun güzel ahlâkını, davranış ve uygulamalarını, gelişen dünya şartlarına yön verecek, insanlığın problemlerine çözüm getirecek Kur’an-ı Kerim zenginliği ile yeniden tanımalı ve tanıtmalıyız. Onun hayatı, muhabbet, şefkat, fazilet, ihlâs ve samimiyet dolu bir hayattır. O, insanlığa, Allah’ın en mükemmel ve son dini olan İslâmiyeti tebliğ etmiş, Yüce Allah, kullarına olan nimet ve ihsanını onunla tamamlamıştır. O, insanları bir tek Allah’a iman etrafında toplanmaya dâvet etmiş, muhabbet ve şefkatle birbirine bağlı, fazilet sahibi bir İslâm topluluğu meydana getirmiştir. Onun büyüklüğü ve başarısı; en güzel usullerle doğru yollardan insanlığı iyiliğe dâvet etmesindendir.
Bu geniş kapsamlı tanıma ve tanıtma, anlaşmazlıklar, siyâsî, felsefî ve ideolojik çalkantılar, ihtiraslar, savaş korkusu, maddî keşmekeşlik içinde çalkalanan ve bunalan insanlığa bir rahatlama ve huzur getirecektir. İnsanlık aradığı güven, huzur ve mutluluğu onda bulacaktır.
Muazzez Peygamberimizin doğumunu anarken, yalnız mevlid okumak, ilâhiler söylemek ve kandil simidi dağıtmak yeterli değildir. Onun doğumunu anmaktan asıl maksat, evrensel olan risâletini, yüksek ahlâkını, fazîletini, adâlet ve doğruluğunu hatırlamak ve bunları hayatımızda uygulama azmini tazelemektir. Yüce Allah’ın sevgisine, hoşnutluğuna ve bağışlamasına ermenin yeğane yolu, Hz. Peygamber’in yolundan gitmektir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(11) Bu âyette de belirtildiği gibi, Allah’ı hoşnûd etmek, O’nun Peygamberine uymak ve O’nu örnek almakla mümkündür.
Bütün okuyucularımızın Mevlid Kandili’ni tebrik eder, hayırlara ve Peygamber ahlâkına yönelinmesine vesile olmasını Yüce Allah’tan dilerim.
____________________________
(1) bk. Saff, 61/6.
(2) Âl-i İmrân, 3/164.
(3) bk. Enbiyâ, 21/107.
(4) Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM, Hz. Peygamber’in Çağımıza Mesajları,
T.D.V. yayını, Ankara 2000, s. 143, 144.
(5) bk. Âl-i İmrân, 3/2, 14; Nisâ, 4/4, 13.
(6) bk. İbrahim, 14/4; Nahl, 16/44.
(7) bk. Tevbe, 9/29; A’raf,7/157.
(8) bk. Ahzâb, 33/21.
(9) Yrd. Doç. Dr. Osman GÜNER, Sünnetin Anlaşılması Sorunu
Diyanet İlmî Dergi, Cilt: 35, Sayı: 4, s. 59, 60, 72
(10) Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/ 381
(11) Âl-i İmrân, 3/31.